Nafaka hakkındaki ilk yazımda “Erkekleri Koruma Derneği” örneği üzerinden nafaka hakkının nasıl zahmetsiz ve mesnetsiz bir dezenformasyonla “erkek mağduriyeti”ne dönüştürülmeye çalışıldığından bahsetmiştim. İkinci yazıda ise ortak çocuklar için “iştirak” ve eşlerden maddi zorluğa düşen taraf için “yoksulluk” nafakası kavramları üzerinden nafakanın ne olduğunu ve “süresiz” mitini anlamaya çalışmıştık.
Şimdi gelelim nafaka dezenformasyonunun “erkek mağduriyeti” tarafında atıp tutan “sorumluluk sahibi” “uzman” görüşlere…
4 Ekim 2023 tarihinde Yeniden Refah Partisinin Meclisin Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonuna sunduğu nafakanın sınırlandırılmasına ilişkin yasa tasarısının gerekçesini gözden geçirelim:
“Kanun maddesinden geçen ‘süresiz’ ibaresinin fazlaca mağduriyet yarattığı ortadadır. Nafakanın süresiz istenebilmesi nafaka yükümlüsü için bitmeyen bir borç anlamına gelmektedir. Bu borcun aynı kalmayıp nafaka artırım davaları ile artmasından dolayı boşanan çiftler çok defa karşı karşıya gelmektedirler. Aralarında hukuki ve manevi bağ kalmayan taraflar bu davalarla veya nafakanın ödenmemesi durumunda açılacak davalarla birbirlerinin hayatından bir türlü çıkamamaktadırlar.
Süresiz nafakanın kesilme şartlarına bakıldığında kadının evlenmesi veya taraflardan birinin ölümü dışındakiler ispat isteyen şartlardır. Örneğin tarafların maddi durumunun değişmesi, nafaka alan eşin haysiyetsiz yaşadığı veya bir erkekle evlilik dışı yaşadığı tespit edilmelidir. Bu durumların tespiti neredeyse gayrimümkündür. Nafaka yükümlüsünün ispat için dedektif gibi hareket etmesini ve tarafların birbirleri ile tekrardan karşı karşıya gelmesini sağlamaktadır.
Süresiz nafakanın başka bir sorunu ise kısa süren evlilikler için evli kalınan sürenin çok çok üstünde nafaka ödenmesidir. Kısa süreli evli kalan nafaka yükümlüsü bu bitmeyen borç yüzünden yeniden aile kurmakta zorlanmaktadır.”
Gerekçe metninde, çok sayıda soru ve ünlem işareti içeren nafaka klişelerinin önemli bir kısmını görebiliyoruz:
- Süresiz- sınırsız bir “yoksulluk” nafakası…
- Gittikçe artan “yoksulluk” nafakası miktarları…
- Yasal olarak ödenmesi gereken nafakanın tahsil edilememesi durumunda dava açılınca eşlerin birbirinin hayatından çıkamaması…
- Nafakanın kesilmesi koşullarının varlığının ispata bağlı olmasının yaşattığı mağduriyet…
- Nafaka yükümlüsünün dedektif gibi hareket etme mecburiyeti…
- Kısa süren evlilikler için uzun süren nafaka ödemeleri…
- Nafaka yükümlüsünün yeniden aile kurmakta zorlanması…
Bu klişelerin tamamının dayanaksız olduğunun ifade edilmesi hiçbir işe yaramıyor. Çünkü, burada hakkında olgularla düşünülebilen ve çözüm üretilmeye çalışılan değil “hissedilebilen” mağduriyetler söz konusu. Bu hisler de pek tabii ki, hiçbir yasayla ya da vicdani değerle bağlı olmaksızın sadece erkek olmakla kazanıldığına inanılan haklılıklarla dolu. Öyle ki, yasa teklifinin gerekçesindeki dile bile özen göstermek zorunda kalmıyorsunuz: “Haysiyetsiz” yaşayan tarafın kadın olduğundan eminsiniz, “doğal olarak” cümleyi “bir erkekle evlilik dışı yaşadığının tespiti” diye sürdürebiliyorsunuz. Evet, neyin kast edildiğini hepimiz anlıyoruz ama bu bir yasa teklifinin gerekçesi. Buradaki özeni sorgulamak siyaseten doğruculuk bile sayılmaz. Çok az sayıdaki partili kadının suretinin görünmesinden rahatsız olan, bu rahatsızlığı saklama gereği bile duymayan bir parti için bunlar gereksiz ve hatta lüks detaylar, doğru…
Burada benim açımdan en çarpıcı “mağduriyet” “nafaka yükümlüsünün yeniden aile kurmakta zorlanması”.
Resmî olarak ayrılınca, yani kadın ve çocuklar resmî olarak geride bırakılınca, “kutsal aile” de geride bırakılıyor. Bu hangi aşamada başlıyor bilinmez ama muhtemelen boşanma sürecinde aile kutsallığından soyuluyor, artık erkeği mağdur etmeye çalışan sıradan bir grup insana dönüşüyor!!! Âdeta erkekle birlikte salınan bir kavram olan “kutsal aile”, boşanınca, bir süreliğine boşta gezinen bir kavrama dönüşüyor. Ama hemen yeniden cisimleşmesi gerekiyor tabii ki: En kısa sürede yeni bir kadın bulunmalı ve yeni bir “yuva” kurulmalı. Bu yeni yuvanın akıbetinin ne olacağına da, kuşkusuz yine evin reisi karar verecektir. Bu tür durumlarda ne dilenir bilirsiniz: Allah iyilerle karşılaştırsın!!!
Şimdi sırada “nafaka dezenformasyonu tarihi”nin flaş açıklamalarından biri olan bir “hukukçu görüşü” var. EŞİK Gönüllüsü Avukat Hülya Gülbahar’ın 2020 yılından kalma raporundan (EŞİK – Eşitlik İçin Kadın Platformu » Medeni Yasa ve Nafaka (esikplatform.net)) alıntılayarak bu meşhur “erkek mağduriyeti” açıklaması ile devam edelim:
“Türkiye’de aile hukuku ve nafaka konusunda görevli yargı makamı olan Yargıtay 2.Hukuk Dairesi’nin başkanı Ömer Uğur Gençcan, Türkiye’de yoksulluk nafakasının 1988 yılına kadar bir yıl verildiğini, erkeklerin 80 senelik kazanılmış haklarının 1988 yılında ellerinden alındığını anlatıp duruyor. 8 Mart 2020 tarihinde hala görevi başında.
“Ben hakimim ben doğruyu söyleyeceğim… Bayram değil seyran değil (1988 yılında nafakayı) süresize çevirdiler… Adam ölünce alamıyor. Tabii ki alamayacaksın. Rahmetlinin mirasçıları sana mı verecek? Bak gördün mü süreli işte. Ölünce bitiyor. E tabii ki bitecek canım. Yeniden evlenince bitiyor. E tabii ki bitecek. Sen elin adamıyla evlen ben de sana ödemeye devam edeyim… Sen elin adamıyla gayrı meşru yaşa ben de sana her akşam içki paranı gönderirim. Var mı böyle bir şey? Bunları örnekleyerek bu sürelidir denilir mi ya. Tabii ki bitecek bu haller. Bu hale düşmezse, kocan ölmezse, kötü yola düşmezse, evlenmezsen ölene kadar alıyorsun. Ben 1988’den bu yana bu nafakanın süresiz olmasını içime sindiremedim. Ben yatmışım biriyle sen de yatmışsın biriyle. Ben sana bir ömür boyu nafaka. Ben tükürdüm sen tükürdün. Bir ömür boyu nafaka. Böyle bir şey mi olur? ’’diye konuşmalara devam ediyor.
… Yargıtay’ın aile hukuku ile görevli daire başkanı Ömer Uğur Gençcan’ın yoksulluk nafakası ile ilgili tarihimizi bilmemesi mümkün mü?”
Tabii ki hayır. Mümkün olmadığı gibi, görevi gereği bunu bilmek ve bildiklerini gerçeklere/olgulara uygun olarak değerlendirmek zorunda.
Konu hakkında ince yorumlar beklememiz gereken “sorumluluk makamındaki” uzman hukukçular bile, kaba bir dezenformasyon üzerinden kestirme yoldan atıp tutmayı tercih ediyor. Hukukçumuzun “tükürdüm tükürdün” seviyesine gelmesi mi yoksa bu kadar net ve galiz bir ayrımcılık yapması mı daha korkunç, bilemiyoruz. Ama Türkiye’de nafaka süresinin ya da kadın haklarının erkek hakimlerin inisiyatifine bırakılması durumunda yaşananlar/yaşanacaklar hakkında net bir fikir veriyor bu söylem bize. İşin kötüsü, hiç de yabancı değiliz, ne bu tepeden sözlere, ne de gücü elinde tutan erkeklerin ayrımcılık yapmasına. Zemini işte böyle kaybediyoruz.
Üç yazı boyunca nafakada “erkek mağduriyeti” söyleminin nasıl sadece ve sadece dezenformasyona dönüştürüldüğünü, sağ duyuyla bağının nasıl kesildiğini anlatmaya çalıştım. Bu dezenformasyon sürecini, rasyonel olmayan tartışma zeminini kabul etmek gibi bir seçenek yok. Zaten bu sürecin ya da daha doğru bir ifadeyle dezenformasyon sefaletinin herhangi bir vicdanî sonuca yol açmasının ya da çözüm getirmesinin de mümkün olmayacağı çok açık.
Hülya Gülbahar’ın yukarıda geçen rapordaki ifadelerine yer vererek bitirmek istiyorum:
“… Küçük yaşta eğitimden alınarak, ev kadınlığı dışında bir meslek edinmesi engellenen; çocuk yaşta zorla evlendirilip en az üç, mümkünse beş çocuk doğurtulan kadınların; ikinci, üçüncü eşlere yelken açan kocalarının ödeyeceği 2 ya da 3 yıllık nafakadan sonra eteğinde 3-5 çocuk ile ortada kalması “hak temelli adalet” olarak tanımlanıyor!
…
Sorunun, kadınlara iş, çocuklara kreş politikaları ile çözülmesi için, tek bir kadının bile erkeklerden gelecek nafakaya mahkum olmaksızın yaşayacağı bir Türkiye için mücadele ediyor ve toplumun tüm kesimlerinden bu mücadelemize destek bekliyoruz.”