Evvela Ukrayna ve sonra Gazze savaşı dolayısıyla soykırım ve harp suçu iddiaları havada uçuşur oldu. Aslında harp suçu kavramı oldukça eski olup ta Roman İmparatorluğu devrine kadar uzanır. Peter von Hagenbach, askerlerinin yaptıklarından dolayı komutanlarının emirlerine uyduğunu iddia etmesine rağmen kurulan özel mahkeme tarafından suçlu bulunmuş. İdam edilmiş. Daha sonra harp suçu kavramı hukuki metinlere girmiştir. Evvela 18’nci asrın sonunda La Haye Sözleşmeleri ve 1950’li yıllarda Cenevre Sözleşmelerinde ayrıntılı biçimde ele alınmıştır. Özellikle 2’nci Dünya harbi sırasında Musevilerin yakılması neticesinde Nürenberg mahkemeleri ilkelerini ilan etmiştir.
Harp hukuku sivillerin korunmasını hedeflemiştir. Kısacası okullar, hastaneler korunacak ve siviller imkan nisbetinde hedef alınmayacaktır. Rehin alma ve ırza geçme harp suçudur. Hamas bu bakımdan harp suçu işlemiştir.
İsrail ordusu sanki bu sözleşmeleri ele almış ve acaba yapmamamız gereken şeylerden atladığımız veya yapmadığımız var mı diye sorguluyor! İsrail ordusu yasaklanan her şeyi atlamadan yapmıştır. Adeta harp hukukuna karşı da savaş açmış izlenimi veriyor. Harp hukukunda bizzat suçu işleyen şahıs veya şahıslar kadar emirleri veren de suçludur.
Eski durumlardan farkı birçok ihlal olayları videoya alınmış. İspat mükellefiyeti kolaylaşmıştır. Üstelik İsrail’in bazı kabine üyeleri çok açık konuşmuştur.
İsrail kabinesi toptan suçlu durumuna düşüyor. Tabii Amerika Sırbistan için kurulan özel bir mahkemenin benzerinin kurulmasını Güvenlik Konseyinde veto eder.
Bu suçlarda siyasal neden veya diplomatik muafiyet işlemez.
Şili eski diktatörü Pinochet, “Senatör” sıfatıyla İngiltere’de iken talep üzerine İspanya’ya verilmiştir. Bu gibi suçlarda diplomatik muafiyet işlemez. İspanya’nın belki adı geçenin yaşı dolayısıyla işlem yapmadığı anlaşılıyor.
İsrail’in harp hukukunu ihlal ettiğini beyan etmekle beraber ve yasalarında silah verilmesini uluslararası hukuka uyulması şartına bağlamasına rağmen ABD gibi silah yardımı, siyasi ve ekonomik yönden destek çıkanlar suçun işlenmesine hukuken katkıda bulunmuş sayılır mı bilmiyorum.
Daha sonra Roma Statüsü ile kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesine bu arada ABD, İsrail, Rusya ve Türkiye taraf değildir.
Bununla beraber, İsrail kabinesinin bir üyesi veya Askeri kademeden bir kimse yurt dışına çıktığında şikayet üzerine tutuklanıp Roma Statüsü gereği Uluslararası Ceza Mahkemesine çıkarılabilir. Bunun için Statüye taraf olmak şart değildir. Başvuranın Mahkemenin kararını kabul edeceğine dair taahhüt yetiyor.
Soykırımı Önleme Sözleşmesi 1951 yılında yürürlüğe girmiştir ve bir ölçüde harp suçlarından farklıdır. İşte 3’ncü maddesi:
“İşbu Sözleşmede, soykırım, millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubu kısmen veya tamamen imha etmek maksadiyla aşağıdaki fiillerden her hangi birinin irtikâp olunması demektir . a) Grup azalarının katli ; b) Grup azalarının bedenî ve aklî melekelerinin ciddî surette haleldar edilmesi ; c) Grubun , bedenî varlığının kısmen veya tamamen imhasına müncer olacak hayat şartlarına kasten tabi tutulması; d) Grup içinde doğumları sekteye uğratacak tedbirler alınması; e) Bir grup çocuklarının diğer bir gruba zorla nakledilmesi”
Bizde sanılanın aksine Soykırımı Önleme Sözleşmesinde genelde devletler değil şahıs veya şahıslar suçlanır.
Genelde Divana başvuru ihtilafa taraf ülkelerin hazırlayacakları “compromis” adı verilen ortak başvuru ile yapılır ve bu durumda kararı kesindir.
Ancak, Güney Afrika sözleşmenin 9’ncu maddesine dayanarak Adalet Divanında İsrail aleyhine dava açtı. İşte 9 ncu madde:
“Sözleşmeci Devletler arasında, bu Sözleşmenin yorumlanması, uygulanması veya yerine getirilmesi ve ayrıca soykırım fillerinden veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerin her hangi birinden bir Devletin sorumluluğu ile ilgili olarak çıkan uyuşmazlıklar, uyuşmazlığın taraflarından birinin talebi üzerine Uluslararası Adalet Divanı önüne götürülür.”
Divan daha önce İsrail’in Filistin’de duvar inşası hakkında İsrail aleyhine karar vermişti.
Soykırım konusunda çok ciddi hukuki nuanslar vardır. Bosna Harbi dolayısıyla kurulan özel mahkeme Srebrenitsa’da 7-8 bin Bosnalının öldürülmesini soykırım saymıştır. Ancak Prijedor ve Zvornik’te işlenen suçlar için soykırım kararı vermemiştir. Soykırım kararlarında öldürülenlerin sayısı önemli olmakla beraber soykırım kararı vermek için sayı tek ölçüt değildir.
Bir yoruma göre soykırım konusunda Mahkeme genelde niyet üzerinde durmaktadır. Ceza hukukunda niyet çoğu kez kolay ispatlanan bir veri değildir.
Divanın Güney Afrika’nın talebi konusunda vereceği karar ilerisi için de ışık tutacaktır.
İşte yukarıda özetle meselenin esasını ortaya koymaya çalıştım. Okuyucu Gazze’de kendisi soykırım olup olmadığına karar verebilir diye düşünürüm.