Louisiana, en başarılı Amerikan üniversitelerinde bugünlerde en çok konuşulan eyaletlerden biri. Sadece Filistin’e destek protestolarına katıldıkları için Trump’ın göçmen polislerince “kaçırılan” ve vizeleri, hatta Green Card’ları iptal edilen yabancı üniversite öğrencileri apar topar bu eyaletteki iade merkezlerine gönderiliyor. ABD’nin güneyinde bulunan bu eski Fransız sömürgesi muhafazakar eyaletin kötü koşullarıyla meşhur iade merkezleri düne kadar iki başarılı yabancı öğrenciyi ağırlıyordu: Columbia’da okuyan Filistinli Mahmut Halil ve Georgetown’ın Hintli öğrencisi Badar Khan Suri.

Maalesef bu hafta bu iki isme bir Türk de eklendi: Rümeysa Öztürk. Tufts Üniversitesi’nde doktora yapan Rümeysa Öztürk, Massachusetts’in Somerville kentinde iftarını açmak için arkadaşına giderken ve telefonda annesiyle konuşurken, üzerlerinde üniforma veya resmi bir arma olmayan maskeli güvenlik güçleri tarafından ters kelepçelendi, bir arabaya bindirildi, adeta kaçırıldı. Rümeysa’nın başına gelen bu olaya, gözaltı veya tutuklama demek mümkün değil.

Her ne kadar ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, genç kadını “Hamas destekçisi” olmakla suçlamış olsa da Rümeysa hakkında tek bir suç isnadı veya hukuki süreç, hatta somut bir delil yok. Rümeysa’nın sınır dışı edilmesi için maalesef bunlara gerek de yok. Zira Trump’ın Filistin destekçisi yabancı öğrencilere karşı başlattığı bu savaşta, “hukuka” yer yok.
Hamas’ın “h”si yok

Rümeysa Öztürk’ün eğitim ve kariyer bilgilerini paylaştığı Linkedin dışında, kendi kimliğiyle yer aldığı herhangi bir sosyal medya profili bulunmuyor. Açık kaynaklarda ABD’nin terör örgütü olarak kabul ettiği Hamas’a dair bir cümlesi veya açıklaması, herhangi bir destek beyanı da yok. Trump hükümeti, göreve geldiği ilk günden beri 2024 seçimlerinde yoğun destek aldığı İsrail lobisinin desteğiyle seçim vaadi olarak sunduğu gaddar bir “sınır dışı planını” sistematik bir şekilde uyguluyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, Göç ve Vatandaşlık Yasası m. 237 (a) (4) (C) (i) “ABD’nin dış politikasına olası olumsuz sonuçlar” doğuracağı değerlendirmesi yaptığı yabancı öğrencilerin vizelerini ve hatta Green Card’larını (Yeşil Kart) hiçbir mahkeme kararı veya suç isnadı olmadan subjektif bir değerlendirmeyle iptal ediyor, ardından bu yabancı öğrenciler güvenlik güçlerince alıkonuluyor ve sınır dışı edilmek üzere iade merkezlerine kapatılıyor. Bu nedenle haftalardır Filistin eylemlerinin yoğun bir şekilde düzenlendiği Columbia gibi prestijli Amerikan üniversitelerinin yurtları ve lojmanlarında polisler cirit atıyor, ellerinde listelerle öğrenci avına çıkıyor, yurt odalarını, lojmanları basıyor, öğrencileri takip ederek tek başlarına yakalamak için pusu kuruyor.
ABD Dışileri Bakanı Marco Rubio, bugüne dek bu maddeye dayanarak tek taraflı olarak yaklaşık 300 öğrencinin vizesinin iptal edildiğini duyurdu. Rubio’ya sunulan bu listeleri, seçim döneminde Trump’ı destekleyen İsrail lobisi üniversitelerdeki İsrail destekçisi öğrenci, mezun ve hocalardan gelen fişleme dosyalarıyla oluşturuyor. İsrail lobisi bu listeleri bizzat bakanlığa teslim ediyor.

Filistin hakkında sosyal medya paylaşımı yapan, eylemlere katılan yüzlerce üniversite öğrencisi ve hocadan oluşan bu fişleme listelerinin bir kısmı Canary Mission adındaki bir sitede kamuoyuna “ifşalanıyor”. İsrail lobisi böylece hem bakanlığa bu kişileri ihbar ediyor, hem de İsrail’i destekleyen özel şirketlere bu kişileri işe almaması için bir veri tabanı sunuyor. İşte Rümeysa Öztürk’ün de ismi bu fişleme sitesinde. Rümeysa Öztürk okul gazetesinde üç arkadaşıyla beraber 32 lisansüstü öğrencinin desteklediği bir mektup kaleme aldığı için radara takılmış. Bu yazıda “Hamas”ın “h”si bile geçmiyor, üstüne üstlük her bir cümle çok dikkatli bir şekilde yazılmış. Gazze soykırımından bahsedilirken “soykırım iddiası” ibaresi seçilmiş, hukuki bir sonuç veya antisemitizm suçlaması doğurmayacak şekilde özenle oluşturulmuş.

Makalenin ana teması: Tufts Üniversitesi’nin İsrail’de faaliyet gösteren şirketlerle bağlantılarını kesmesi, bu şirketlere yatırım yapmaması, Gazze’deki soykırımı kabul etmesi. Rümeysa Öztürk’ün bu makale dışında açık kaynaklarda tespit edilebilecek tek bir paylaşımı, cümlesi, fotoğrafı yok. Sadece kısacık bir makale nedeniyle öğrenci vizesi iptal edilmiş ve sınır dışı edilmek isteniyor.
Bu şaşırtıcı bir durum değil. Zira Trump hükümeti, İsrail’e yönelik her türlü eleştiriyi Hamas desteği veya antisemitizm olarak kabul ediyor. Marco Rubio’nun tabiriyle “ABD’ye okumak için gelen yabancı öğrencilerin hükümetin resmi politikasını eleştirmesini” kabul etmiyor, her türlü ifade biçimini, eleştiriyi, protestoyu sınır dışı sebebi olarak değerlendiriyor.
Kapatılan Şehir Üniversitesi mezunu ve Columbia’daki yüksek lisansı sırasında ABD’nin en prestijli resmi burslarından biri olan Fulbright’a hak kazanan doktora öğrencisi Rümeysa Öztürk’ün akıbetini ise ABD’deki hukuk mücadelesi belirleyecek. Amerikan federal mahkemeleri daha öncesinde Rümeysa’nın vizesinin iptal edilmesine dayanak olan geniş takdir yetkisinin anayasaya aykırı olduğuna kanaat getirmişti. Bu nedenle bu maddeye dayanılarak sadece görüşlerinden dolayı sınır dışı edilmek istenen yabancı öğrenciler, anayasadaki ifade özgürlüğü hükümlerine aykırılık iddiasıyla mahkemeye başvurdu. Fakat Trump hükümeti mahkeme kararlarına uymama akımına katılarak bu süreci çoktan zedeledi. Normalde Massachusetts eyaletindeki federal mahkeme, Rümeysa’nın eyalet sınırları dışına çıkarılmaması kararını vermiş olsa da Trump hükümeti bu mahkeme kararını beklemeden Rümeysa’yı başka bir eyalete gönderdi bile. Amerikan basınına göre Rümeysa ilk 24 saat avukatıyla görüştürülmedi. İlk gün hukuki destek alamadı.
Peki hukukun “h”si var mı?
Rümeysa, Louisiana’daki diğer yabancı öğrenci arkadaşlarıyla birlikte mahkeme kararını bekleyecek. Başkan Trump’ın, başkan yardımcısı JD Vance’nin ve Elon Musk’ın her hoşlarına gitmeyen kararda tehdit ettikleri federal yargıçlar anayasayı, Trump hükümeti de Rümeysa lehine çıkan olası bir kararı uygularsa eğitimine devam edecek ve özgür kalacak. Avukatlarının mahkeme nezdinde ileri süreceği argümanlar oldukça basit: Hakkında hiçbir soruşturma, suç kaydı, somut bir iddia olmadan yabancı bir öğrencinin sadece fikirleri nedeniyle sınır dışı edilemeyeceği, bunun anayasadaki ifade özgürlüğü düzenlemesine aykırı olduğu.
Yani; ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı, devletin resmi politikalarını toplumu şok edici ifadeler kullanma pahasına eleştirme özgürlüğü, bireysel sorumluluğu esas alan bir tarafsız, bağımsız ve öngörülebilir bir yargılama süreci, en geniş anlamda demokratik bir hukuk devletinin en basit gereklilikleri.

Sadece barışçıl gösteri ve yürüyüş haklarını kullandıkları için anayasaya aykırı bir şekilde gözaltına alınan, tutuklanan 18-19 yaşındaki onlarca öğrencinin Çağlayan önünde bekleyen endişeli aileleri gibi.
Nasıl bir küresel karabasandır ki Rümeysa anayasal haklarını kullandığı ve sadece mevcut rejimin kırmızı çizgilerini eleştirdiği için eğitim hakkından, özgürlüğünden mahrum edilmeye çalışılırken, kardeşi yaşındaki hemşerileri feryat ederek haykıran avukatlarına göre haklarında şiddet eylemlerine katıldıklarına dair somut isnatlar olmaksızın sadece gösterilere katıldığı veya dağılma çağrılarına uymadığı için (gösteri ve yürüyüş hakkı için izin şartı yok) gözaltına alınıyor, AİHM ve AYM içtihadına aykırı olarak tutuklanıyor.
Rümeysa Louisiana’daki bir iade merkezinde; aralarında Filistin eylemcisi gençlerin de bulunduğu kardeşi yaşındaki onlarca hemşerisi ise İstanbul’un farklı ilçelerindeki cezaevlerinde Ramazan Bayramı’na giriyor.
Gidilecek yeri kalmayanların diyarında, gidemeyenlerin ülkesinde
Gülay Göktürk, 28 Şubat’ın ağır zulmü altında ezilen ama ülkesini de terk etmeyen, edemeyenlerin yaşadığı hisleri meşhur “Gidemeyenlerin Ülkesi” yazısında şu cümlelerle anlatmıştı:
“Telefonlarım, faksım günlerdir susmuyor. Elektronik posta kutum dolup taşıyor. Hırsından ağlayan, umutsuzluğundan intiharı düşünen insanlarla konuşuyorum her gün.
“Böyle bir ülkede dünyaya gelmek için ne suç işledik Allah’ım?” diye yakınıyorlar. Hepsi de kötü kaderlerine kahretmişler. Başlarını alıp, çekip gitmek istiyorlar. Başka bir ülkede göçmen olmayı, kendi ülkelerinde zenci sayılmaktan daha kolay hazmedebileceklerini düşünüyorlar belki… böyle aşağılanarak yaşamaktan, bu kadar hiçe sayılmaktan, her dakika “burunları sürtülerek” hizaya sokulmaktan kurtulmaktan başka bir şey düşünemiyorlar. Ama gidecek hiçbir yerleri yok. Başka bir dilleri, başka bir evleri, başka bir ülkenin banka cüzdanı yok. Kapana kısılmışlar… Sessiz ve terkedilmiş çoğunluk… terkedilmiş ve ihanete uğramış…
…
Kendi ülkenin değil, bir yaban elin yalnızı olmayı göze alarak çekip gitmek…
Ve kendi yurdunun her gün biraz daha “gidemeyenlerin ülkesi”ne dönüşmesini uzaktan acılar içinde seyretmek… Buna yürek dayanır mı?”
Bu yazının tarihe düşüldüğü 1999’dan beri 26 sene geçti. 28 Şubat’ta Gülay Göktürk’e faks çeken ve mektup yazanları kenara sıkıştıran sopayı tutan eller değişti; ama maalesef onca mücadeleye rağmen o sopa kırılamadı, birilerini kenara sıkıştırmaya, hizaya sokmaya devam ediyor. Adliyelerin, karakolların önünde endişeyle çocuklarını bekleyen aileler nöbetleşe yer değiştiriyor, ama adliyelerin, karakolların önü maalesef hiç boş kalmıyor.
İşin kötüsü bugünleri anlatmak için “gidemeyenlerin ülkesi” ifadesi de yeterli değil. Dünya artık “gidecek yeri kalmayanların diyarı”. Trump hükümeti, bir zamanlar Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla dünyada kınadığı ne kadar insan hakları ihlali, antidemokratik uygulama varsa hepsinin bayraktarlığını yapıyor; mahkeme kararlarına uymuyor, medyaya ve muhaliflere savaş açıyor, anayasaya açıkça aykırı kararlara imza atıyor, kuvvetler ayrılığını yerle bir ediyor. Biden hükümetinin Gazze soykırımına ortak olup askıya aldığı ne kadar değer varsa hepsini büyük bir şölen ve keyifle milyarlarca insanın gözü önünde yok ediyor. “Bu ABD’de bile oluyor, demek ki normal, alışın” algısını keyifle yayıyor. Her ülkede mevcut rejimin sınırını aşmanın bedeli artık çok daha fazla, farklı görüşlere tahammül çok daha az, her ülke giderek özgür düşünen serbest ruhlar için farklı baskı oranlarını haiz hapishanelere dönüşüyor. Kimi ülkede devlet eliyle tutuklama kararlarına, kimi ülkede sınır dışı işlemlerine, kimi ülkelerde ise özel sektörde istihdam ayrımcılıklarına, sokaklarda nefret saldırılarına dönüşüyor. Sorgulayan, tepki gösteren insanlar için küresel bir nefes darlığı salgını var.
Maalesef Batı’nın İsrail ve Trump uğruna yere fırlattığı hukuk devleti, demokrasi ve insan haklarına bir tekmeyi de Doğu’dan vurmak halihazırda bu değerlerle barışık olmayanlar için paha biçilemez bir fırsat. Bu küresel karabasanda hiç umut yok da değil; Batı’nın günahlarına ortak ederek haksız yere tekelinde gördüğü bu değerleri kenara bırakması belki Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ilk kez Doğu’daki milyonlara ikna edici, kökleri bu topraklarda olan bir yerel insan hakları ve demokrasi mücadelesi için bir fırsat sunuyor. Batı’ya seslenmek, kızmak, “neden ses çıkarmıyorsunuz?” demek yerine Batı’ya inat yeni bir hikaye yazmaya odaklanmak için paha biçilemez bir şans var.
Bu toprakların işte bu yeni hikayeye çok ihtiyacı var. Rümeysa Öztürk arkadaşlarıyla yazdığı ve sınır dışı edilmesine sebep olan kısacık makalesini Amerikalı siyah aktivist yazar James Baldwin’in şu sözleriyle bitirmişti: “Eğitimin paradoksu tam olarak şudur: Kişi bilinçlenmeye başladıkça, içinde eğitim gördüğü toplumu sorgulamaya başlar.” Ne tesadüf ki siyah hakları savuncusu James Baldwin, ABD ve bir lobi faaliyeti ile gittiği İsrail’i sorgulayarak kendi kişisel entellektüel eğitimine başlamış ve ABD’deki ırkçılıktan bunalarak soluğu Türkiye’de almış, hayatının en güzel yıllarını 1961-1971 arasında İstanbul’da geçirmişti. Türkiye’nin her zaman olduğu gibi kutuplaşmanın ve siyasi tartışmaların yoğun olduğu iki darbe arası çalkantılı bir dönemi bile kendi tabiriyle bütün melezliği, özgünlüğü ve hoşgörüsüyle Baldwin’in “hayatını kurtarmış”, yeniden yazmasını, romanlar, şiirler kaleme almasını sağlamıştı.

Baldwin’e 60 sene önce bugünden bakınca tuhaf gelebilecek bir şekilde nefes olmayı başaran bu toprakların nihayetinde durmadan el değiştiren sopanın kırıldığı yeni bir hikayeye ihtiyacı var.
En çok da bu bayram arefesinde Çağlayan’da, Fatih’te, Louisiana’da umutsuz bir şekilde bekleyen gençlerin. “Gidecek yeri kalmayanların diyarında”, “gidemeyenlerin ülkesinde” küstürülen kardeşlerimizin, çocuklarınızın.
Formül basit: mevcut rejimin kırmızı çizgisini aşan fikirleri nedeniyle ABD’den sınır dışı edilen gençlerin özgürce yazabileceği, araştırma yapabileceği, gösteri ve yürüyüş hakkını kullanabileceği demokratik bir hukuk devleti. Rümeysa’lara özgüvenli bir şekilde sahip çıkacak, Trump’a ve Batı’ya inat demokratik değerleri sahici bir şekilde uygulayan ve benimseyen bir hikaye. James Baldwin’in tabiriyle çocuklarına içinde bulunduğu toplumu özgürce sorgulayabilme, eleştirme şansı veren özgüvenli bir ülke.
İlgilisine öneriler:
- Trump’ın yabancı öğrencilere karşı açtığı hukuki süreç hakkında detaylı yazım: https://serbestiyet.com/featured/israil-ve-trump-amerikan-universitelerini-nasil-yerle-bir-ediyor-200128/
- Biraz daha James Baldwin ve İstanbul: https://serbestiyet.com/featured/james-baldwinler-bir-daha-istanbula-gelir-mi-183559/