Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci turu beklendiği şekilde mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ikinci ve son dönemi için yeniden seçilmesiyle sonuçlandı. Seçim anketlerin öngördüğü %55-%45 marjı da aşılarak %58-42 ile Macron için büyük bir zaferle bitti.
Türkiye’deki Avrasyacılar pek anlamadığım bir mantıkla tercihlerini aşırı sağcı, İslam karşıtı, ırkçı aday Marine Le Pen’den yana ifade etmişlerse de seçim neticesi bütün medeni dünyada ve özellikle Avrupa’da büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır. Le Pen’in seçilmesi başta Rus lider Putin olmak üzere bütün dünyadaki otoriter liderleri sevindirecekti çünkü söylemini yumuşatsa dahi Le Pen’in aklındaki yönetim modelinin Batı değerleriyle katiyen uyuşamayacağı açıktı. Beş yıl sonra şansını tekrar deneyip denemeyeceğini zaman gösterecektir. Şimdiki halde tekrar aday olmayacağını söylemekte ise de fikir değiştirmekte tereddüt etmeyen bir siyasetçi olarak beş yıl sonra ne yapacağını şimdiden kestirmek tabiatıyla mümkün değildir.
Tabii Le Pen’in bu kadar çok oy almış olması epey düşündürücüdür. Fransa’da orta sağın ve orta solun tamamen silinmiş olması başka hiçbir Avrupa ülkesinde görülmemiş bir durumdur. Diğer taraftan Le Pen en azından görünürde önceden dile getirdiği, Fransa’yı Avro bölgesinden, hatta Avrupa Birliğinden çıkarmak, başörtüsünü yasaklamak gibi hedeflerinden vazgeçmiş oldu. Samimiyetinden şüphe etmek mümkün olmakla beraber en azından orta sağda ve hatta orta solda aradığını bulamayan seçmene cazip gelebildi. Ancak çok büyük handikaplarının olduğunu da unutmamak gerekir. Putin’e yakınlığı, bir Rus bankasından partisi için 2014’te aldığı 9 milyon avro tutarındaki krediyi geri ödememiş olması, her fırsatta yüzüne vuruldu. Cevabı da hiçbir Fransız bankasından partisi için kredi alamadığı için Rusya’ya dönmek zorunda kaldığı, bunun müsebbibinin de partisi ile ilişkiye girme konusunda bankalara yasak getiren zamanın hükümeti olduğunu iddia etmekten ibaretti. Belli ki bu iddia seçmeni yeterli ölçüde ikna etmedi. Parti lideri olarak ziyaret ettiği Putin’le çekilmiş fotoğraflarını içeren propaganda afişlerini Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra imha etme mecburiyetinde kalması da Le Pen’in Putin’le ilişkileri hakkında önemli soru işaretlerine yol açmıştır.
İkinci tura kalan Macron ile Le Pen’in, 20 Nisan tarihinde üç saate yakın süren geleneksel televizyon tartışmasına gelince… Özellikle ekonomik konularda ve AB ile ilişkiler hakkında Le Pen, dersini çalışmış izlenimini vermekle beraber, teknik ayrıntılara gelince Macron kadar konulara hakimiyet gösterememiş ve birinci tur seçimlerinden hemen sonra başlayan anketlerin favorisi gözüken Macron’u bu yerinden edememiştir. Bu tartışmayı Türkiye’den izleyenler için şüphesiz en çarpıcı noktası her iki adayın birbirlerine karşı gösterdiği nezaket ve kibarlık olmuştur. Gerçek demokrasilerden örnek alacağımız birçok konu arasında tartışma üslubunun da önemli bir yeri olduğu maalesef doğrudur.
Ancak Macron için mücadele henüz bitmedi. 2002 yılından bu yana ikinci bir dönem için seçilen ilk başkan olması tabiatıyla kendisi ve onu destekleyenler için çok önemli bir zaferdir. Ancak önümüzdeki Haziran ayında Fransa Millet Meclisi seçimleri yapılacaktır. Birer hafta arayla iki turda düzenlenen seçimlerde şimdiye kadar aşırı sağ başarı elde edememiş, ikinci turda bir çeşit Cumhuriyetçi cephe oluşturularak, aşırı sağın yolu hep kesilmiş, her seçim çevresinde aşırı sağ adayının yolunu en iyi kesecek hangi partinin adayı ise, diğer tüm partiler onu desteklemeyi gelenek haline getirmişlerdir. 2017 yılında seçilen ve 577 koltuktan oluşan halihazır Millet Meclisinde Le Pen’in partisinin sadece altı koltuğu vardır.
Ancak Macron için sınav aşırı sağdan ibaret değildir. 1958 yılında kurulan ve yarı başkanlık olarak tarif edilen Beşinci Cumhuriyet rejiminde Cumhurbaşkanının dış ilişkiler ve savunma alanlarında yetkileri tamdır, ancak bütün diğer alanlarda Millet Meclisi çoğunluğuna dayanmak mecburiyetindedir. Oysa Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmeye başladığı 1965 yılından bu yana ikinci dönem için seçilen başkanlar (Mitterrand ve Chirac) ikinci dönemlerinde kendilerinden olmayan bir çoğunluk ve dolayısıyla muhalif partinin lideri olan bir başbakan ile çalışmak mecburiyetinde kalmışlardır. Bu sefer Macron’un karşısına Millet Meclisinde nasıl bir çoğunluk çıkacağını zaman gösterecektir. Ancak olağanüstü bir sürpriz meydana gelmezse Macron’un da benzer bir durumla karşılaşması, kendisine karşı aday olan bir parti liderini veya onun partisinden başka birini Başbakan atamak durumunda kalması ihtimal dahilindedir. O takdirde, ülkenin önümüzdeki beş yıl içinde uzlaşıyla yönetilmesi gerekecektir ki bu geçmişte her zaman kolay olmamıştır. Zaten iki dönemden fazla seçilemeyen başkanın, ikinci dönemin ortasından itibaren topal ördek konumuna düşmesi ve öncelikleri arasında tarihte bırakacağı izin ne olacağı konusunun ağırlık kazanması geçmişte görülmüştür. Tabii iki defa seçilmiş olan Mitterrand ve Chirac’tan farklı olarak, ikinci dönemin sonunda Macron hala 49 yaşında, emekliliğe ayrılıp hatıralarını yazma döneminden bir hayli uzak olacaktır. Bu da izleyeceği siyaseti etkileyebilecek bir faktör olabilir.
Ülkemiz açısından duruma bakıldığında, Macron’un seçilmesi herhalde Le Pen’in seçilmesinden daha iyi olmuştur. Avrupa Birliği adaylığı iktidarımızın öncelikleri arasında artık yer almadığı her davranışından belli olduğuna göre, Macron’un bu adaylığa karşı olmasının ilişkilerimiz açısından çok fazla bir önemi yoktur. Son zamanlarda ciddi ekonomik sıkıntılarla boğuşmakta olan iktidarımızın bu alanda destek arama turları çerçevesinde Batıya sıcak mesajlar vermesinin ikinci Macron döneminde devam etmesi ve bundan iki yıl önce Ankara’daki Fransız Büyükelçisinin geri çekilmesine yol açacak kadar ağır hakaretlerin Macron’a yöneltilmeyeceği tahmin edilebilir. Tabii, Doğu Akdeniz, Libya, Suriye gibi sorunların hiçbirinde iktidarımız Fransa ile örtüşen görüşlere sahip değil, tersine onunla çatışmaktadır. Gerçi, S-400 füzelerine alternatif teşkil edebilecek Fransız-İtalyan ortak yapımı füzelerin gündeme gelmesi ve bu konunun son olarak NATO Zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Macron ile ikili görüşmesinde ele alınması önemlidir çünkü gelmiş geçmiş tüm Fransız liderler gibi Macron da silah ihracatı söz konusu olduğunda Almanya başta olmak üzere diğer bazı Batı ülkelerinden çok daha esnek davranabilmekte ve ağır siyasi şart koşmaktan imtina edebilmektedir.
Ancak tabii iktidarımızın da başta Fransa olmak üzere Batı ülkeleriyle ilişkilerini normal bir düzeye oturtma konusunda ne kadar arzulu olduğunu ve sözlerini eylemlerle taçlandırma niyetinde olup olmadığını bilmiyoruz. Şimdiye kadar geçtiğimiz aylarda Batı ile ilişkilerde söylem değişikliği olduğu kesindir. Ama bunun yetmediği, iktidarın Batılı muhataplarının somut adımlar beklediği açıktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının Anayasamızın emrettiği ancak iktidarımızın görmezden geldiği şekilde uygulamaya konması Macron’un yeniden seçilmesiyle yeni bir dönem başlatmak istediğimizin çok güçlü bir işareti olur. Bakalım iktidarımız bu işareti vermeye yanaşacak mıdır. Hep birlikte göreceğiz.