Hannah Arendt Ödülleri, Almanya’nın Bremen eyaletinde 28 senedir verilen prestijli bir ödül. Ödül törenleri, Heinrich Böll Vakfı ve Bremen eyalet hükümetiyle ortaklaşa düzenleniyor. Heinrich Böll Vakfı bağımsız bir vakıf değil, “Parteinahe Stiftnung” olarak bilinen Alman siyasi parti vakıflarından biri. Alman yasalarına göre, iki kere üst üste meclise girme hakkı kazanan partiler devlet hazinesinden fon alarak kendi düşüncelerini Almanya’da ve yurtdışında yaymak amacıyla siyasi bir vakıf kurabiliyor. Heinrich Böll Vakfı da 2021’de koalisyona giren, Dışişleri Bakanlığı gibi önemli bakanlıkları elde eden Alman Yeşiller Partisi’nin siyasi vakfı. Heinrich Böll Vakfı diğer siyasi vakıflar gibi kendi ideolojileri çerçevesinde yerelde ve dünyada faaliyet gösteriyor, diğer siyasi vakıflarla etki alanını artırmak amacıyla yarışıyor. 2021’de ikinci kez meclise giren radikal sağ AfD vakfının da hazine desteği alma hakkı kazanmasıyla birlikte bu tür siyasi vakıfların sayısı 7’e çıktı.
Yeşiller, 1996 yılında kurdukları siyasi vakıflarının isim babası olarak 1972 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Heinrich Böll’ü seçmişti
Heinrich Böll’ün marka işlerinden biri de işte bu Hannah Arendt Ödülü. Hannah Arendt Ödülü, vakfın resmi açıklamasına göre 1995 yılından beri “güncel siyasi olayların kritik ve görünmeyen yönlerini tespit eden ve tartışmalı siyasi tartışmalarda görüşlerini sunarak kamusal alana girmekten korkmayan bireyleri onurlandırmak için” veriliyor.
Fakat Heinrich Böll Vakfı, adına ödül verdikleri Hannah Arendt’i yeterince anlamamış ve verdikleri ödülün kriterini içselleştirememiş olsa gerek ki, geçen hafta çok tartışmalı bir karara imza attı. Putin’i sert bir şekilde eleştirdiği, Rusya ve dünyada yaşanan otoriterleşme sürecini çarpıcı bir şekilde anlattığı gerekçesiyle Hannah Arendt 2023 ödülüne layık görülen ABD vatandaşı Rus Yahudi yazar Masha Gessen’in ödül törenini, Gazze’yi Nazi işgali altındaki bir Yahudi gettosuna benzettiği yazısını gerekçe göstererek iptal etti.
Ödül töreninin iptal edilmesi Masha Gessen’in ilk yaşadığı sansür girişimi değildi. Nitekim Masha Gessen, Hannah Arendt Ödülü’ne Putin’in dahi susturamadığı cesur bir kalem olduğu için layık görülmüştü.
Masha Gessen, fikirleri susturmaya çalışanlar için yutulamayan bir demir leblebiydi. Akıntıya kapılmamayı, yeri geldiğinde kendi kavmine karşı dik durmayı da Hannah Arendt’ten öğrenmişti.
Alman Yeşillerinin bunu idrak edebilmesi içinse dünyaya rezil olmaları, itibarlarını kaybetmeleri gerekecekti.
Direnmek, aile geleneği
Masha Gessen, 1967 yılında Moskova’da iyi eğitimli orta sınıf bir Yahudi ailede doğdu. Babaannesinin ailesi Holokost sırasında Polonya’dan kaçmış, büyük dedesi ise Bialystok Gettosu baskını sırasında katledilmişti. Holokost’un gölgesi Masha’nın ailesini nesiller boyunca takip etti. Babaannesi Esther komünist tek parti yönetimi için muhbir olmayı reddettiği ve Yahudi olduğu için uzun bir süre iş bulamadı, tır şoförlüğü gibi işlerde çalıştıktan sonra nihayetinde yayıncılık ve çevirmenlik işine girdi, önemli eserleri Rusça’ya kazandırdı. Masha’nın anneannesi ile babaannesi çok yakın arkadaştı. Anneannesi Rozalia, 1956 yılına kadar devlette sansürcü olarak çalışmıştı. Mektupları, yabancı yayınları ve dergileri gözden geçiriyor, komünist ideolojiye uygun olmayan (büyük ihtimalle yayınlanan yabancı metinlerin %95’i) cümleleri çıkarıyor, sansürlüyordu. Asker eşini 2. Dünya Savaşı’nda kaybeden Rozalia 1956’da Yahudi olduğu gerekçesiyle birçok devlet memuru gibi toplu bir şekilde kamu görevinden ihraç edildi. Nazileri yenmekle övünen Sovyetler de antisemitizm rüzgarına kapılmış, Yahudileri toplu bir şekilde işten atmaya başlamıştı. Masha Gessen, babaanne ve anneannelerinin hikayesini hayatı boyunca heybesinde taşıdı, Hitler’in zulmünden, Stalin’in hiddetinden kurtularak hayatta kalmalarını anlatan bir kitap dahi yazdı. Sansür işiyle uğraşan anneannesi bütün yasaklı kitapları okumuş, çocuklarına ve torunlarına genel kültürünü aktartmış, Masha ailesinden çok ciddi bir entelektüel birikim miras almıştı.
Masha Gessen 14 yaşındayken girişimci babası ve çevirmen annesiyle birlikte ABD’ye taşındı. Üniversitede mimarlık bölümüne girse de eğitimini tamamlayamadı ve 1991 yılında 24 yaşındayken ani bir kararla Rusya’ya geri döndü. Sovyetlerin dağılması Masha Gessen’i heyecanlandırmıştı, ülkesinin yaşadığı demokratikleşme sürecine bizzat tanık olmak istiyordu. Hem Amerikan hem de Rus vatandaşı olan Masha Gessen ülkesine döner dönmez kendisi gibi eşcinsel Ruslara destek vermek amacıyla LGBTİ derneklerine girdi, birçok gösteride aktif rol oynadı.
Bir ayağı New York’ta, bir ayağı Moskova’da
Masha, Rusya’da kaldığı yıllarda hem gazetecilik yaptı hem de açık LGBTİ kimliğiyle ülkenin en ünlü aktivistlerinden birine dönüştü. Putin’in iktidara geldiği ilk yıllardan itibaren en sert Putin muhaliflerinden biri olan Masha, akıcı İngilizcesiyle Putin’in otoriter eğilimleri hakkında dünyayı ilk uyaran isimlerdendi.
Masha’nın Rusya macerasının sonunu getiren dönüm noktaları 2012’de yaşandı. Masha Gessen, Rusya’nın en eski süreli yayını 150 yıllık bilim dergisi Vokrug svete’nın genel yayın yönetmeniydi. Fakat Putin’in otoriter rejimini pekiştirdiği bir dönemde, Putin’in konuşma yapacağı bir bilim konferansına muhabir yollamayı reddettiği için dergi yönetimi tarafından işten kovuldu. İşten kovulduğunu sosyal medyadan duyurması üzerine Putin Masha’yı aradı ve konferansın bir propaganda olmadığını, bilime cidden önem verdiğini söyleyerek Kremlin’e davet etti. Masha Gessen, muhalif arkadaşlarının itirazına rağmen Kremlin’e gitti ve Putin ile görüştü. Putin, derginin sahibine Masha’yı işe geri almasını söyledi, fakat Masha teklifi reddetti. Putin ile görüşebilirdi, fakat ona muhtaç olmak istemiyordu.
Masha’nın Putin muhalifi kimliğinin ön plana çıktığı 2012 senesi aynı zamanda Rusya’da anti-LGBTİ söylemin kurumsallaştığı, çeşitli yasalarla LGBTİ haklarının kısıtlandığı bir seneydi. Masha Gessen ise 2004 yılında Rus kız arkadaşı ile ABD’de evlenmiş, HIV pozitif bir annenin terk ettiği bir yetim çocuğu evlatlık edinmiş, eşcinsel kimliğiyle ön plana çıkan bir ünlüydü. Putinci siyasetçiler açıkça Masha’yı hedef gösteriyor, evlatlık edinip evlenmesini örnek göstererek Masha gibi Amerikalıların Rusya’nın aile yapısını bozduğunu belirtiyordu.
Masha Putin ile görüştüğü için liberal muhalefetin mesafe koyduğu, kınadığı bir isim olmuş, eşcinsel olduğu için Putincilerin hedefi haline gelmiş, Putin muhalifi olduğu için de işini kaybetmişti. Putin muhalifi liberal Radio Liberty’nin başına getirilmesi üzerine 40 muhalif gazeteci Putinci olduğunu ileri sürerek istifa etmiş, Rusya da kısa bir süre içerisinde radyonun lisansını iptal etmişti. 2013 yılında ise Rusya’da LGBTİ haklarını kısıtlayan bir yasayı meclis önünde protesto ederken dövülmüştü. Kimseye yaranamayan Masha Gessen’in Rusya’da daha fazla kalması için artık bir sebep kalmamıştı.
“Sürgün”
Memleketinde sadece 21 sene yaşayabilen Masha Gessen, artık New York’ta yaşayan sürgün bir Rus muhalifiydi. Rusça çeviriler yapıyor, The Americans dizisine danışmanlık veriyor, 2017’de düzenli yazarı olacağı ABD’nin en prestijli dergilerinden biri olan The New Yorker’da Rusya ve otoriterlik yazıları kaleme alıyor, üniversitelerde dersler veriyor, Putin rejimi hakkında kitaplar yazıyordu. Masha Gessen özellikle kişisel ve orijinal hikayesiyle ABD’deki en popüler Rus yazarlardan biri olmuştu.
Putin’in Ukrayna’yı işgal etmesiyle birlikte Masha Gessen şöhretini daha da arttırdı. Net bir şekilde Ukrayna’ya destek veriyor, Ukrayna’ya giderek Rusya’nın işlediği savaş suçlarını haberleştiriyordu. Ukrayna’yı ziyaret edebilen nadir Rus gazetecilerden biri olan Masha hakkında haberleri ve söylemleri nedeniyle bir ceza soruşturması açıldı ve Putin’in “En Çok Arananlar Listesine” eklendi.
Erkek veya kadın cinsiyet kimlikleriyle kendisini tanımlamayı reddeden ve trans bir deneyim yaşadığını belirten Masha, Putin muhalifi LGBTİQ+ bir ABD vatandaşı Rus Yahudi yazar olarak televizyon programlarına çıkıyor, ailesinin hem Hitler hem Stalin dönemi deneyimlerini kendi Putin rejimi deneyimleriyle harmanlayarak anlatıyordu. Masha’nın yazıları ve Putin hakkındaki tespitleri hem dikkat çekici hem de seçtiği kelimeler, cümlelerle oldukça ikna ediciydi.
Fakat ABD’de giderek artan iptal kültüründen Masha da nasibini almıştı. Düzenlenecek bir konferansta Ukraynalı panelistlerin Masha ile aynı etkinliğe çıkmayı reddetmesi üzerine Masha yıllardır yönetim kurulunda olduğu PEN America’dan istifa etmek zorunda kaldı.
PEN America, Masha’ya destek çıkmamış, Ukraynalıların talebi üzerine Rus asıllı olduğu gerekçesiyle Masha’yı panelden çıkarmayı düşünmüştü.
Bu Masha’nın Batı’da uğrayacağı ilk sansür değildi.
İptal edilemeyen kadın
2023 Aralık Masha için oldukça yoğun bir aydı. 12 Aralık’ta üçüncü kez nişanlanmış, 15 Aralık’ta ise Rusya çalışmaları nedeniyle aday gösterildiği Hannah Arendt Ödülü’nü almak amacıyla Bremen’e gitmeyi planlıyordu. Fakat 13 Aralık’ta ödülün organizatörlerinden Heinrich Böll Vakfı, aldığı bir kararla ödül töreninden çekildiğini açıkladı. Vakfın gerekçesi Masha’nın 9 Aralık’ta The New Yorker için yazdığı “Holokost’un gölgesinde: Avrupa’daki hafıza siyaseti bugün İsrail ve Gazze’de gördüklerimizi nasıl müphemleştiriyor?” başlıklı haftasonu yazıydı. Masha Gessen, Filistin’de yaşananlar karşısında sessiz kalamamış ve Filistinlilerin yaşadığı zulmü kaleme almıştı. Masha’ya göre, Holokost’u “biricik bir facia” olarak nitelendirmek ve geçmişte ve gelecekte asla tekrarlanamayacak bir insanlık suçu olduğuna dayanan söylemler İsrail’i eleştirmeyi zorlaştırıyor, Filistinlilerin günümüzde yaşadığı acıları gündeme getirmeyi zorlaştırıyor, geçmişte yaşananların tekrarlanmaması için ders çıkarmayı engelliyordu. Zira Masha’ya göre İsrail de Nazilerin taktiklerini uyguluyor, Gazze’yi bir “gettoya” çeviriyor ve etnik bir katliama imza atıyordu:
“Son on yedi yıldır Gazze, aşırı yoğun nüfuslu, yoksul, duvarlarla çevrili ve nüfusun sadece küçük bir kısmının kısa bir süreliğine bile olsa dışarı çıkma hakkına sahip olduğu bir yerleşke, başka bir deyişle bir getto halindeydi. Venedik’teki Yahudi gettosu ya da Amerika’daki bir şehir içi gettosu gibi değil, Nazi Almanyası tarafından işgal edilen bir Doğu Avrupa ülkesindeki Yahudi gettosu gibi…. “Açık hava hapishanesi” terimi 2010 yılında o dönem Başbakan olan İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron tarafından ortaya atılmış gibi gözüküyor. Gazze’deki koşulları belgeleyen birçok insan hakları örgütü bu tanımı benimsedi. Ancak işgal altındaki Avrupa’nın Yahudi gettolarında olduğu gibi burada da herhangi bir gardiyan bulunmuyor; Gazze işgalciler tarafından değil, yerel bir güç tarafından denetleniyor. Muhtemelen, daha uygun bir terim olan “getto”, kuşatma altındaki Gazzelilerin durumunu gettolaştırılmış Yahudilerin durumuyla karşılaştırdığı için tepki çekerdi. Aynı zamanda bize Gazze’de şu anda olanları tanımlayacak bir dil de vermiş olurdu. Getto içinde bulunduğumuz şu anda yok ediliyor.”
Masha, Filistin’de yaşananlara dikkat çekmek için getto kelimesini bilerek kullanmış, çarpıcı bir dil tercih ederek İsrail’e yönelik tepkileri arttırmayı amaçlamıştı. Masha alacağı tepkileri de yazısında yazdığı üzere önceden tahmin etmişti: “…Hamas tarafından öldürülen Yahudilerin hayatlarına karşı misilleme olarak öldürülen binlerce Gazzeli insanı düşündüm. Sonra bunu Almanya’da kamuoyu önünde ifade edersem başımın derde girebileceğini düşünmeye başladım.”
Masha bütün yazısı boyunca Almanya’da İsrail devletine ve Netanyahu hükümetine karşı her türlü eleştirinin antisemitizm olarak yaftalanmasını ve özellikle İsrail muhalifi Yahudilerin susturulmaya çalışıldığından bahsetmişti. Yazısında eleştirdiği ne kadar şey varsa hepsi kısa bir sürede başına gelmişti.
Önce Heinrich Böll vakfı “Masha, İsrail’in Gazze’yi bir Nazi gettosu gibi yok etmeyi hedeflediğini vurguluyor. Bu beyan açık bir tartışmaya yönelik bir teklif değildir; Ortadoğu’daki çatışmayı anlamaya yardımcı olmuyor. Bu açıklama bizim açımızdan kabul edilemez ve reddediyoruz.” diyerek kendi verdiği ödül töreninden çekildi, Bremen eyalet yönetimi ise etkinlik için tahsis edilen salonu iptal etti. İsrail’in Almanya büyükelçiliği ise “Holokost kurbanı bir aileden gelmeniz tarihi gerçekleri çarpıtma hakkını size vermiyor” dediği tuhaf bir açıklamayla Masha’ya tepki gösterdi. Heinrich Böll vakfı gelen tepkiler üzerine bir gün sonra başka bir açıklama yaparak, ödülün iptal edilmediğini daha küçük bir etkinlik yapılacağını belirtti, bir nevi geri adım atmak zorunda kaldı. Normalde Masha’nın kalabalık bir törenle ödülü alması ve 400 kişiye Rusya hakkında açık bir ders vermesi planlanmıştı. Fakat Bremen’e gelen Masha, etkinlik yapılabilecek bir alanın bulunamaması nedeniyle bir evin salonunda 14 kişinin katıldığı küçük bir törenle ödülünü aldı, ardından oturacak bir yer olmayan bir holde kendisiyle tanışmak isteyenlerle ayak üstü sohbet etti. Heinrich Böll Vakfı ise kendilerine yönelik eleştirileri yanıtlamak ve Masha ile “diyaloğa girmek” için Masha’nın konuk olduğu bir söyleşi düzenledi, vakfın yöneticileri Masha ile karşılıklı konuştu, soruları yanıtladı.
Heinrich Böll vakfı, Masha’yı iptal edememiş, geri adım atarak Masha’ya mikrofonu uzatmak zorunda kalmıştı.
Hannah Arendt bugün yaşasaydı Alman Yeşillerine ne derdi?
1933’te Almanya’da felsefe alanında doktora yapan bir öğrencisi olan Hannah Arendt, Nazilerin antisemitist söylemlerini araştırırken bir kütüphanecinin ihbarı üzerine gözaltına alınmış, serbest kaldıktan sonra da annesiyle birlikte ülkeyi terk etmişti. ABD’ye sığınan Arendt, sadece Hitler Almanyası’nı değil, Sovyetleri de eleştirmiş, Masha gibi otoriterlik üzerine çok önemli eserler kaleme almıştı.
Fakat Hannah Arendt’i dünyanın gündemine taşıyan İsrail eleştirileri olmuştu. Arendt 1948’de ABD’yi ziyaret eden İsrailli aşırı sağcı ve bugün Netanyahu’nun başkanlığındaki Likud’un kurucu babası Menachem Begin ve liderliğindeki İrkud örgütünü eleştirmiş. Einstein’in da aralarında olduğu 30 liberal sol Amerikalı Yahudiyle birlikte bir mektup yazarak New York Times’a ilan vermiş ve aşırı sağcı bu Yahudi örgütünü Holokost’tan sadece 3 sene sonra Nazilere benzetmişti.
2 Aralık 1948 tarihli New York Times sayısında yayınlanan bildiri
Bağımsız bir Yahudi devletinin kurulduğu, korkunç bir insanlık suçu olan Holokost’un ardından bütün Yahudilerin kenetlendiği 1948 gibi bir zamanda kendi kavimlerini sert bir şekilde eleştiren bu 30 Amerikalı Yahudi’nin uyarısı dikkate alınmadı, mektuba imza atanlar “hainlikle”, “Amerikalılaşmakla”, “self-hate Jew” (kendinden nefret eden Yahudi) olmakla suçlandı. Fakat tarih her zamanki gibi tekerrür etti ve Arendt’in, Einstein’in iç görülü kehanetleri gerçekleşti. İrkud’un halefi Likud, bugün çoğu kadın ve çocuk 20 bin Filistinliyi katletti.
Arendt’in maalesef dikkate alınmayan bir diğer İsrail eleştirisi ise İsrail’de yargılanan ve Holokost’taki rolü nedeniyle idam edilen Nazi subayı Eichmann’ın davasındaki izlenimlerini yazdığı The New Yorker yazıları olmuştu. Arendt’e göre Eichmann, İsrail devletinin ve yargı makamlarının iddia ettiği üzere bir “canavar” değildi. Savunmasında belirttiği üzere aldığı emirleri yerine getiren, memur kariyerini önemseyen tipik ve normal bir bürokrattı. Eichmann savunmasında kimseyi öldürmediğini, verilen emirlere uyarak toplama kamplarına Yahudilerin taşınmasına yardım ettiğini belirtmişti. Arendt’e göre Eichmann, “korkunç derecede sıradan” bir insandı.
Arendt’e göre Eichmann’ın Arjantin’den kaçırılması uluslararası hukuka aykırıydı ve Eichmann sadece Yahudilere karşı işlediği suçlardan değil, insanlığa karşı işlediği suçlardan yargılanmalı, cezayı ise İsrail’in ulusal mahkemesi değil, uluslararası bir mahkeme vermeliydi. İsrail Başbakanı Ben-Gurion’un bu davayı bir “şov” olarak kullandığını, İsrail’in gücünü dünyaya göstermek için araçsallaştırdığını söyleyen Arendt’in bu tespitleri büyük bir tepki yarattı. Arendt, kendinden nefret eden bir Yahudi, antisemitist olmakla suçlandı, kitapları 2000 yılına kadar İsrail’de basılmadı, derslerde okutulmadı, en yakın arkadaşları Arendt ile bağlarını kopardı.
Arendt’in sözleri İsrail’de tozlu raflara kaldırıldı. Belki bu nedenle Eichmann davasına dair gözlemlerini anlattığı kitabındaki şu sözleri bugüne ışık tutsa da hiç hatırlanmadı, üzerine konuşulmadı bile:
“İnsanlığa karşı suçlar bugün hala ideal olan standartlara göre yargılanmalıdır. Geleceğin bize gerçekten soykırım getirme ihtimali varsa, uluslararası hukukun yardımı veya koruması olmadan, dünya üstündeki hiç kimsenin- özellikle İsrail’deki veya başka bir yerdeki Yahudilerin- soykırımın devam edip etmediğinden emin olmasına imkan yoktur. Bugüne kadar emsalsiz olanı ele alma işinin başarıya ulaşıp ulaşmaması, sadece ele alma biçiminin uluslararası ceza hukuku yolunda meşru bir emsal olarak ne derece iş gördüğüne bağlıdır.”
Masha Gessen de Hannah Arendt gibi Holokost’un bir daha tekrarlanmaması, failler ve özneler değişse de benzer acıların yaşanmaması için dünyanın geçmişten gerçekten ders çıkarması gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden tepki çekeceğini bile bile Gazze’yi bir Yahudi gettosuna benzetmiş, geçmişte korkunç acılar yaşayan atalarının acısını Filistinlilerin yaşamaması için kendi kavmine “dur” demişti.
Arendt, kendisini suçlayan İsraillerinin aksine Kötülüğün Sıradanlığı kitabında hiçbir zaman Eichmann’ı savunmamıştı. Sadece Holokost’un ve antisemitizmin bütün faturasının “canavarlaştırılan” bir adama kesilmesine itiraz etmiş, daha büyük bir resme dikkat çekmişti. Arendt’in Totalirizmin Kökenleri eserinde vurguladığı üzere, Sovyetler ve Nazi Almanyası gibi totaliter rejimler düşünme ve karar alma yeteneğini rejime devreden sıradan insanlar sayesinde işleyen siyasi düzenlerdi. Eichmann da hiçbir suç işlemediğini düşünerek, karar alma yetisini Hitler’e devretmiş ve Nazi çarkının sıradan bir dişlisi haline gelmişti. Özel bir nefreti veya canavar duyguları olmadan “sıradan” bir insan tarihin en korkunç katliamlarından birinin yüzlerce isimsiz sıradan failinden birine dönüşmüştü.
İşte Masha Gessen de tam 60 sene sonra sıradan insanları korkunç suçlar işleyen makinelere çeviren totaliter zihniyetin röntgenini çekmiş, bu zihniyetin bu sefer Filistinlileri hedef seçtiğini belirtmiş, geçmişteki acıların ise bugün atılan çığlıkların bastırılması için kullanıldığını dile getirmişti. Geçmişle tam olarak yüzleşmeden, yaşanan olaylara serbest düşünceyi kısıtlayan katı ideoloji ve kalıplarla bakmadan tarihin tekerrür etmesini, bireyin yok edilmesini engellemeyeceğimizi haykırmıştı.
60 sene sonra yine Arendt gibi New Yorker’da yazdığı bir yazı nedeniyle tepki çeken Masha Gessen’i ne İsrail, ne Putin ne de Alman Yeşilleri susturabildi. Ne de olsa Masha Gessen, Heinrich Böll’ün verdiği ödülle dünyaya duyurduğu üzere günümüzün Hannah Arendt’iydi.
Hannah Arendt’i de kimse susturamamış, herkese rağmen Arendt yazmaya devam etmişti.
Sanırım bu nedenle bugün Arendt hayatta olsaydı Masha Gessen’i ayakta alkışlar, İsrail’i sert bir şekilde eleştirir, The New Yorker’da yazdığı bir haftasonu yazısını da özel olarak Alman Yeşillerinin bu saçma iptal girişimine ayırırdı. Belki bu vesileyle Alman Yeşilleri asla anlamadıkları Hannah Arendt’in adını ağızlarına alırken en azından biraz düşünür, kendilerinden utanırdı.
İlgilisine öneri-
- Masha Gessen ve Heinrich Böll vakfı yöneticilerinin söyleşisi https://www.youtube.com/watch?v=oHczC-xKIqo&t=1s
- Hannah Arendt ve İsrail’i eleştiren Yahudileri anlattığım yazı- https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/israile-bizim-icin-oldurme-diyen-amerikali-yahudiler-hannah-arendtten-einsteina-75-yillik-miras-149850/
- Hasan Ayer’in çevirdiği Masha Gessen imzalı “Holokost’un gölgesinde” yazısı- https://serbestiyet.com/haberler/ceviriler/ceviri-holokostun-golgesinde-avrupadaki-hafiza-siyaseti-bugun-israil-ve-gazzede-gorduklerimizi-nasil-muphemlestiriyor-151585/