Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan tartışmalarda Türkiye’deki bazı emekli askerlerin Rusya yanlısı tutumu dikkat çekti. Sözü edilen emekli askerler Rusya’nın/Putin’in işgalci tutumunu, ABD/NATO/Batı’nın ya tarihte karıştıkları başka işgalleri tartışmaya dahil eden bir “whataboutism”e ya da mevcut işgalin aslında NATO’nun genişlemeci/agresif askeri tutumuna Rusya’nın verdiği kaçınılmaz ve zorunlu bir cevap olduğuna bağlayarak hafifsemeye ve aklamaya giriştiler. Bu emekli askerlerin bir kısmı daha açıktan, bir kısmı ise daha utangaç biçimde olmak üzere ve ama son tahlilde taraflarını Rusya’dan/Putin’den yana belirleyerek saflaştılar.
Tutumlarını daha açıktan izhar edenler, sosyal medya hesaplarından yaptıkları ve esasında “fake” olduğunu kendilerinin de gayet iyi bildiği çeşitli video paylaşımlarıyla Rusya lehine ve Ukrayna aleyhine kişisel tavır almakla kalmadılar, bu yönde bir kamuoyu oluşturmaya yönelik bilinçli bir gayret gösterdiler.
Daha utangaç dediklerim ise, sonradan gelen birtakım eleştiriler üzerine, takındıkları tavrın Rusya tarafında olmak anlamına gelmeyeceğini, dertlerinin ve taraflarının Türkiye olduğunu, ve dolayısıyla Rusya’yı savunuyor gibi görünüyor iseler eğer, bunun nedeninin aslında Atatürk’ün öngördüğü tam bağımsız Türkiye anlayışını savunuyor olmalarından ileri geldiği gibi bir tevile başvurmak durumunda kaldılar.
Meral Akşener “Atatürk, yozlaşmış Avrasya rejimlerine duyulan hayranlığı gizleyecek bir maske değildir” diyerek isim vermeden söz konusu emekli askerlerin bu teviline projektörle dikkat çekti.
Ben emekli askerlerin bu şaşırtıcı cephelenme/konumlanma tercihinin nedenlerine, biraz içeriden bakmaya çalışarak, işin içine biraz sosyoloji ve psikolojiyi de katmaya çalışarak cevap aramanın yararlı olacağını düşündüm.
Ancak düşündükçe, cevabı bulmanın içeriden bakıldığında daha kolay değil, aksine daha zor hale geldiğini fark ettim.
70 yıldır NATO üyesi olan ve NATO’nun askeri kanadında yer alan, yeri geldikçe “NATO’nun ikinci en büyük ordusu” olmakla övünen; STANAG (Standardization Agreement) belgeleri aracılığıyla personel hizmetlerinden depolama sistemlerine kadar tüm alanlarda NATO’nun askeri doktrin ve iş görme süreçlerine uyarlanmaya çalışan; stratejik, operatif ve taktik seviyedeki neredeyse tüm yönerge ve talimnameleri “içindekiler” kısmından tutun “this page is intentionally left blank -bu sayfa boş bırakılmıştır”a kadar NATO ya da ABD talimnamelerinden esinlenmek bir yana bunların birebir tercümesi olan (örneğin Amerikan ordusunun “jungle” adını verdiği askeri harekatı kendi bünyesine intikal ettirirken ona “cengel” dışında bir ad verebilme yaratıcılığı -yahut milliciliği- geliştiremeyen); işbu talimnamelerin hemen hepsinde kibarca mütecaviz ve aslında “düşman” sıfatıyla Rus askerî kuvvetlerinin doktrinini öğrenegelmiş olan; mezunu oldukları Kara Harp Okulu’nun West Point’e, Hava Harp Okulu’nun USAF’a, Deniz Harp Okulu’nun Annapolis’e öykünegeldiği; İngilizce bilmeyen ve NATO kadrolarında görev yapmayan bir kurmay subayın general olma olasılığının, general olanın da tümgenerallikten yukarı çıkma olasılığının düşük olduğu bir TSK’da, bu paragraf boyunca sözünü ettiğim her şeyin ya öznesi yahut izleyicisi olmuş emekli askerler, nasıl olmuştu da birdenbire NATO/ABD/Batı karşıtı ve “Moskof” yanlısı bir tutumu sahiplenir olmuştu?
İşi daha ilginç ve karmaşık kılan, yukarıdaki paragraftaki kısa “kurumsal” öyküye eşlik eden bireysel öykülerdi. Siyasal ve toplumsal etkileri nedeniyle “özel/kişisel hayat” deyip geçemeyeceğimiz bu değişkeni de analize dahil etmemiz gerekiyor. Hatta, bunları analize dahil etmekle kalmayıp, muhataplarını, bu kişisel hikayeler üzerinden bir siyasal dürüstlüğe davet etmemiz icap ediyor.
Öyle ki, bu tartışmalarda sesi en gür çıkan emekli askerlerin hemen tamamı, meslek hayatları boyunca ya NATO kadrolarında ya da çeşitli yurtdışı temsilciliklerde askeri ataşelik görevlerinde bulunan, bu görevlere seçilebilmek için İngilizce/Fransızca öğrenme başta olmak üzere türlü kişisel feragatlere katlanan, bu zahmetlerinin karşılığını maddi (parasal) olarak elde ettikleri gibi, bu görevlerin kendilerinin kişisel mesleki safahatlarında “doğurgan” süreçler yaratarak yıldızlarını bir kat daha parlattığı kişilerdi. Ataşeliklerde Londra’nın hiyerarşik olarak örneğin Madrid’den, NATO görevlerinde Brüksel’in örneğin Napoli’den daha yukarıda yer aldığı bu detaylı örgülenmiş ve aşırı yarışmacı döngüde elde edilen maddi-manevi yararlar askerlerin kendileri ile de sınırlı değildi. Eşler ve çocuklar da bu yarar dairesine dahildi. Birçoğu, yaşları itibarıyla tam da eğitim dönemlerine isabet eden bu hizmet sürelerini çocukları yararına işlevselleştirdiler. Yaşı müsait olan çocukların bir kısmı oralardan dönmedi, olmayanların bir kısmı, edindikleri yabancı dil ve mezuniyetlerle ya Türkiye içinde “iyi” okullara gittiler ve “iyi” meslekler edindiler ya da eğitimlerine ve takip eden iş yaşantılarına o “Batı” ülkelerinde devam ettiler. Daha “Doğu”daki ülkelere giden subaylar bile çocuklarını oralardaki British, American okullarına gönderdiler.
Edinilen bu maddi/manevi yararlar “kişisel” görülerek hiçbir biçimde küçümsenmemeli. Son 50 yıldır, bu yararların TSK içinde örgütsel sosyoloji bakımından ciddi yarıklar oluşturacak kadar belirgin etkileri oldu.
Yıllar önce, NATO görevinde elde ettiği parayla otomobil alan Orgeneral Muhsin Batur anılarında şöyle yazmıştı:
“Bu otomobille ilgili ilginç bir anım var. Türkiye’ye döndüğümde Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Uçarel ile birlikte koridora çıktık. Orgeneral camdan dışarı, araç park yerine doğru bakıyordu. Otomobilin bana ait olduğunu bilmeden ‘şu it oğlu itlere bak, arabaları var. Ben orgeneralim, benim yok’ dedi.”
Konu sadece maddi elde edişler de değildi. NATO ve daha genel olarak yurtdışı kadrolarında görev yapmak ve oralardan edinilen Batıcı/Batılı mesleki askerî kültür hep olumlanan bir şey oldu TSK içinde. Yine yıllar önce, Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu şöyle demişti:
“Gerçekten insan NATO’da görev yaparken birçok yeni yöntemlere ve Batılı tarzda çalışmalara aşina ve tanık oluyor. Yüksek makamlardan uzun emirler yerine kısa direktifler çıkması, komutanların imzalarının sadece çok önemli yazı ve emirler için kullanılması, nasıl değil ne yapılacağının emredilmesi, komutana arzda tercih olanağı verecek şekilde hazırlanması, komutanın ne düşündüğünü öğrenmeye çalışıp ona göre cevap hazırlanması yerine gerçek, doğru ve en yararlı hal tarzının sunulması…”
Bundan bir süre önce burada yazdığım “emekli askerler” konulu bir yazı serisinde, emekli askerlerin bir süredir TSK’nın kurumsal çizgisinden ayrılmış/ayrılıyor olduğuna dikkat çekmeye çalışmıştım. O seride bahsettiğim nedenler ve koşullar içinde emekli askerler, yaklaşık on yıl öncesine kadar olandan farklı olarak, TSK’nın Genelkurmay Başkanlığı’nca temsil edilen kurumsal kimliğinden ayrışan ve hatta zaman zaman onunla münakaşa eden bir siyasal pozisyona geçtiler.
Bu bakımdan, tartışma konusu olan Rus taraftarlığı meselesinde öncelikle böyle bir ayrım yapmak gerektiğini düşünüyorum: Rus taraftarlığı muvazzaf askerlere değil, özel olarak emekli askerlere atfedilebilecek bir konumlanma gibi görünüyor. Elimde ampirik kanıtlar olmamasına rağmen, TSK’nın mevcut kurumsal yapısının ve liderliğinin, meslekî “muasır medeniyet” nirengisi olarak halen NATO’yu ve NATO/Batı ordularını gördüğünü düşünüyorum.
Sesi daha gür çıkan emekli asker azınlığı ile TSK’nın kalabalık muvazzaf çoğunluğu arasındaki farkta bence belirleyici olan, emekli askerlerin, o yazı serisinde açıklamaya çalıştığım neden ve koşullar içinde girdikleri yeni politik ve sosyal ilişkilenmeleri.
Bu politik ve toplumsal ilişkilenmelerin derinliğinin zamanca ne kadar geriye gittiğini, bu derinliğin muvazzaflık sürelerine de ulaşıp ulaşmayacağını kestirmemiz zor ve bu konuda yapacağımız kestirimlerin komplo teorisyenliğine sapma tehlikesi var; o yüzden bu tür kestirimlerden kaçınmayı tercih ediyorum.
Ancak..
2009 yılında Geopolitics isimli akademik bir dergide Mehmet Perinçek imzasıyla Kemalist Avrasyacılık (Kemalist Eurasianism: An Emerging Geopolitical Discourse in Turkey) başlıklı bir makale yayımlanmıştı. Makalede, Türkiye’de son on yılda Avrasyacı ve Kemalist ideoloji arasında bir yakınlaşma olduğu söyleniyor ve şu iddia ediliyordu:
Bir dizi Kemalist ve sosyalist aydın ve siyasal aktör, ordunun bazı kesimleriyle birlikte, Avrasyacılığı Türkiye için yeni bir jeopolitik söylem olarak ve Türkiye’nin Batı yanlısı dış politika yönelimine bir alternatif olarak dile getirmeye başladılar. Bu perspektifte Avrasyacılık, Rusya, İran ve Orta Asya’daki Türkî ülkeler ile Pakistan, Hindistan ve Çin ile siyasi, ekonomik ve kültürel bir ittifak anlamına gelmektedir.
Emekli askerlerin Rusya’yı aklamak için kırk dereden su getiren tavrını anlamlandırmak için herkes tarafından okunmasının gayet yararlı olacağını düşündüğüm bu makalenin yazarı Mehmet Perinçek’in yukarıda yer verdiğim iddiasındaki ilk cümlenin doğru olduğuna inanıyorum: Biraz değiştirerek söylersem, emekli askerler, bir dizi Kemalist ve sosyalist aydınla birlikte, Kemalist Avrasyacılığın Türkiye için yeni bir jeopolitik söylem ve Türkiye’nin Batı yanlısı dış politika yönelimine bir alternatif olduğu görüşünü sahiplendiler.
Mehmet Perinçek’in makalesinde gayet güzel açıklanan saiklerle, emekli askerlerin teşne olduğu Avrasyacı saplantı, Batı demokrasilerinin Türkiye’ye sunabileceği şeyleri Sevr sendromuyla temsil olunan bir bölünme tehlikesiyle özdeşleştirdiği ölçüde, örneğin, ABD’nin faili olduğu 11 Türk askerine çuval geçirilme olayını bir milat olarak hafızasında diri tutarken, resmî açıklamalara göre sayısı 34 olan Türk askerinin bedeninin Türk tank ve Türk zırhlı araçlarının içinde Rusya güdümünde hain bir hava saldırısıyla parçalanmasını yeterince hatırlamamaya razı bir yanlılığa sahip görünüyor.
Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali konusunda da benzer bir yanlılık geçerli.
Öte yandan ben Sevr sendromu/bölünme korkusu/beka olarak sunulan gerekçenin de aslında Meral Akşener’in söylediği türden bir maske olduğunu düşünüyorum. Bence esas mesele Avrasyacılığın bu kişilerin sahip olduğu her türden vasatlık için daha mümbit bir yaşam alanı sunuyor olması.