Lozan Barış Antlaşması’nda karasularının genişliğine dair doğrudan bir ifade bulunmamaktadır. Ancak, süreç boyunca iki ülke antlaşmanın 6. ve 12. Maddelerinden yola çıkarak alınan karşılıklı karar ile 3 mil genişlikte olmasında mutabık hareket etmiştir. 3 mil olarak belirlenen sınıra Yunanlar, 13 sene riayet etmiştir. Montreux Antlaşmasının 1936 yılında imzalanmasından sonra Yunanistan karasularını 6 mile çıkarmıştır. Biz Yunanistan’a o tarihte 3 mile geri dönmesi için baskı yapacağımıza, aksine yıllar sonra biz de 1964 yılında karasularını 6 mile çıkardık. Burada ciddi bir sıkıntı var. Yunanistan’ın başlattığı karasularını 6 mile uzatma olayı , rahmetli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı’nın hesabına göre 6 mil genişliğindeki karasuları ile Ege’nin yaklaşık %7,4’i Türk, 39,2’si Yunan olmuştur.. Yunanistan’ın yapacağı 1 millik artış dahi Ege’nin yaklaşık %25’ini oluşturan açık deniz alanlarının %14 azalarak %21,55’e düşmesine neden olacaktır.
Bunun ötesinde sahillerimize çok yakın adalar dolayısıyla 6 mil , adalar arasında geçiş dolayısıyla bizi dar boğaza sokmaktadır. Bunun dışında Ege’de kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge meselelerin hallini de zorlaştırmaktadır. Bu itibarla, Egede Türk-Yunan sorunları hal edilecekse ilk iş karasularının tekrar 3 mile döndürülmesidir. Hele hele Yunanistan 12 mili aklına getirmemelidir. Karadeniz’de Türkiye’nin karasularını 12 mile çıkarması örnek teşkil edemez. Karadeniz buna müsaittir. İyon denizinde de Yunan karasuları 12 mildir. Durum buna imkan veriyor.
Kanaatimce 2 nci sıkıntı İtalya ile 4 Ocak 1932 antlaşması ve onun uygulamasına dair 28 Aralık 1932 ek protokolüdür. İtalya ile müzakerelerde uzlaşı sağlanamayınca Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve İtalyan Elçisi Orsini Barone arasında 30 Mayıs 1929’da imzalanan bir tahkimname ile konu Lahey Adalet Divanı’na götürülmüş ve Haziran 1930’da Adalet Divanında görüşülmeye başlanmıştı. İtalya, Lozan Antlaşmasının 15 ve 16. Maddeleri kapsamında olası Lahey mahkeme kararından çok umutlu olmadığından, 18 Haziran 1931 tarihinde tekrar Türkiye’ye başvurdu. Uzun müzakereler sonunda 04 Ocak 1932 tarihinde taraflar arasında mutabakat sağlanmış ve Ankara Sözleşmesi, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve İtalya’nın Ankara Büyükelçisi Pompeo Aloisi tarafından imzalanmıştır. (Burak Albayrak çalışmasından)
Aslında İtalya ile ihtilafları hal için 1932 yılında La Haye Adalet Divanına başvuruyu devam ettirmeliydik. İtalya’nın 1932 anlaşması için tekrar Türkiye’ye yanaşması İtalya’nın Divan’da davayı kaybedeceği kuşkusundan ileri gelmiştir diye düşünmeliyiz.
Bu konuda esas sıkıntı antlaşmanın uygulanması için yapılan 28 Aralık 1932 sınır çizme protokolüdür. Türkiye ile Yunanistan arasında protokolün geçerli olup olmadığı konusunda farklı görüşler vardır. Kardak/Immia konusunda bu açıkça ortaya çıktı. Türkiye bu ek protokolün Türkiye’de Meclisten geçmediğini ileri sürerek yürürlüğünü kabul etmiyor. Yunanistan ise Türkiye’nin kendi belgelerinde dahi örneğin havacılık alanında durumu kabul ettiğini, zaten yıllarca ek protokolün geçerliliği konusunda itirazda bulunmadığını ileri sürüyor.
Yunanistan, adaların coğrafi durumu dolayısıyla avantajlı konumda olsa da olası müzakerelerde aç gözlü olmamalıdır. Mesela Meis adasının münhasır ekonomik bölgesi olduğu yolunda saçma iddialar ileri sürmemelidir. Uluslararası Adalet Divanı kararları Yunan tezini çürütecek niteliktedir.
Ege sorunlarının müzakereler yoluyla halli iki ülkenin de çıkarınadır. Önünü açar iki tarafında…