“Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla…” Bu sözler, bu şablon Türkiye’nin en büyük felâketinin yaşandığı günlerde de her an, her yandan duyuluyor. Depremin en sıcak dakikalarında, o inanılmaz kaos, kâbus anlarında bile yetkililerin ihmal etmediği, kekelemediği bu dil kuralı değişmiyor. “Yetkili”lerin kurduğu her cümlenin başında bu şablonu duyuyor, seyrediyoruz.
Deprem Risk Azaltma Genel Müdürü Prof. Dr. Orhan Tatar “Depremden çok kısa bir süre sonra devletin tüm organları, bakanlarımız, cumhurbaşkanı yardımcımız, AFAD’daki koordinasyon merkezinde toplandı, çok kısa bir durum değerlendirmesinden sonra Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla bakanlarımız bölgeye intikal etmiş durumdalar” açıklamasını yapınca, sosyal medyadan yine o acı ama mahut “talimat” tepkileri yağıyor: “İşinizi, ana görevinizi yapmak için talimat şart mı?”
“Talimat”ın mânâsı değişti
Kelimelerin bildik, alışılmış anlamları, çağrışımları, kapsamları, içinde yaşanılan döneme göre değişebiliyor. “Talimat” da artık öyle, bu dönemle, devirle yüklenmiş, adresi, öznesi belli bir kelime. Kelime haznesi, talimat veren, talimat bekleyen, talimata kayıtsız şartsız, her fotoğrafta el pençe divan durarak uyan bir kalabalıkla dolu. Örnek cümleleri her an aynı hazneden.
Çarşamba günü (8 Şubat) Kahramanmaraş’ta stadyumdaki çadır merkezini ziyaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bir yıl içerisinde tüm felaketzedelerimizin konutlarını yapma talimatı verdim” açıklamasını yapıyor. Enkaz altındaki yakınlarının canlarının kurtarılmasını bekleyen depremzedelere hesaplarına şimdilik 10 bin lira yatırılacağını da belirtiyor.
“Kim öle, kim kala” derdi annem
Ülkemizde bu yıl neler olacağı, yaşanacağı belirsizken, o saatlerde yıkılan binaların sayısı, “ayakta” kalanların hasar oranı bile belli değilken, henüz ulaşıl(a)mayan, ekip, yardım gönderil(e)meyen köylerden, kasabalardan söz edilirken verilen bir talimat: “Bir yıl içinde…” Anında, hemen değil böyle vadeli meselelerde “Ah yavrum, o güne kim öle, kim kala…” diye mırıldanırdı rahmetli annem.
Yıllardır toplanan “deprem vergisi” olarak anılan gelirlerin (¹) akıbetinin, olası depremler için ayrılan kaynağın, bütçenin, fonların çok tartışmalı olduğu bir dönemdeki vaatler. Ki günlerdir 6 bin 500’de sabitlenen yıkılan bina sayısı, dün Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un açıkladığı yıkık ve ağır hasarlı bina sayısıyla bir anda iki katına, 12 bin 141’e çıkıyor.
İnanılması güç iddia
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu talimat meselesine iki yönlü yaklaşıyor: “En basit işleri bile talimatla yapan bakanlara, milletvekillerine ve bürokratlara da talimat verin. Artık sussunlar ve sadece işlerini yapsınlar.”
Hatayspor yardımcı antrenörü, eski milli futbolcu Gökhan Zan’ın ağır, inanılması hakikaten güç iddiaları yansıyor ekranlara. Zan depremin yıkıma uğrattığı kentte onlarca vinç, kepçe ve kamyonun AFAD’dan talimat alamadıkları için iki gündür ‘boş boş’ beklediklerini iddia ediyor. Cep telefonunun kamerasıyla da gösteriyor bekleyen araçları, “Buradaki vinçler ceset için olmasın, insanları kurtarmak için olsun” diye yalvarıyor:
“Ben yetkililerle, buradaki şoförlerle çalışan arkadaşlarla konuştum. Yalvardım, ‘Neden çalışmıyorsunuz’ diye. Dedikleri şey, ‘Sadece bizi AFAD yönlendirebilir, onların dışında hareket edemeyiz.’ Daha sonra bir başkasına ‘Ne zaman çalışacaksınız?’ diye sordum. ‘Kayıt yapmadan, bizi yönlendirmeden yapamayız’ diyorlar.”
Her şey tek yerde, tek yerden…
Evet, tamam, bir organizasyon, koordinasyon elbette gerekiyor da… Olmuyor işte; AFAD’da, tek bir yerde toplanmaya çalışılan her şey, bölgelerdeki bakanlar, tek bir yerden talimat bekleyince olmuyor. Gözümün önünde depremin ilk gününden beri halkın “kendi imkânlarıyla” kurtardığı depremzedelerle ilgili haberler var. Aklımda talimat, yönlendirme, onay bekleyen, enkazda can kurtarma umudu belirince gözleri parlayan, yaşaran, hayatını hiçe sayarak saatlerce, günlerce çalışmaya hazır görevlilerin psikolojisi, ruh hâli…
Talimatı “resmi emir” olarak özetliyor sözlükler. Lâkin depremin vurduğu, evlerin, apartmanların, sitelerin, mahallelerin yerle bir olduğu, enkazların her köşesinde görüyoruz işte: “Emir demiri kesmiyor.” Ekipmanlar, vinçler, kepçeler, deliciler bir yana, o niyetle, o çaresizlikle bir demir testeresi arıyor insanlar.
Talimatla engellenen yardımlar
Ama etkili olan, malumun ilamını gerektirmeyen bazı talimatlar hep geçerli. Gazeteci Fatih Altaylı 8 Şubat’ta “tanınmış insanlarla birlikte deprem bölgelerine konteyner evler almak için yardım ve destek programı yapmak istediklerini ancak RTÜK’ten gelen talimatla engellendiğini” açıklıyor: “Son dakikada RTÜK’ten gelen bir talimatla, ‘Bunu yapmayın’ dendi. Uymak zorunda olduğumuz kurallar var ne yazık ki, katılsak da katılmasak da.”
Talimata gerek duymadan, talimat beklemeden mesleğini, bilgisini, becerisini, imkânlarını yardım, hizmet yolunda seferber edenlerin, bir can daha kurtarmak için bir şeyler yapmaya çalışanların da işi zor. Takdir beklerken tekdirle karşılaşıyor insanlar.
Kenetlenme çağrısı OHAL’de
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay CHP, Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden sert tepki gösteriyor. Hatay Havalimanı’nda pisti onaran Ankara, İskenderun Limanı’ndaki yangını söndürmeye çalışan İstanbul belediyelerini örnek vererek, “Siz kimsiniz ya, siz kimsiniz, ne olduğunuzu zannediyorsunuz siz….” diye söyleniyor. Oktay bir muhabirin “Ağır yaralı sayısı neden açıklanmıyor?” sorusuna ise “Bölge çok geniş olduğu için bu kadar detayla boğmak istemedik. İhtiyaçsa açıklamaya başlayabiliriz” karşılığını veriyor.
Meclis’te OHAL teskeresiyle ilgili Oktay’ın açıklamasıyla başlayan konuşmalarda söz alan iktidar ortağı MHP temsilcisi kürsüden “Devletin milletin bir arada olması zamanıdır, zaman kenetlenme zamanıdır” diyor. Ama o kenetlenme, birlik vurgusu, deprem alanındaki söylevlerde geçerli değil. Orada her fırsatta bir ayrım, “başka”larına bombardıman var.
Malumun ilamı gerekmiyor
Bölge sosyal medyaya,Twitter’a erişimin engellenmesiyle de sarsılıyor. “Acaba kim, neden veriyor bu talimatı?” sorusunun yanıtı belirsiz. Gerçi bu sorunun yanıtı malum, kendi adıma pek merak da etmiyorum. On ilde yaşanan deprem felâketinde yardım çağrı ve çalışmalarının koordinasyonunda kullanılan sosyal medyaya erişimin engellendiği iddialarını yalanlayan bir açıklama da yok tabii.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay da bu konudaki soruları geçiştiriyor: “İlgili kurumlarımız var. Onu o kurumlarımızla birlikte değerlendirebilirsiniz. Öğrendiğim kadarıyla zannediyorum bazı teknik sorunları vardı. Kendileri açıklama yapacaktır.” Açıklama yok ama kısıtlama gerekçeleriyle ilgili iddialar mebzul. CHP heyeti Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na gidiyor, “Muhatap bulamadık” deyip dönüyor.
İletişim Başkanı twitterda
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ise twitter üzerinden açıklama yapıyor: “Cumhurbaşkanımızın hepimize hatırlattığı üzere bu afetten sadece sağ değil, birlik ve beraberlik içinde daha da güçlenerek çıkacağız. Gün siyaset yapma günü değildir, bazı siyasilerin ayrılık tohumları ekmeyi amaçlayan açıklamalarını şiddetle kınıyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk andan itibaren ortaya koyduğu uygulamalar böyle bir zamanda çokça ihtiyaç duyulan güçlü liderliğinin bir kanıtıdır.”
“TSK talimat bekliyor artık”
Depremin ilk günlerinde bölgeye sevk edilen asker sayısının yetersiz olduğu da duyuluyor her yandan. Önceki yazımda değindiğim arama-kurtarma ustası madenciler desen onlar da bekliyorlar öyle… Kendilerine uçak tahsis edilmesini, bu konuda talimat bekleyenlerden bekliyorlar.
Depremin ilk günlerinde, ıssız gecelerinde biz de görüntülerde fark ediyoruz bu yokluğu, yetersizliği. Yine bir “talimat krizi” dolaşıyor ortalıkta. AKUT’un kurucusu Nasuh Mahruki’nin Fox TV’ye yaptığı açıklamadan “TSK, eskiden felâket anlarında hemen sahaya çıkar, müdahale ederdi. Yetkisi vardı buna. Hükümet yasayı değiştirdi ve bu yetkiyi aldı TSK’nin elinden. TSK şimdi sahaya çıkmak için talimat bekliyor” eleştirisini duyuyoruz.
Koronavirüsle talimatlı mücadele
Halkın bir felâkette, o ağır koşullarda tek başına ne yapacağını bilememesi normal ama öyle günler için görevlendirilmiş, görevi, kâğıt üzerinde yetki alanları öyle olan kurumların, birimlerin ne yapacağını en tepeden talimat gelmeden bilememesi yahut talimatsız adım atamaması normal değil. Ve maalesef yaşanan en büyük felâkette de ortaya çıkan bu kriz yeni bir şey de değil.
“Talimat” meselesi, krizi başkanlık sistemiyle birlikte her felâkette, afette gündeme yerleşen bir mevzu. Koronavirüs’ün en sıcak günlerinde her an, “yetkili”lerin kurduğu her cümlenin başında “Sayın cumhurbaşkanımızın talimatıyla…” şablonunu, mecburiyetini duyduk, seyrettik. Yapılan her şeyin girişinde “Talimat verdim, bugünden sonra…”yı da izledik.
Mesela Nisan 2020’de Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Bilim Kurulu toplantısının ardından, “sokağa çıkma kararının şu anda gündemde olmadığını” açıklıyor. Ancak kısa süre sonra İçişleri Bakanlığı 30 büyükşehir ve Zonguldak’ta 48 saat süreyle sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini duyuruyor. Ülke genelinde vatandaşlar marketlere hücum ediyor tabii. İzdiham, arbede, kavga… İnanılmaz görüntüler. Yine organizasyon, koordinasyon, gecikme haberleri…
Talimat şablonu ters tepince
Soylu, CNNTürk’e bağlanarak telaşa gerek olmadığını belirtiyor ve belki sonuçlarını o an hesaplamadan, o bildik şablona uyarak adres gösteriyor. “İşin başından itibaren Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla gerçekleşen bir süreç yönetimi ortadadır. Gelinen noktada, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla birlikte Sağlık Bakanlığı ile değerlendirerek sokağa çıkma yasağı ilan edildi” deyiveriyor!
Soylu ertesi gün düzeltmeye çalışıyor: “Bir buçuk-iki saatlik bir süreçte bazı kısıtlı bölgelerde bir yığılma oldu. Bunu öngörmedim. Zamanlaması açısından alınan karar, bakanlığımıza ait bir karardır.” Ardından da “Tamamen salgının önlenmesine yönelik hafta sonu sokağa çıkma kararının uygulanmasının sorumluluğu, her yönüyle şahsıma aittir” diyerek görevinden istifa ettiğini duyuruyor. Ama Cumhurbaşkanı istifasını kabul etmiyor.
Yangında talimat beklenir mi!
Mesela orman yangınları… DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan Ağustos 2021 Manavgat’da bir gencin “Yangının başladığı günden itibaren burada devlet yoktu” dediğini belirterek, “Bu çok ağır bir ifade. Vatandaşın evi yanarken, ülkenin ormanları, hayvanları yanarken ‘devlet yoktu’ diyor.
Afetlerde, felâketlerde iktidarın ayrımcılığına, talimat meselesine gelerek şöyle devam ediyor: “Öteki beriki belediye diye ayrımcılık yaptığına tanık oluyoruz. Afet döneminde belediyelere ‘öteki, beriki’ diye bakılmaz. Vatandaşlarımızdaki dayanışma ruhunu ülkeyi yönetenlerde görmüyoruz.
Yetkinin merkezden yerele devredilmesi gerekiyor. Yangın söndürme faaliyetinin başlaması için cumhurbaşkanının talimatı beklenmez. Sistemin otomatik yürümesi lazım. Ona ulaşana, talimat alana, cumhurbaşkanı yurtdışında sağa sola telefon edip bulana kadar memleketin ciğerleri yandı.” Babacan’ın sık vurguladığı “Koca bir ülkenin ekonomisi talimatla yönetilmez” cümlesi de her krizde dillerde.
Her felâkette “Nerede?” feryadı
2021 yazında Muğla-Marmaris yangınıyla başlayan, alevden bir işgal hattıyla her yere yayılan, günlerce ekranlardan seyredilen yangın da bir örnek. Bugünle kıyaslanması asla, elbette mümkün ve revâ değil ama bugün “İş makineleri, arama-kurtarma ekipleri, askeri birlikler, madenciler nerede” çığlığı o günlerde de “Yangın söndürme uçakları nerede?” yakarışıyla duyuluyor. Bugün 10 ilden yükselen “Ayakta ev kalmadı” feryadı, o günlerde “Yanmadık yer, orman kalmadı”.
Ağustos 2022’de Balıklı Rum Hastanesi’nde meydana gelen yangınla ilgili Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, her zamanki dil bilgisiyle “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla söndürüldü” ifadesini kullanıyor. İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu “Bir yangın olduğunda ‘talimat’ diye bir şey olur mu? Nereden nereye geldik? Hayret bir durum” tepkisini gösteriyor.
Kızılay’a “talimat” tepkileri
Geçen yıl kasım ayında Düzce’de yaşanan depremin ardından Kızılay Başkanı Kerem Kınık Twitter’dan, “Sayın cumhurbaşkanımız arayarak müdahale faaliyetlerimiz hakkında bilgi aldı, vatandaşlarımızın tüm ihtiyaçlarının giderilmesi doğrultusunda talimatlarını verdi” mesajını paylaşıyor. Kınık mesajının altında “Bir kez de talimatsız iş yapın”, “Bunu yazmanız şart tabii” gibi tepkiler birikince onları gizliyor (siliyor). Yazar Mustafa Sönmez o günlerde “İşinizi yapmanız için Cumhurbaşkanının talimatı mı gerekli? Depremden korkma, bu adamlarla depremi yaşamaktan kork” tepkisini gösteriyor.
Kınık yaşadığımız bu felâkette ise depremden yaklaşık 24 saat sonra Habertürk’e “Yıkılan binaların tamamına ulaşıldı, çok büyük oranda arama kurtarma başlatıldı. Ulaşılmayan bir nokta yok” deyince bu konuda kendince “soğukkanlı, dengeli” davranan, o saik ile depremle ilgili değerlendirmelerde de sık sık “araya giren” moderatör Kübra Par da müdahale ediyor: “Bize sahadan o şekilde bilgiler gelmiyor.”
Maden faciaları desen öyle; ihmaller, yetersizlikler, tedbir-denetim sorunları, “Göz göre göre…” başlıklı dosyalarda birikti, birikiyor yıllardır. Batı Karadeniz’de, Rize’de 2021’de yaşanan sel felâketleriyle ilgili haberlerde de “Coğrafya talimatla yönetilmez” başlığına rastlıyoruz.
Deprem eşittir felâket değil
Depremin, etkisinin, etkilediği alanın büyüklüğünü inkâr etmiyor kimse. Ama depremin büyüklüğüyle sonrasında yaşanan “felâket”in büyüklüğü, nedenleri-sonuçları arasında doğrudan, eşit, neredeyse “doğal” bir bağlantı kurma çabası, hatta o kullanışlı “kader”den medet umulması başka bir şey.
Çok katlı “pırıl pırıl” apartmanlar, “rezidans” kılıklı/makyajlı binalar bile yerle bir olduysa, oralarda gördüğümüz toprak tepecikler toplu mezarlar gibi uzayıp gidiyorsa, felâket zincirinin halkalarına dönüşen ulaşım, arama-kurtarma, ekip, ekipman, yardım, yönlendirme, organizasyon tümüyle yetersiz kaldıysa… Deprem haritalarında yıllardır kırmızı hatta işaretlenen, öylece bekleyen o bölge için öncesinde yapılan yani yapılmayan şeyler, alınması gereken tedbirler gündeme gelecek tabii. Bu ne haksız bir eleştiri, ne de bir istismar.
Mezarlık abidesi gibi…
Hatay’da depremde boydan boya yıkılan 250 daireli Rönesans Rezidans’ın müteahhidi kaçarken havaalanında yakalanıyor. Ama onun daha projesinde “yakalanması” gerekiyordu aslında. Depreme hazırlık böyle bir şey. Yaşandıktan, felâkete dönüştükten sonra çıkan bilançonun ona-buna, kadere havalesi değil. Sorumlularının Allah’a havalesi de değil.
Kahramanmaraş’taki TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası binasının, çevresinde hepsi yerle bir olan binalar arasında çiziksiz durması bir ibret fotoğrafı. Demeye dilim varmıyor ama… Artık o enkaz bölgesinin arasında hazin bir mezarlık abidesi gibi duruyor.
Kurtarma değil “mucize”
Depremin kış şartlarında geçen 112. saatinde yazıyorum bu satırları. Depremin beşinci gününe girilirken artık kurtarma ekiplerinin biriktiği, yığıldığı enkazlardan kurtarılan insanlarla ilgili terminoloji “mucize”: “Bir mucize de Hatay’dan…” Oysa bir gün, iki gün, üç gün, dört gün önce değildi. Mucizeleri değil “normal”ini, olması gerekeni bekliyordu insanlar.
O saatlerde kurtulanları umutla izlerken, insanın aklından ilk günlerde, ikinci, üçüncü günde “Kaç insan kurtarılırdı, kurtarılabilirdi?” sorusunun geçmesi siyasi istismar mıdır? Saatlerce, hatta günlerce “Beni kurtarın” çığlıklarının, seslerinin, sosyal medyadaki mesajlarının artık sustuğunu, istisnaya dönüştüğünü görmek, kurtarılan insan haberlerinin artık o saatlerde “çıkarılan cenazeler”e dair haberlerin gerisinde kalması, insanı neyin tanığı yapar. “Enkaz kurtarma” çalışmalarının “enkaz kaldırma”ya dönüşmemesi için yalvaran insanların çığlığını duymak neye tanıklıktır?
“Cumhurbaşkanı emir eri mi?”
Böyle konularda, afetlerde, felâketlerde artık yılan hikâyesine dönen bilimsel uyarılar değerlendirilmeden, hazırlık yapılmadan, zorunlu tedbirler alınmadan talimatla değil peynir gemisi, kayık bile yürümüyor. Öte yandan merkezi talimat, iban, hemen her fırsatta telefonlarımızda görülen rutin bağış “sms”leri, izin vs. beklemeden inanılmaz bir yardım seferberliğine şahit oluyoruz.
Millet ittifakının 244 sayfada topladığı, 2 binden fazla düzenlemeyi-kararı içeren “Ortak Mutabakat İlkeleri” çerçevesinde görev yapacak, yolunu kafasına göre değil o kararlara göre belirleyecek cumhurbaşkanı adayı hakkında Erdoğan’ın geçen ayki çıkışını hatırlıyorum: “Cumhurbaşkanını bir grup genel başkanın emir eri yapmaya çalışıyorlar.” Ne kadar anlamlı değil mi…
(¹) “17.8.1999 ve 12.11.1999 Tarihlerinde Marmara Bölgesi ve Civarında Meydana Gelen Depremin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpları Gidermek Amacıyla Bazı Mükellefiyetler İhdası ve Bazı Vergi Kanunlarında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”.