Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIEvrim ve Yaratılış gerginliğine dair: Yanlış ve tehlikeler

Evrim ve Yaratılış gerginliğine dair: Yanlış ve tehlikeler

Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni hazırlayacağı müfredatta evrim teorisinin yer almayacağı, onun yerine Yaratılış Teorisi’nin benimseneceği söylentileri sosyal medyada çok sayıda paylaşıma ve tartışmaya neden oldu. Genelde tartışmalar biyologların evrim savunusu etrafında şekilleniyor. Elbette bu konunun çok önemli bir boyutunu oluşturuyor. Ancak bir Müslüman felsefeci olarak ben bu yazıda farklı bir boyutuna odaklanmak istiyorum: Yaratılış inancını, evrim teorisinin karşısına konumlandırmak teolojik olarak da yanlış ve tehlikeli bir hamledir.

Baştan pozisyonumu açık bir şekilde ifade edeyim. Ben Müslüman bir felsefeciyim. Bütün evreni, ondaki her cisim ve süreci yaratan bir yaratıcıya inanıyorum. Ama aynı zamanda fizik alanında doktora yapmış, bilim eğitimi almış ve bunun sonucunda evrim teorisinin başarılı bir bilimsel teori olduğunun farkında olan biriyim. Bunun sonucunda evrim teorisinin doğru olduğuna da inanıyorum. Dolayısı ile yaratılış ve evrim teorisinin birbiri ile çelişmediğini düşünüyorum. 

Evrim Teorisi ve “Yaratılış Bilimi”

Evrim teorisi dünyada canlı tür çeşitliliğini açıklamaya çalışan biyolojinin en temel kuramlarındandır. Tüm organizma türlerinin, bireyin rekabet etme, hayatta kalma ve üreme yeteneğini artıran küçük, kalıtsal varyasyonların doğal seçilimi yoluyla ortaya çıktığı ve geliştiği fikrine dayanmaktadır. Evrim teorisi başarılı ve temel bir bilimsel teoridir çünkü paleontoloji, genetik, karşılaştırmalı anatomi ve moleküler biyoloji gibi pek çok disiplinden gelen geniş ve çeşitli kanıtlarla desteklenmektedir. Dünyadaki yaşamın çeşitliliği ve organizmaların çevrelerinde hayatta kalmak ve gelişmek için geliştirdikleri adaptasyonlar hakkında tutarlı ve birleşik bir açıklama sağlar. Evrim teorisi, bir yüzyıldan fazla süren bilimsel araştırmalarla titizlikle test edilmiş ve geliştirilmiştir; gözlem ve deneylerle doğrulanan öngörülerde bulunmuştur. İlkeleri, bakterilerdeki antibiyotik direncinin yayılmasının anlaşılmasından insanların kökenlerinin izinin sürülmesine kadar biyolojik bilimlerde uygulanmaktadır. Teorinin farklı bilimsel alanlardan gelen bilgileri entegre etme kapasitesi ve ampirik verilerle tutarlı bir şekilde uyumlu test edilebilir tahminler yapabilme yeteneği, evrim teorisini biyoloji eğitiminde olmazsa olmaz bir teori haline getirir. Evrimsiz bir eğitim eksik bir eğitimdir. 

Evrim teorisi canlılığın çok eski olduğunu ve insanlık dahil türlerin çok uzun zamanda ortaya çıktığını söyler. Bu söylem Tevrat’ın Tekvin bölümünde anlatılan canlılığın yaratılışı ile ilgili bölümlerin literal/lafzi okuması ile çelişir. 

Tekvin’e göre bitkiler yaratılışın üçüncü günü, deniz canlıları ve kuşlar beşinci günü, kara canlıları ve insanlar altıncı günü yaratılmıştırlar. Yedinci gün Tanrı dinlenmeye çekilmiştir! 

Bu anlatı türlerin sabit olduğu, bugünkü türlerin ilk zamanlardan beri var olduğunu ve türlerin dünyanın daha ilk zamanlarında ortaya çıktığını, çok hücreli canlıların bir anda tek hücreli canlılardan bağımsız bir şekilde oluştuğunu ima eder. Tüm bu iddialar hem evrim teorisi hem de fosil kayıtları ile açık şekilde çelişir. Bu yüzden ABD’deki literal Tevrat yorumunda ısrar eden Evanjelistler Evrim teorisini ve onu destekleyen fosil kayıtları gibi bilimsel verileri inkâr ediyorlar. Bilimle ters düştüklerini inkâr etmek için ise evrimin karşısına “Yaratılış Bilimi” (Creation Science) dedikleri bir yaklaşım ortaya attılar. 

Yaratılış biliminin savunucuları, evrenin ve tüm yaşam formlarının, genellikle son 10.000 yıl içinde, doğaüstü bir yaratıcı tarafından mevcut formlarıyla yaratıldığını ileri sürerler. Bu anlatı sadece türlerin evrimini değil, jeolojik evrimi ve kozmolojik evrim teorisi olan büyük patlama teorisi de inkâr eder. Bu anlatının bilimle çelişkisi o kadar aşikardır ki bazı Evanjelistler, “Yaşlı Dünya Yaratılış” bilimi adı altında alternatif yaklaşımlar sunmak zorunda kalmışlardır. 

Evanjelist Yaratılış Bilimi bir sözde bilimsel yaklaşımdır. Sözde bilimseldir çünkü bilim olma iddiasındadır ama bilimsel bir teori olma kriterlerini karşılamaz. Yaratılış bilimi gözlemsel destekten yoksundur, gözlemsel verilerle çelişir, yanlışlanabilecek öngörülerde bulunmaz, hatta hiçbir öngörüde bulunmaz, biyolojideki hiçbir olguya açıklama getirmez. Zaten tezin sadece küçük bir grup köktenci Hristiyan tarafından benimsenmesi de onun bilimsel teori olmadığının en iyi işaretidir. 

Peki İslam dünyası bu tartışmanın neresinde?

Kuran’ın anlatısı büyük oranda Tevrat’ın Tekvin anlatısından farklıdır. Bir yaratılış kronolojisi yoktur, bitkilerin ya da hayvanların yaratılışı ile ilgili detay verilmez. Kuran’da türlerin sabit olduğunu düşündüren ya da bugünkü türlerin dünyanın başından beri var olduğunu ima eden hiçbir anlatı yoktur. Tevrat’ta anlatılan insan yaratılışı dünyada iken, Kuran’da ise başka bir gerçeklikte, yani cennette insanın yaratılışı anlatılır. Üstelik Kuran Allah’ın yedinci gün dinlendiği iddiasını reddederek Tekvin’in anlatısını benimsemediğini açıkça söyler.

Kuran’dan yaratılış bilimini çıkarmak mümkün değildir. Buna rağmen, Evanjelistlerin özel teşviki ile Adnan Oktar grubu gibi bazı gruplar Evanjelist Yaratılış Bilimini Müslüman bir teori olarak pazarladılar. Kuran’la ve İslam inancı ile hiçbir ilişkisi olmadığı halde, “Allah rızası için” mutasyonlara karşı çıkan, türlerin değişemeyeceğini ya da atın evriminin fosillerinin gerçek olamayacağını savunan Müslümanlar ortaya çıktı. 

İronik bir şekilde Batı’dan getirilen yaratılış bilimi Batı karşıtı ruhla beslendi. Oysa Kuran’da atın evrimleşmediğini, mutasyonların hep zararlı olduğunu ya da türlerin değişemeyeceğini ima eden hiçbir şey yok! 

Türkiye’deki bazı din karşıtı konumlanan ideolojilerin ve bilimci yeni ateistlerin evrimi din karşıtlığı için bir araç haline getirmesi bu grup Müslümanların karşıtlığını daha da arttırdı. İlginçtir ne zaman sosyal medyada evrim İslam’la çelişmez desem Müslümanlardan çok ateistlerin saldırısına maruz kalıyorum.

Bir Meta-Anlatı Olarak Yaratılış İnancı ve Spontane Oluşum Teorisi

Ben hem yaratılış inancına sahip olduğumu hem de evrim teorisine inandığımı söyledim. Bu çelişki değil mi? Buna cevap vermek için yaratılış inancının ne olduğunu anlamamız gerekir. Yaratılış inancı canlılar ya da insanla sınırlı bir inanç değildir. Neredeyse bütün Müslüman düşünürlerin için Allah’ın yaratıcı olması demek, evrenin kendisi dahil, onda var olan tüm nesne ve süreçlerin Allah tarafından yaratıldığı inancıdır. Allah sadece ilk canlıları değil, beni, bu yazıyı yazdığım dizüstü bilgisayar, sabah yediğim simit de Allah tarafından yaratıldı. İşte tam bu yüzden yaratılış inancı Evrim teorisinin karşısına konulacak bir inanç değildir.  

Nitekim çağdaş Neo-Darwinist kuramın babası Theodosius Dobzhansky, çok atıf yapılan “Evrimin ışığı olmaksızın biyolojide hiçbir şeyin anlamı yoktur” sözünün geçtiği Nature makalesinde kendisi için “Ben hem evrimci hem de yaratılışçıyım” der. Benim pozisyonum da budur.

Yaratılış inancımızı, Evrim teorisinin karşısına koymak; evrenin yaratılışını büyük patlama teorisi (evrenin evrim teorisi); yer yüzünün yaratılışını jeolojik evrim ile karşı karşıya getirmek gibidir. Bulutun yağmuru ürettiği iddiasını, Allah’ın yağmur yağdırdığı iddiası ile; fırıncının simit yaptığı iddiasını Allah’ın bizi doyurduğu iddiası ile karşı karşıya getirmek gibidir. Beni annemin doğurduğu iddiasını Allah’ın beni yarattığı iddiası ile karşı karşıya getirmek gibidir. Yanlış ve tehlikelidir. İki farklı açıklama türünü karşı karşıya getirerek yanlış bir ikilem oluşturur. Teknik tabirle bu karşılaştırma kategori hatası işler. Bunu detaylı bir şekilde açayım. 

Evrim teorisi bilimsel bir teoridir. Gözlemlere dayanarak oluşturulur ve yeni gözlemler çerçevesinde de yeniden düzenlenir. Evrim teorisi diye kısaca andığım teori aslında modern genetik ile doğal seçilime dayanan evrim teorisinin sentezi Neo-Darwinci evrim teorisidir. Canlılarda çeşitliği sağlayan mekanizma, kalıtım mekanizması, evrimin itici gücü olan mekanizmaya bağlı olarak elbette başka evrim teoriler kurgulanabilir. Darwin’in kendi Evrim teorisi ya da Lamarck’ın Evrim teorisi mesela bugün kabul ettiğimiz Evrim teorisinden farklıdır. Tabi hepsinin ortak özelliği türlerin dönüşüm ile yavaş süreçler ile oluştuğu fikrine dayanmasıdır. 

Peki evrimi reddeden, yani tüm bu farklı evrimsel teorilerin yanlış olduğunu iddia eden kişi bilimsel arenada hangi teori grubunu kabul eder? Bunun cevabı Spontane Oluşum teorisi. Spontane Oluşum teorisi çok hücreli canlı organizmaların herhangi bir biyolojik ebeveyn olmaksızın cansız maddelerden ortaya çıkabileceğini öne sürer. Bu inanış, cansız maddelerden kompleks ve eksiksiz yaşam formlarının kendiliğinden ortaya çıkabileceğini iddia eder. Örneğin çürüyen etlerden kaynaklanan kurtçuklar veya tahıllardan farelerin bu tarz bir oluşuma örnek olarak görülür. Bu teori modern mikrobiyolojinin ortaya çıkması büyük darbe yemeden önce çok sayıda bilim insanı ve felsefeci tarafından savunulmuştu. Aristoteles’in savunmasından dolayı özellikle Aristocular arasında yaygın bir pozisyondu. Bu yüzden dini yaratılışı da bu teori çerçevesinde düşünmek epey yaygındı. Sonuç olarak bilimsel zeminde Evrim teorilerinin rakibi, spontane oluşum teorileridir. 

Evrim karşıtları ve bilimsel yaratılış teorisi savunucuları yanıltıcı bir hamle yaparlar. Onlar Evrim teorisi aleyhinde çeşitli argümanlar sunmaya çalışırlar. Bu sundukları argümanların çoğu ya zayıftır ya da yanlış anlamaya dayanır. Ancak elbette ki Evrim teorisinde karanlık noktalar ve iyileştirilmesi gereken yönler vardır. Bu normaldir, bilimdeki tüm teoriler böyledir. Esas mesele açıklama gücü daha büyük, daha az sorunu olan, daha çok açıklama gücü olan bir teori bulmaktır. Bu teori bulunana kadar teori değişimi olmaz. Newton’un yerçekimi ve hareket yasaları 19. yüzyılda Merkür’ün hareketi, siyah cisim ışınımı, foto-elektrik etki, atomun spektral ışınları gibi çok sayıda fenomeni açıklayamıyordu. Ancak bu teori hala kabul görüyordu çünkü alternatif bir teori yoktu. Ancak bu sorunları açıklayan ve yeni öngörülerde bulunan Görelilik ve Kuantum teorileri geliştirilince terkedildi. Bilim dünyasının Newton’un yasalarına inanmasının tek nedeni elbette ki alternatif olmamasının getirdiği çaresizlik değildi, zira sorunlar zaman içerisinde yeni bilgilerle çözülebilir. Nitekim Newton yasaları Uranüs gezegenin hareketini de açıklayamıyordu, ancak Neptün keşfi ile bu sorun çözüldü.  Sorun Neptün’ün yerçekiminin hesaba katılmamasıydı. 

Dolayısı ile evrim teorisini terk edip bir spontane oluşum teorisi kabul etmemiz için, Evrim teorisinden açıklama ve öngörü gücü daha güçlü bir spontane oluşum teorisine ihtiyaç vardır. Böyle bir teori var mı? Ne yazık ki yok. Üstelik aleyhte o kadar çok veri var ki böyle bir teorinin yakın zamanda geliştirilmesi hiç olası gözükmemektedir. Üstelik türlerin değiştiği ve hatta türleşmenin gerçekleştiği (yeni türlerin ortaya çıktığı) doğrudan gözlemlenmiştir.

(Yeni bir Darwin ispinozunun ortaya çıkış örneği için bakınız) https://www.science.org/doi/10.1126/science.aao4593).

Evrim teorisinin karşıtının yaratılış inancı değil de spontane oluşum kuramı olduğunu gördük. 

Peki yaratılış inancı bu tartışmanın neresinde duruyor. Yaratılış inancı, ki burada Müslümanların yaratılış inancını kastediyorum, bir meta-anlatıdır. Büyük anlatı veya ana anlatı olarak da bilinen meta-anlatı, tarihsel olaylara, deneyimlere ve sosyal ve kültürel olgulara evrensel bir yorum getirdiği düşünülen kapsamlı bir açıklama veya büyük hikayedir. Terim genellikle Fransız filozof Jean-François Lyotard’ın çalışmalarıyla ilişkilendirilir. Bir meta-anlatı olarak yaratılış inancı deneysel verilere bakarak oluşturulmaz, onların üstünde ya da ötesindedir. Meta-anlatıların görevi bilimsel teori ve gözlemleri, diğer insani deneyimler ve bilgilerle beraber anlamlandırmak ve büyük bir anlatıda birleştirmektir. İşte bu yüzden meta-anlatıyı bir teorinin karşısına koymak kategori hatasıdır. Biri elma, öteki armuttur. Bunlar başka amaçlar güderler.

Durumu evrim dışında bir örnekle inceleyelim. Yağmur bulutlardan fiziksel mekanizmalarla yağar. Yağmurun nasıl oluştuğunu açıklayan çok başarılı bir teorimiz var, yağmur yoğunlaşması çekirdekleri teorisi. Sizi bu teorinin detayları ile sıkmayayım ama elbette ki yağmur süreçlerle oluşur. Diğer taraftan Yaratılış inancı yağmuru Allah’ın yağdırdığını söyler. Nitekim çok sayıda ayette Kuran’da yağmuru Allah’ın yağdırdığı söylenir. Allah’a şükür, hiçbir Müslüman düşünür yağmur yoğunlaşması çekirdekleri teorisini reddetmemiştir. Nitekim bu teoriden önce, hatta Hz. Muhammed döneminde de mekanizma bilinmese bile yağmurun bulutlarda oluştuğu biliniyordu. Yaratılış inancı yağmurun yağma mekanizmasını büyük bir anlatı ile birleştirir. Bu inanç Müslüman için o bulut ve mekanizmalar arkasında Allah’ın olduğunu hatırlatır. Yağmurun insana bir ikram, bir rahmet olduğu bilinci canlandırılır. 

Elbette kelamcılar/teologlar ve felsefeciler bu meta-anlatının mekanizmaları üstünde de dururlar. Mesela bir grup teolog ve felsefeci Allah’ın doğa yasalarını araç olarak kullanarak yağmuru yağdırdığını savunur. Allah yaratıcıdır çünkü o sürecin yaratıcısı ve sahibidir. Diğer taraftan daha literal okumadan yana olan Eşari teologlar gibi başka bir grup vesilecilik olarak bilinen yaklaşımı tercih eder. Vesileciliğe göre Allah her şeyi doğrudan yapar. Allah yağmuru doğrudan yaratır, bebeği anne ve babasından bağımsız olarak doğrudan yaratır vb. Bu bilimle çelişir mi dediniz? Elbette ki hayır. 

Vesileceler doğada gözlemlenebilir süreçler olduğunu  reddetmezler. Örneğin, havadaki su buharı damlacıklar halinde yoğunlaşıp bir bulut oluşturduğunda, bir vesileci, buharın yoğunlaşmasına neden olan şeyin yalnızca sıcaklıktaki düşüş olmadığını savunacaktır. Bunun yerine, koşullara tepki olarak yoğunlaşmayı yaratmak için Allah’ın o anda müdahale ettiğini söyleyecektir. Benzer şekilde, buluttaki damlacıkların yağmur olarak düşecek kadar genleşmesi, birleşme ve yerçekimi gibi fiziksel süreçlerin doğrudan bir sonucu olarak görülmez. Bunun yerine, her bir damlacığın genleşmesi ve nihai düşüşünün doğrudan Allah’ın müdahalesinden kaynaklandığı, fiziksel koşulların yalnızca bu tür ilahi eylem için bir vesile olduğu düşünülür. Bir vesileci yağmur yoğunlaşması çekirdekleri teorisini reddetmez, sadece orada bir doğal nedenler zinciri görmek yerine her noktasında Allah’ın müdahale ettiği bir süreç görür. Bu olayların farklı bir yorumudur ve bilimsel teste tabi tutulamadığı gibi pratikte diğer yorumlar aynı sonuçları öngörür. Bu görüşe göre, fiziki dünyada gözlemlediğimiz doğa yasaları ve tutarlı davranışlar, özerk süreçlerden ziyade Allah’ın sürekli ve tutarlı iradesinin tezahürleridir. Her doğal olay ilahi nedenselliğin bir ifadesidir; gözlemlenebilir neden-sonuç ilişkileri, fiziksel varlıklar veya kuvvetler arasındaki içsel etkileşimlerden ziyade, Tanrı’nın kendi iradesini gerçekleştirmesi için vesilelerdir. Ben vesileci değilim ama bu meta-anlatı tüm bilimsel teorilere rahatlıkla uygulanabilir. Evrim teorisi de dahil! Tabi bu örnekte gördüğümüz gibi yaratılış inancını evrene uyguladığımız durumlarda farklı çok sayıda modelle karşılaşıyoruz. Yani yaratılış inancının da tek bir okuması yoktur.

Meta-anlatılar dogmatik inançlar olmak zorunda değildir. Bunlar ampirik olarak doğrulanıp yanlışlanamaz ama akli olarak incelenebilirler. Bu anlatılar felsefenin konusudur ve hepsinin lehinde ve aleyhinde argümanlar geliştirmek mümkündür. Nitekim benim akademik çalışmalarımın bir kısmı yaratılış inancının doğrulunu akli olarak göstermeye adanmıştır (teknik isimleri ile hudus argümanı ve hassas ayar argümanlarını savunuyorum.). 

Sonuç olarak yaratılış inancı bir meta-anlatıdır, evrim teorisi ise bilimsel bir teoridir. Bunları karşı karşıya getirmek elma ile armudu kıyaslamak gibidir. Kategori hatası işler. Ancak kanaatimce bu hata bir Müslüman entelektüel açısından tehlikeli de bir hatadır. Şimdi biraz da bunun üstünde duralım. 

Evrime din adına karşı çıkmanın teolojik tehlikeleri

Evanjelist kökenli propaganda ne yazık ki yaratılış inancını “bilimsel yaratılış teorisi” gibi sunmaktadır. Bu algı da Yaratılış inancının bilimle çeliştiği, bir kişinin hem Müslüman hem de evrime inanan bir birey olamayacağı intibahı uyandırır. Diğer bir deyişle evrim teorisi doğru ise yaratılış inancı yanlıştır olmalıdır. Bir kişi ya bilimi ya da dini kabul etmeye zorlanır. Bu ise özellikle entelektüel dünyada ciddi sorunlara yol açar. Evrim teorisine ikna olan bilime meraklı gençler dinden uzaklaşacaklardır. Bu ise zor bir şey değil, zira “bilimsel yaratılış teorisinin” bilimsel yansıması yukarıda bahsettiğim gibi spontane oluşum teorisidir. Bu teorinin ise evrim teorisi karşısında hiç şansı yoktur. Nitekim hali hazırda böyle çok gençle karşılaştım. Bu uzaklaşmanın nedeni ise dinin bilimle çatışması değildir, çünkü bir meta-açıklama yukarıda da değindiğim gibi bilimsel bir teori ile çelişemez. Bu uzaklaşmanın sebebi yukarıda bahsettiğim kategori hatasını gerçek gibi sunan evanjelist evrim karşıtı söylemdir. 

Bilimsel teorilerle bu tarz bir savaşın dine verdiği zararı ünlü kelamcı Gazzali şu şekilde izah eder:

“Biz bu tür bilgilerin (fenn) geçersiz kılınması üzerinde ayrıntılı olarak durmayacağız; çünkü bu hiçbir yarar sağlamaz. Kim ki bunun geçersiz kılmak için tartışmaya girişmenin dinin gereği olduğunu sanırsa dine karşı suç işlemiş ve onu zaafa uğratmış olur. Zira bu meseleler, hiçbir şüpheye yer bırakmayan geometri ve matematik kanıtlara dayanmaktadır. Ay ve Güneş tutulmasının vaktini ve süresini sebepleriyle birlikte haber verecek kadar bu meseleleri iyi bilen ve delillerini inceleyen kimseye “Bu tavrın şeriata aykırıdır” denildiğinde, söz konusu kimse kendi bilgisinden değil şeriattan şüphe eder. Halbuki şeriatın öngörmediği bir yöntemle şeriata yardıma kalkışanın ona verdiği zarar, kendi yöntemiyle şeriata zarar vermek isteyenin ona vereceği zarardan daha büyüktür. Nitekim “Akıllı düşman cahil dosttan daha iyidir? denilmiştir.” (Gazzali, Filozofların Tutarsızlığı, neşir ve tercüme Mahmut Kaya-Hüseyin Sarıoğlu, İstanbul, 2018, s.7)

Bu kategori hatasının diğer bir zararı biyologlar ve bilim insanları arasında İslam dini ve entelektüel geleneğinin prestijine zarar vermesidir. Bu yaklaşım Müslüman olmak sanki dogmatik olmak, bilimsel veriler görmezden gelmek, orta çağda geliştirilen bilimsel teorileri savunmayı gerektirir gibi bir algı oluşturur. Nitekim hangi kelam/teolojinin temel metnini alırsanız alın, mesela Maturidi’nin Kitabı tevhidi, gözlem ve akıllın vahiy yanında bilgi olarak kabul edildiğini görürsünüz. İslami teolojiler bir sürü konuda görüş ayrılığına düşse de bu konuda fikir birliği vardır. Gazalli gibi vesileciler bile görünür dünyadaki düzenlilikleri (doğa yasaları ve teoriler) reddetmez ve bunlara karşı çıkmayı yanlış bulur.

Ya Âdem Kıssası? 

Yazımı bitirmeden bir konuya daha değinmek istiyorum, Âdem kıssasının evrim ile çeliştiği iddiası. Neo-Darwinci evrim teorisinin Kuran’ın literal okuması ile çelişebilecek tek yönü Âdem kıssasıdır. Kuran’da yaşamın eski olduğu, türlerin değiştiği, bir türün başka bir türe dönüşebildiği, mutasyonların çeşitliliğin kökeni olduğu ve doğal seçilimin evrimin temel itici gücü olduğu tezleri ile çelişen hiçbir ifade yoktur. Tek potansiyel çelişki ortak ata tezi çerçevesinde ortaya çıkar. Ortak ata tezine göre tüm canlılık birbiri ile akrabadır, tüm türlerin ortak atası vardır. Tüm canlılık ilk canlıdan evrimleşerek ortaya çıkmıştır. Yine bu iddia genel hali ile Kuran ile çelişmez, atın buğday ile akraba olması hiçbir kuran ayeti ile çelişmez. Tek potansiyel sorun Âdem kıssası ile insanın diğer canlılarla akraba olduğu iddiasında ortaya çıkar. 

Peki gerçekten Âdem Kıssası ortak ata tezi ile çelişir mi? Kanaatimce cevap hayırdır. Birincisi Gazzali’nin ve çoğu kelamcının dikkat çekeceği gibi evren de Allah’ın kitabıdır ve oradaki açık bir gözlem vahiy ile çelişirse bu vahyi yanlış okuduğumuz anlamına gelir. Vahiydeki ilgili kısım tevil olarak bilinen yeniden okumaya tabi tutulmalıdır. Ancak Âdem Kıssasının literal okumasının bile ben ortak ata tezi ile çelişmediğini düşünmüyorum. Konu ile ilgili okuyucular şu akademik makaleme göz atabilirler (https://openaccess.ihu.edu.tr/server/api/core/bitstreams/60930bf2-ecb0-4b82-9292-9b4d5eeb945c/content) ya da şu konuşmamı izleyebilirler (https://youtu.be/swt1DIBFlX4?si=jmDowlsZFgKDwsUJ).

Kısaca özetlemem gerekirse Âdem kıssası, Hz. Adem’in farklı bir varlık boyutu olan cennete yaratılışını anlatır. Evrim teorisi ise insanlığın dünyada yaratılışını anlatır. İkisi farklı yer ve zamandaki farklı olguları anlatırlar. Bu olguları ise bilim ve vahiy ile çelişmeyecek şekilde bir araya getirmenin birden fazla yolu vardır. Paylaştığım kaynaklarda bunları detaylı ele alıyorum. 

Doç. Dr. Enis Doko, İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü.

- Advertisment -