Sosyal medya son günlerde eğlence mekanlarını dolaşıp vaaz eden hocaları ve onlara gösterilen tepkileri tartışıyor. Ülkenin öteden beri sert siyasi iklimine hükümetin yanlış politikalarıyla alt üst olmuş ekonomik dengeler de eklenince gerilim yine tırmanışa geçti. Epeydir din, devlet ve bayrak gibi hassas simgeler üzerinden kutuplaştırılan İslamcı-muhafazakar kesimle laik-seküler kesim arasındaki gerilim, yakın siyasi tarihin henüz hafızalardan silinmemiş acı hatıraları sebebiyle manipülasyona açık duruyor. Bu durum eğlence mekanlarına girip ayak üstü vaaz eden hocalar hakkında soru işaretlerine de yol açıyor: Kim bu hocalar? Eğlence mekanlarında ne işleri var?
Kim bu hocalar?
İlgili hocalar İsmailağa cemaatine mensup kimseler. Yaptıkları iş cemaatin uzun zamandır organize ettiği emr bi’l-maruf faaliyetlerini teşkil ediyor. Evet, uzun zamandır etkin olan bir uygulamadır bu. Siyasi konjonktür uygulamayı kritik bir yere taşısa da, uygulamanın kendi tekilliğinde siyasi konjonktürle alakası yok. Hocaların, dindar-seküler gerilimini tırmandırarak iktidarın kutuplaştırmacı siyaset çarkına su taşımak gibi bir gündemleri olmadığı açık. Bu insanlar doksanlı yıllarda da kahve kahve, meyhane meyhane dolaşır vaaz ederlerdi. Kimi bundan rahatsız olur, karşı çıkar; kimi aldığı dini terbiye gereği mahcubiyet duyar, alttan alır; kimi daha ileri gider hocalara dert yanar, pişmanlık duyduğunu, tevbe etmek istediğini söyler. Toptancı yaklaşıma izin vermeyen türlü türlü hikayeler var bu olgunun arkasında. Kişileri ve tekil olayları tartışmak yerine olguyu ve ardındaki motivasyonu görmek açısından değer ve kavramları analiz etmek daha sağlıklı görünüyor.
Eğlence mekanlarında ne işleri var?
Nedir emr bi’l-maruf? İyi ve doğru olanı emretmek anlamına gelen bir Kuran terimidir. İlgili organizasyonun temel motivasyonu da Kuran’da yer alan “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip (emr bi’l-maruf) kötülüğü meneden (nehy ani’l-münker) bir topluluk bulunsun” (Âl-i İmran, 104) ayetinden geliyor.
Bu hocalar içki, kumar ve kadın-erkek iç içe, çalgılı eğlencenin haram olduğuna inandıkları için onları kötülük olarak görüyor, insanları onlardan alıkoymayı üzerlerine vazife sayıyorlar. Bir seküler için tuhaf ve rahatsız edici olsa da durum tam olarak böyledir. Sizin kişisel tercihleriniz -eğer haram kategorisine giriyorsa- hiç tanımadığınız birilerinde endişe yaratabilir, üzerlerine vazife çıkarmaları için gerekçe oluşturabilir. Sözgelimi biri Kadıköy’de barda içerken, diğeri onu neden bundan alıkoyamadığı için kendini sorumlu ve günahkar hissediyor olabilir. Bu his kimi dindarda, barda içki içen kimse -ona göre- cehennemde yanacağı için depreşen merhamet duygusu tarafından, kiminde ise Allah’ın koyduğu yasaklar alenen çiğnendiği için depreşen dini hamiyet (onur) duygusu tarafından tetiklenir.
Yerleşik günah listesi
Burada sosyal medyadaki tartışmalara da yansıyan iki soruna parmak basmak gerekir: birincisi, ilgili hocaların günah dendiğinde neden akıllarına hep içki ve gece hayatı geldiği, neden kamu yöneticilerinin adaletsizlik, haksızlık ve yolsuzlukları gelmediği sorunudur. Eğlence yerlerini dolaşıp vaaz eden insanların neden iktidar temsilcilerine ve bürokratlara adaletli olmaları, kamu malını yandaşlara peşkeş çekmemeleri, ihaleye fesat karıştırmamaları konusunda vaaz etmedikleri soruluyor. Hocaların bu sorulara cevap vermeden ne diğer insanlara karşı merhamet duygularını ne dinlerine karşı hamiyet duygularını açıklayabilmeleri kolay görünüyor.
Dinin kamusal hedefleri
İkincisi, günahın bireyselliği sorunudur. Bir kimsenin dinin günah saydığı bireysel davranışlarından başkası sorumlu olur mu? Hocanın görevi nerede başlar, nerede biter? Camiye gelmemiş bir insanı sözgelimi barda, meyhanede bulup irşad etmek hocanın hakkı ve görevi midir?
Bu sorular bizi dinin kamusal alandaki hak ve yetkileri sorunuyla yüz yüze getirmektedir. Bu aynı zamanda ötekinin yaşam tarzına müdahale sorunuyla da ilgili bir konudur ve gelenekçi din anlayışıyla yenilikçi din anlayışı arasındaki ayrışmanın en belirgin olduğu alanlardandır. İlgili videoları bu ayrışmadan bağımsız olarak değerlendirmek sağlıklı kritik fırsatını ortadan kaldırır.
Çatışan din anlayışları: Gelenekçiler ve yenilikçiler
Gelenekçi din anlayışına göre İslam kolektif bir dindir. İslam ortak inanç, ortak duygu ve ortak ülkü (ilayı kelimetüllah) etrafında üyelerinin birbirlerini kollayıp gözettiği sıkı bağlarla bağlı bir topluluğu (ümmet) koşullar. Emr bi’l-maruf uygulaması böyle bir topluluk için beka meselesidir. Maruf ve münker skalasında ilk sıralarda yer alan inanç değerleri tavsadıkça din toplumsal gücünü kaybeder ve yıkıma eş değer biçimde bireyin dünyasına sıkışır.
Medine’nin son yıllarından başlayarak İslam’ın yüzyıllarca süren siyasi egemenlik tecrübesine hakim olan değer ve olguları referans alan gelenekçi din anlayışı eski dünyayla uyumlu, daha idealist ve iddialı bir konuma konumlanır. Bu anlayışa göre din, Allah’la birey arasında bireysel, Allah’la toplum arasında toplumsal bir ilişkidir. Buna göre birey sadece Allah’a karşı değil, topluma karşı da dinen sorumludur. Sözgelimi açıktan oruç yiyemez, kamusal alanda açıktan günah işleyemez. Bu anlayışa göre din hem bireyi hem toplumu -çağdaş İslam cumhuriyeti örneklerindeki gibi- hem de devleti niteleyen bir değerdir.
Videolardaki hocalar dahil genel olarak Türkiye’deki yerleşik cemaat ve tarikatların benimsediği din anlayışı geleneksel din anlayışıdır. Sosyal medyada bazen sıradan insanları ama genellikle ilahiyatçıları ve müslüman bilim ve düşün insanlarını din üzerinden eleştiren kişi ve grupların benimsediği din anlayışı da geleneksel din anlayışıdır. Bu kesimlerin ortak noktası, dinin kamusal otoritesine ilişkin inançlarından devşirdikleri hakla kamusal alanı dine göre dizayn etme çabasıdır. Bu anlayışa göre bir hocanın görev alanı diye bir kavram pek anlamlı görünmemektedir. O sadece camiye gelip kendisine danışan insanlara değil, ulaşabildiği tüm insanlara karşı sorumludur. Sorumluluk örtük bir hak iddiasıdır. Bir başka ifadeyle sözkonusu anlayışa göre bir hoca bar ve meyhanede içki içen kimsenin karşısına geçip ona vaaz etme hakkına sahiptir.
Gelenekçi anlayışa göre hocanın bar ve meyhanede vaaz vermesini laik hukukun propaganda özgürlüğü kapsamında savunmak iki açıdan tutarsız görünmektedir. İlki bu özgürlük muhatabın iznine bağlıdır. Oysa geleneksel anlayış bunu görev olarak tanımladığından muhatabın izninden bağımsız bir hak olarak görür. Sözgelimi muhatap “bu adam bana iznim olmadan emr bil-maruf yapıyor” iddiasıyla hocayı kadıya şikayet edemez.[1] İkincisi, sosyal medyada sıkça dile getirildiği gibi aynı hakkı mesela bir ateistin cami önünde ateizm propagandası için kullanmasına gelenekçi anlayış izin vermez. Çünkü gelenekçi anlayış propagandaya hak ve özgürlükler temelinde yaklaşmaz. Onu bir sorumluluk ve görev olarak algılar ve ancak hak dinin imtiyazı kabul eder. Dolayısıyla geleneksel din anlayışı açısından propaganda özgürlüğü söylemi sadece pragmatik bir söylem stratejisidir.
İslam’ın siyasi egemenliğini yitirdiği dönemde şekillenmeye başlayan yenilikçi din anlayışı yeni dünyayla uyumlu, daha gerçekçi ve mütevazı bir konuma konumlanır ve yukarıdaki anlayıştan büyük oranda uzaklaşır. Yenilikçi anlayışa göre din, Allah’la birey arasında bireysel bir ilişkidir. Kamusal alan laiktir; ne dinîdir ne din karşıtıdır. Mümin kimse dinen sadece Allah’a karşı sorumludur. Bu sebeple onun dindarlığı ne kamu otoritesini ne toplumu ilgilendirir. Bu anlayışın mottosunun “devletin dini adalettir” olması tesadüf değildir. Buna “toplumun dini ahlaktır” cümlesini de eklemek mümkündür. Bu anlayışa göre din bireysel olduğundan, toplumda ahlaka, devlette adalete dönüşmesi doğaldır. Böyle bir anlayışta açıktan oruç yemek olsa olsa bir adap ve nezaket meselesi olabilir ve kimse bundan dolayı ne suçlanır, ne horlanır.
Saygı ve hoşgörü: kime karşı?
İki anlayış arasındaki fark açıktan oruç yemek[2] örneğinde olduğu gibi bazen ironik bir tezata dönüşebilir: Geleneksel anlayış oruç yiyeni oruç tutanlara karşı sorumlu tutarken yenilikçi anlayış oruç tutanı oruç yiyenlere karşı sorumlu tutar. İlki oruç yiyeni oruç tutana, ikincisi oruç tutanı oruç yiyene saygıya davet eder. Geleneksel din anlayışında, dindar insan dindar olmayan insanların saygı göstermesi gereken biri olarak dinin egemen olduğu politik ortamın imtiyazlı figürüdür. Yenilikçi din anlayışında din politik ve kamusal imtiyazlardan arındırıldığından dindar insanın, dindarlığından ötürü ne saygı görmesi ne de dindar olmayanların ona karşı -mesela Ramazan’da açıktan yemek yememek gibi- farklı tutum sergilemesi beklenir. O sıradan bir insandır. Dindarlığı da onunla Allah arasında, getirisi ahirete saklanmış bireysel bir konudur. Din, ne dindar lehine imtiyaz sağlayan ne seküler aleyhine dindara karşı sorumluluk yükleyen dünyevi karşılığa sahiptir. Bu ayrışmanın sebebi kolektivite ve kamusal otorite gibi dinin temel karakteristiklerine ilişkin iki anlayış arasındaki temel karşıtlıktır. Videolardaki hocalar gibi bireysel alanın sınırlarını ihlal ederek masalarında bira içen insanların karşısına dikilip vaaz edenlere, keza sosyal medyada insanları dindarlık üzerinden eleştiren ve yargılayan kişilere tepki gösteren ama diğer yandan bireysel ölçekte dini sahiplenen kimselerin din anlayışı şu ya da bu şekilde yenilikçi din anlayışıyla örtüşmektedir. Bu anlayış dinî cemaat ve tarikatlarda pek yer bulamazken bazı ilahiyat fakültelerinde -eskiye göre etkisi azalmakla beraber- varlığını sürdürmektedir. Cemaat ve tarikatlardan bağımsız birçok Müslüman bilim ve düşün insanı da yenilikçi din anlayışına sahip görünmektedir.
Sonuç olarak videolardaki hocalar ve sosyal medyadaki tartışmalar iki soruna dikkat çekiyor. Birincisi ötekinin yaşam tarzına müdahale sorunu çerçevesinde laik-seküler kesimin endişeleri. Son yıllarda iktidarın din ve milliyet eksenli politikalarının da beslediği bu endişe yerindedir. Bağlı oldukları gelenekçi din anlayışının kamusal hedefleriyle birlikte düşünüldüğünde ilgili hocaların nazik ve çekingen tutumunun endişeleri yersiz kıldığını söylemek iyimserlik olur. Gelenekçi din anlayışında olan hocaların kabullenmek istemedikleri bir toplumsal realite var: Türkiye, ne nüfusunun yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkedir, ne kendisini Müslüman olarak tanımlayan yurttaşlarının din anlayışları homojen bir ülkedir. Bugün gelenekçi hocaların günah ve kötülük olduğuna inandığı birçok davranış ve tutum karşısında içinde dindarların da olduğu geniş toplum kesimleri kendileriyle aynı inanç ve duyarlığı paylaşmamaktadır. İkincisi, dinin kamusal alandan beklentilerinin dindarlar arasında doğurduğu fikir ayrışmasıdır. Gelenekçi dindarların, dini, şanlı tarihinde olduğu gibi, kamusal egemenliğine kavuşturma hevesine karşın yenilikçi dindarların onu bireysel özgünlüğüne kavuşturma idealinin oluşturduğu karşıtlık iki kesim arasındaki gerilimi daha uzun süre besleyecek gibi görünmektedir. İktidarın politik yararcılık gereği sayıca ve teşkilatça güçlü olan birincilerin sırtını sıvazlaması, Türkiye’de din meselesini sadece dindarlar ve sekülerler arasında değil, dindarlar ve dindarlar arasında da travmaya dönüştürmektedir.
[1] Geleneksel din anlayışı çağdaş duruma uyarlanmış bütüncül bir fıkıh sistematiği ortaya koymadığından örneğimi eski kamusal figürler üzerinden vermem konusunda okuyucunun beni mazur göreceğini umuyorum. Bugünün laik mahkemeleri muhatabın şikayetini geçerli sayarsa da geleneksel din anlayışının bunu onaylamayacağı açıktır.
[2] “Oruç yemek” tabirinin çağrışımı yerleşik dini kültürün kolektif-kamusal özelliğine tipik bir örnektir. Tabire göre, Müslüman toplumda Ramazan ayında dindar olsun olmasın herkes oruçlu varsayılır. İlgili varsayımca kuşatılan dindar olmayan biri, Ramazan’da rutin yemek yemekle oruç ihlalinde bulunmaktadır.
____________
Talha Hakan Alp
1973 İstanbul doğumlu. Türkiye ve bazı islam ülkelerinde klasik Arapça ve İslamî ilimler eğitimi aldı. Tefsir, Kelam, Fıkıh Metodolojisi, Hadis Metodolojisi, Mantık, Münazara ve Tasavvuf gibi çeşitli İslamî ilimlere ait klasik metinler üzerine tercüme ve şerh niteliğinde yayımlanmış çalışmaları ve klasik metin okumaları ekseninde online seminerleri var.