Yeşil alanı binanın üzerine taşırmak.
Harika bir mimari fikir değil mi?
Hem gerekli kapalı hacimleri yaratıyorsunuz… Hem de eşsiz deniz manzaralı bir parkı koruyorsunuz.
Üstelik bu yaptığınız binanın üzerindeki park eşi benzeri bulunmayan bir yerde. Hem tarihi Yarımada, hem Boğaziçi, iki yönlü bir manzaraya doğru açılıyor.
Kabataş’taki Büyükşehir Belediyesi’nin gerçekleştirdiği projeden söz ediyorum.
Şehrin en önemli transfer merkezlerinden biri.
Hızlı tramvay hattının, Şehir Hatları vapurlarının, finüküler hattının, deniz otobüslerinin, motorların, otobüslerin, gelecekte de metronun ana terminali. Çok yönlü toplu taşıma sistemlerinin düğüm noktası…
Daha önceki “naif martı projesi’nden ve arkasına yapılmaya çalışılan akıllara ziyan tünel (battı-çıktı) saçmalığından sonra, nihayet “mimari bir fikir”.
Hayırlı ve uğurlu olsun!
İstanbullulara yarattığı trafik sıkışıklığı, engeller ile on yıldır çile çektiren, bir türlü tamamlanamayan, İDO’nun deniz otobüsleri seferlerini sona erdiren bu transfer merkezi projesi nihayet tamamlanmış gibi oldu.
Şehrin önemli bir transfer merkezi olan Kabataş’ta bir düzenleme ihtiyacı vardı. Ama projede Setüstü denen yamaç önünde, dediğim gibi iki önemli tarihi cami (Molla Çelebi Camii ve Dolmabahçe Camii) arasında lüzumsuz bir dalış tüneli öngörülmüştü.
Projenin ilan edilen bitiş tarihinde –nihayet- maliyeti ve çevreye vereceği zarar anlaşıldı ve yapılmaktan vazgeçildi. Yoksa belki bir on sene de onun eziyetini çekecektik.
Başta söyledim. Parkı binanın üzerine taşırma fikrinden hoşlandım.
Ancak kafamdaki sorular daha da arttı.
Mesela (Centre Pompidou gibi) tasarladığı kültür merkezleri ile ünlenen İtalyan mimar Renzo Piano’nun -Atina Pire’deki- Stavros Niarchos Kültür Merkezi’nde yaptığı projeye benzer bu mimari tasarımı, iç mekanındaki kullanışsız, şişirilmiş yerlere itirazım olsa da, beğenebilirdim.
Biliyorsunuzdur belki, Piano aynı zamanda Galataport’un Tophane meydanına bakan tarafında yer alan “İstanbul Modern” projesinin de mimarı. Atina’nın Pire limanına, denize bakan tarafına parkın yaptığı bu projede mevcut parkı binanın üzerine taşırarak, manzarasını korumuş oldu. Ayrıca parkın üzerinden yürüyerek binanın çatısına erişmek de mümkün.
Bu iki proje arasında küçük ama önemli bir farklılık olduğunu söylemek mümkün:
Atina’daki yapı bir falezin yamacına yapışık olarak inşa edildi. Böylece park alanı küçülmedi, tam tersine büyümüş ve nitelik kazanmış oldu. Oysa Kabataş Transfer Merkezi, Galataport da, İstanbul Modern gibi yapılar deniz seviyesinden bir metre yükseklikteki dolgu alanında yer alıyorlar.
Demek ki bu mimari fikrin arazinin eğimiyle bir ilişkisi var.
Niarchos Kültür Merkezi’ne giderken isterseniz parktan yürüyorsunuz, binanın üzerine çıkıyorsunuz. Bu yapıyı ilk gördüğümde Moda Deniz Kulübü, Büyükada’da Anadolu Kulübü, hatta 19. yüzyılda Calypso, Giacomo Oteli gibi falezlere yapılan binaları hayal ettim.
Neoklasik mimaride elbette ki böyle yaratıcı fikirler olmuyor. O tarihlerde amaç binaları daha çok göstermek.
Hadi ağzımı açmayayım dedim, ama başka bir örnek Zorlu’nun yapıldığı Karayolları 17. Bölge arazisinde yapılan Zorlu Center… Radikal’de defalarca yazmıştım, bu arazinin halka açık Boğaziçi’ne bakan bir platform olması için.
Çok uğraştık, bu platformun şehir kamusal hayatını nasıl zenginleştirebileceğini, değerini anlatmak için. Bu heyulayı tasarlayan mimar bana gittikçe şişirilen binanın bugün üzerindeki parça parça kalan eğimli o anlamsız platformları gösterip “işte bak, senin fikrini uyguladık” demişti. Oradan geçerken o azman yapının orasında-burasındaki platformlara bakıp, aklıma bu geliyor.
Gülmeli mi, ağlamalı mı?
Ama hiç aklıma bir yamaca, bir faleze yapışık olmayan bir yer gelmedi.
Aklıma katıldı: Bu yapı neden yerden öne doğru iki kat yükseltildi?
Bir katlı, daha hafif bir yükselti olsaydı, üzerindeki yeşil alan yayalara kapatılmaz, parkın uzantısı olarak daha kullanışlı olurdu.
Dedim ki: “Boğaz manzarası için bu ikinci katı yapıyorlar, ondan.
Yer değerli, bu yüzden iki kata yükseltildi.”
Hayda… Bir baktım en güzel manzaralı alanın önüne bir perde duvar çektiler.
Yahu buradaki eski dandik Beltur bile ayaklar üzerindeki platformdaydı ve dolup taşıyordu.
Boğaziçi manzaralı eşsiz alanı duvarla kapatıp, Vatandaşı da denize kapalı çöl gibi bir betonun üzerine yaymak? Olacak şey mi?
Neden iyi bir mimari fikir, iyi bir uygulama halini alamadı?
Cevabı belki de mimarların siyasetin güdümünde çalışmaları. Hep bu belediyelere iş yapan mimarların “mimarlığın seküler bir sanat” olduğunu, düşünce özgürlüklerinin önemini ne zaman anlayacaklarını merak ediyorum.
Sorulması gereken güzel mi oldu, çirkin mi oldu, değil.
Önce Kabataş neden böyle oldu?
1.Soru: Transfer Merkezi neden “desantralize” edildi? Eski halinde elli metrelik bir mesafede Vapurlara, İDO deniz otobüslerine, otobüslere, finükülere v.s. ulaşılabiliyordu. Şimdi neden bunun on katı yürümek gerekiyor?
2. Soru: Yaya alanlarının neden üzeri açık? Yolcular rüzgara, yağmura maruz kalacakları uzun bir yolu neden açıkta kat etmek zorunda kalıyorlar?
3. Soru: Yapı neden iki kat yükseltildi? Çok geniş bir yapılaşma alanı içinde kullanılmayan, denizle ilişkiyi koparan hacimler yaratıldı? Tek katlı yapılsa hem görsel ilişki kopmaz, park daha kullanışlı olmaz mıydı?
4. Soru: Eski ve mimarisi kötü düzenlemede kafenin denizle ilişkisi bulunuyordu. Kapalı ve açık alanları denizle ilişkiliydi ve eşsiz bir manzaraya açılıyordu. Beltur Kafe’nin neden denizle ilişkisi yok? Neden muhteşem bir manzara sağır perde duvarlarla kapatıldı? İçinde AVM olacağı için mi? Cephenin tamamen şeffaf ve açık olması daha mantıklı olmaz mıydı?
5. Soru: Strüktürel düzensizliklerin nedeni ne? Neden bu kadar devasa kesitli taşıyıcılar kondu? Neden geçici bir inşaat görüntüsü veren dikmeler yerleştirildi?
6. Soru: Uygulama neden bu kadar uzun sürdü ve İstanbullular bunca eziyet gördü ve görmeye devam ediyor? Bunun sorumluları kimler? Bunun hesabı sorulmayacak mı?
7. Soru: Proje müellifleri kimler? Proje ve uygulama bütçeleri ne kadar? Zaman eylem planı nedir? Bunca eziyete yol açan eski projenin danışmanları, yapım süresi belliydi. Şimdi neden en ufak bir bilgi yok?
8. Soru: Geçici düzenlemelerde kullanıcılar neden zorluklar yaşıyor? Motorlar, deniz otobüsleri, vapurlar ne zaman eskisi kadar olmasa bile en azından birazcık yakına alınmadı? Neden aralarında bir ilişki yok?
9. Soru: Raylı sistemlerle bağlantılar neden yok? Örneğin tramvay durağı çok yetersiz, girişi uzakta kaldı. Finükülerle bağlantı yok. Bunlar ne zaman düzenlenecek?
10. Soru: Burada bir takım AVM’lerin yer alacağı söyleniyor. Bir transfer merkezinde önceliğin kullanıcılara ait olması gerekmiyor mu? Kullanıcılar, yolcular araya giren bu fonksiyonlar nedeniyle daha fazla mı erişim sorunu yaşamak zorunda kalıyorlar ve kalacaklar?
11. Bu inşaat nedeniyle kesintiye uğradığı açıklanan İDO seferleri ne zaman başlayacak?
12. Bir tsunami olması durumunda insanlar nasıl tahliye edilecek? Otoparktaki görevliler, kullanıcılar nasıl güvende olacaklar?
Hiç kuşkusuz başka sorular da var.
Hayal bu ya. Eğer Kabataş’tan bir ders çıkarma fırsatı olursa, bundan sonraki benzer projeler şeffaflaştırılırsa, örneğin misyon odaklı bir proje yönetimi ile uygulamadaki gelişmeler düzenlenirse, hala İstanbulluların bu sorulara tatmin edici cevaplar alabileceklerini düşünüyorum.