Gazeteci Metin Gülbay’ın bir grup yazar ve kanaat önderiyle yaptığı söyleşilerden oluşuyor. Üst başlıksa, “Bir toplum mühendisliği projesi çalışması.” Murat Belge, Ahmet Ümit, emekli amiral Atilla Kıyat, Aydın Uğur, sorulara cevap verenler arasında. Kitabı karıştırdıkça, 2012 yılında neler neler konuşuyormuşuz, inanılmaz buluyorum.
2005-2013 aralığının, kendi geçmişimize yönelik cesur eleştiriler yapabildiğimiz, tabu sayılan konuları cesaretle tartışabildiğimiz bir dönem olduğu görülüyor. Ahmet Ümit, “Çok kültürlü bir toplum olamadık” diyor. “Eğer insanlar çok kültürlü bakış açısını kabul ederlerse, yani sadece Türklük ve Müslümanlığın değil aynı zamanda Romalı, Hitit, Bizanslı olmanın da övünme aracı olabileceğini kabul ederlerse…
Nemrut Dağı’na heykelleri diken adamın yani Komagene Kralı Antiokhos’un da bir övünme nedeni olabileceğini, Aziz Paulus’un Tarsuslu olmasının övünme nedeni olabileceğini kabul edip böyle geniş bir konseptte bakabilirsek hiç sorun kalmayacak.”(s.19)
Murat Belge,Türkiye’de edebiyatın esas olarak düşmanlık üzerine kurulmuş olduğuna dikkat çekiyor: “(Edebiyatımızda) Batı düşmanlığı, ama ondan daha koyu olarak azınlık düşmanlığı var. Çünkü onlar içimizdeki hain. Düne kadar bizim uşağımızdı edebiyatı yaygın. Bunu yapmayan yok. O uşak diye gördükleri adamın birdenbire üste çıkmasına katiyen tahammül edemiyorlar.”
Kitabı hazırlayan Metin Gülbay, Murat Belge’ye soruyor: “Acaba ilkokuldan itibaren kitaplarda dostluğu, barışı öğretsek çocuklara bir şey değişir mi? Hani her sabah Türküm doğruyum çalışkanım yerine bunları öğretsek değiştirebilir miyiz kafalarımızı?” Belge, soruyu şöyle cevaplıyor:
“Tabii tabii çok fark edeceğini düşünüyorum. Çünkü bizdeki çok yapay pompalanan bir şey. Dünyada hiçbir halk bunları üretmez” (s.139-150).
Metin Gülbay söyleşilerden birini benimle yapmış. “En tehlikeli olan şey kendi geçmişini düşman görmektir” diyor ve devam ediyorum: “Anadolu bin yıl boyunca Hıristiyan dünyasının ana merkezi olmuş. Buradan yayılmış dünyaya Hıristiyanlık. Ve hepimizin geçmişinde biraz karıştırdığın zaman Hıristiyan bir damar ortaya çıkabilir. Bu tabii hem milliyetçi hem Müslüman olan ve bu şekilde eğitilen bir toplum açısından çok korkutucu bir şey… (Anadolu’da) Herkes biliyor ki, anneannesi, babaannnesi Hıristiyan çıkabilir… Anadolu’ya gittiğin zaman ‘Papazın Bağı’, bilmem kimin evi, bilmem kimin konağı vs. gibi gasp edilmiş arazi ve zenginliklerin olduğunu görüyoruz…’’ (s.162-178)
Bu kitabın basıldığı 2012 yılı, kendi geçmişimizi cesaretle tartışabildiğimiz, tabu olan birçok konuyu gündeme getirebildiğimiz bir dönemin parçasıydı.
Milliyetçilik, aşırı muhafazakarlık, içe dönük siyaset yerine, eleştirel bir eğilim öne çıkmıştı. Bu atmosfer, Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgili önemli ipuçları barındırıyor. Ne yazık ki şimdi bu konular gündemimizin neredeyse tamamen dışına çıkmış durumda.