Paris’te düzenlenen 2024 Olimpiyat Oyunlarına 26 Temmuz akşamı Sen Nehri’nde açılış töreni yapıldı. Törende drag queen performansıyla Hz. İsa’yı konu alan “Son Akşam Yemeği” tablosunun tasvir edilmesi ciddi tartışmalara yol açtı. Tabloda Hz. İsa bir kadın dansçı ile değiştirilmiş, bazı havarilerin yerini ise drag queenler almıştı. Kadın dansçının Hz. İsa’yı temsil ettiği ünlü Rönesans freskindeki haleyi andıran gümüş bir başlık takmasından da belliydi. Bu da yetmezmiş gibi havarileri temsil eden oyunculardan birinin cinsel organının bir kısmı görüldü.
Bu performans Hristiyanlar tarafından dinlerinin alaya alınması olarak yorumlandı ve bu çok sayıda tepkilere neden oldu. Peki Hristiyanlar neden alındı? Bu performansı eleştirmek için iyi bir gerekçe mi? Bu sorular üstüne biraz kafa yoralım.
Doğrusu Fransa’da böyle tepki çekecek bir performans görmek beni çok şaşırtmadı. Olimpiyat açılış törenlerinin ev sahibi ülkenin kültürünü yansıtacak şekilde düzenlemesi yaygın bir pratiktir.
Mesela 2014 kış olimpiyat oyunlarında Rusya’nın performansı ülkenin zengin müzik ve tiyatro kültürünün bir yansımasıydı. Ya da Çin’in açılış töreni ülkenin disiplin ve kolektif çalışmasının bir yansımasıydı.
Fransa dendiği zaman akla geleceklerden biri absürt/saçmadır. Rahatsız edicilik önemli bir unsurudur. Dolayısı ile absürt ve rahatsız edici bir şey bekliyordum. Ama beklediğim şey Hristiyanlığın alaya alınması değildi.
Çünkü Hristiyanlık hem Fransız kültürünün bir parçası hem de dünyanın şu anda ihtiyacı olan şey Hristiyanlık üstünden bir hiciv değil. Keşke mesela dünyanın Filistin soykırımı ve diğer tüm çağdaş savaşlarda ölenlerle ilgili dünyada güç sahiplerinin rolü ve sessizliği ele alınsaydı. Ya da öz eleştiri yapılacaksa hala farklı formlarda devam eden sömürgecilik ele alınsaydı. Absürt bu konuları gündeme getirmek için kullanılsaydı da hepimiz alkışlasaydık. Neyse konumuza dönelim.
Bir eylemin saygısızlık ya da kırıcı olması o eylemin bağlamı ve muhatapların nasıl anlayacağı ile yakından ilişiklidir. Birçok Hıristiyan için Son Akşam Yemeği, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce havarileriyle paylaştığı son yemeği temsil eden, inançlarının merkezinde yer alan kutsal ve önemli bir olaydır. Bu nedenle, Hz. İsa ve havarilerinin tasvirinin, özellikle de saygısız veya alaycı olarak görülebilecek bir şekilde değiştirilmesi, saygısızca hatta saldırgan bir tavır olarak değerlendirilebilir.
Son Akşam Yemeği neden Hristiyanlar için önemlidir? Sinoptik İncillerde (Matta, Markos ve Luka) ve Pavlus’un Korintlilere Birinci Mektubunda bahsedilen, dolayısı ile Yeni Ahitte önemli bir yere sahip olan Son Akşam Yemeği birkaç nedenden dolayı önemlidir.
Birincisi Son Akşam Yemeği sırasında Hz. İsa, birçok Hıristiyan geleneğinde merkezi bir ayin olan Efkaristiya’yı kurmuştur. Ekmek ve şarap almış, şükretmiş ve bunları havarileriyle paylaşmış, onlara bunu kendisini anmak için yapmalarını söylemiştir. Bu eylem, günahların bağışlanması için kurban edilen Hz. İsa’nın bedenini ve kanını sembolize eder. Hristiyanlar için son derece önemli bir ayini temsil eder.
İkincisi, Son Akşam Yemeği, İsraillilerin Mısır’daki kölelikten kurtuluşlarının anıldığı Yahudi Fısıh Bayramı sırasında gerçekleşmiştir. Hz. İsa’nın yemek sırasındaki davranışları, yaklaşan kurbanını Fısıh kuzusuyla ilişkilendirerek, insanlığı günahtan kurtaran kurtarıcı rolünü sembolik olarak ifade etmiştir.
Hz. İsa’nın kendini kurban ederek günahlarımızın kefaretini ödediği inancı Hristiyanlığın en merkezi inançlarından biridir.
Üçüncüsü Hz. İsa, Tanrı ile insanlık arasında, yaklaşan kurbanıyla mühürlenen yeni bir antlaşmadan söz etmiştir. Bu antlaşma ile Hristiyanlık Yahudilikten farklılaşır ve Yeni Ahit ortaya çıkar. Dolayısı ile Son Akşam Yemeği Hristiyanlık teolojinin en kilit ve kutsal anlarından biridir.
Bu analize bakarak Son Akşam Yemeğinin Hristiyanlar için kutsal olduğu aşikâr. Kutsal inançlar genellikle bir kişinin kimliği ve benlik duygusuyla derinden iç içe geçmiştir. Bu inançlarla alay etmek kişisel bir saldırı gibi hissedilebilir. Kişi doğrudan kendisine meydan okunuyor gibi bile algılayabilir. Dahası kutsal inançlar bir topluluk için önemlidir. Bu yüzden doğrudan o grup hedef alınıyor gibi hissedilebilir. Hatta ayrımcılığa uğruyormuş gibi bile algılayabilirler. Nitekim bu performansı izleyen Hristiyanların bir kısmı kendi dinlerine karşı bir tutum olduğunu hissetmişlerdir.
Peki diyelim Hristiyanlar alındı bu performansı eleştirmemiz için iyi bir gerekçe mi? Kanaatimce bunun cevabı evet.
Performansı savunanlar woke kültürüne destek verdiğini dolayısı ile çeşitliliğin bir savunması olduğunu söylüyor. Bence bu aslında eleştiriyi güçlendirecek bir tespit. Zira farklı inançlara saygı duymak gerçek çeşitliliği teşvik etmenin temelidir. Dinle alay etmek, inançlarını kimliklerinin önemli bir parçası olarak gören kişileri yabancılaştırabilir ve rencide edebilir. Kapsayıcılık böyle olmaz. Gerçek çeşitlilik ve kapsayıcılık, dini inançlara sahip olanlar da dahil olmak üzere tüm bireyleri kabul etmek ve onlara değer vermek anlamına gelir. Bu grubun çoğunluk olması ya da daha az zulme maruz kalması bu gerçekliği değiştirmez.
Üstelik bu tarz davranışların kendisi ters etki yapar. Bu performansın şahsen ben eşcinsel bireylere ve onların taleplerine daha çok sempati yarattığını düşünmüyorum. Siz bir grubu hedef alarak bir şey savunursanız, bu grubu sizin mesajınızdan uzaklaştırırsınız. Dolayısı ile bir grupla, hele de Hristiyanlık gibi geniş bir grupla alay etmek ya da onları rahatsız edecek bir eylemde bulunmak vermek istediğiniz mesajı yok eder.
Ne zaman bir yazı ya da konuşma hazırlasam Sadi Şirazi’nin şu önermesini hatırlarım: “Yanlış üslup, doğru sözün celladıdır.” Üslubunuz kötü ise mesajınızın içeriği önemli değil, duyulmayacak tepki olarak dönecektir. Üstelik bir grubu kıracak şekilde konuşmak kutuplaşmayı artırır ve nihai bir uzlaşı elde etmeyi zorlaştırır.
Son olarak çeşitlilik yanlısı iseniz iki tane temel etik duruşu savunmanız gerekir: Nezaket ve empati. Bunlar farklı gruplarla ilişki kurmanın temel taşlarıdır. Ancak alaycılık bu iki değerle açıkça çelişir. Hristiyanlarla empati kuramıyor, onlara nazik davranamıyorsak çeşitlilik yanlısı olduğumuz gerçekten söylenebilir mi?
Bu noktada bana iki eleştiride bulunabilirsiniz: İfade özgürlüğü ve sanatsal özgürlük. Genelde bunlar dillendiriliyor. İki eleştiriye de göz atalım.
Buradaki eleştirim ifade özgürlüğüne aykırı mı? Tabi ki hayır. Tam tersi kendi ifade özgürlüğümü kullanıyorum. Eleştiri bir ifade biçimidir. İfade özgürlüğü bireyleri devletler tarafından uygulanan yasal yaptırımlara karşı korur. Ancak, bireyleri eleştiri, boykot veya diğer sosyal tepki biçimleri gibi sosyal sonuçlardan korumaz. Bu sosyal tepkiler de ifade özgürlüğünün birer ifadesidir. Dolayısı ile Hristiyanların ya da onların alınmasının haklı olduğunu düşünenlerin getireceği eleştiri ya da herhangi bir sosyal tepki ifade özgürlüğünün bir kullanım biçimidir. Ayrıca birden fazla etik ilke olduğunu da unutmamak önemlidir. İnsanlar görüşlerini ifade etme hakkına sahip olmakla birlikte, sözlerinin başkaları üzerindeki etkisini göz önünde bulundurma sorumluluğuna da sahiptir. Alaycılığın eleştirilmesi, insanları bu alaycılığın etkilerinden dolayı sorumlu tutmanın bir yoludur. Dolayısı ile performansa gelen tepkiler, fiziki saldırı boyutunu almadığı sürece, etik açıdan sağlıklı eylemlerdir.
Sanatsal özgürlük, ifade özgürlüğü gibi, sanatçıların gereksiz sansür veya kısıtlama olmaksızın kendilerini ifade etmelerine olanak tanıyan temel bir haktır. Sanatsal özgürlük, tartışmalı veya kışkırtıcı olanlar da dahil olmak üzere çok çeşitli temaları sanatçının özgürce çalışabilme hakkını ifade eder.
Sanatçılar zaman zaman toplumu rahatsız edecek eserler ortaya koyarlar. Bu sanat dünyasında normal karşılanır. Bu noktada iki not düşmekte fayda var. Birincisi, ticari ve siyasi bir yönü olan ve çok sayıda ülkeyi bir araya getiren olimpiyat oyunlarının açılış töreninin bir sanat eseri olup olmadığı tartışmaya açıktır. Çoğunluk sanat eseri olarak görecektir, ama katılmayanlar da olabilir.
İkincisi ve daha önemlisi sanatsal özgürlük önemli olmakla birlikte, kişinin eserinin etkisini göz önünde bulundurma sorumluluğunu da beraberinde getirir. Tıpkı ifade özgürlüğünde olduğu gibi, sanatın ifadesi de önemli sosyal ve duygusal etkilere sahip olabilir. Sanatçı bu sorumluluğun farkında olmalıdır. Dahası sanatçıların provokatif eserler yaratma özgürlüğü olduğu gibi, toplumun da bu eserlere yanıt verme ve eleştirme özgürlüğü vardır. Duyarsızlık veya saygısızlık suçlamaları da dahil olmak üzere sanat eleştirisi de bir ifade biçimi ve sanatsal diyaloğun bir parçasıdır. Sanatsal özgürlüğü kadar sanat eleştirisi özgürlüğü de önemlidir. Bazı sanatçı dostlar sen sanat eleştirmeni değilsin diyebilir. Sanatçıların felsefecilere göre ontolojik olarak üstün olduğunu düşünmüyorum. Dolayısı ile herkes bu diyaloga dahil olabilir. Bu özgürlüktür.
Yazıyı bitirmeden şahsi bir not düşeyim, bazı sanatçı dostlar geri kafalı diyecek ama bence üst düzey kitsch bir performanstı.