Bu yazının ilk bölümünün sonunda, devamını ertesi gün (6 Ağustos) yayımlayacağımı söylemiştim, fakat evdeki hesap çarşıya uymadı, hesapta olmayan işler devreye girdi ve “’Leş analizler 2”yi ancak bugün yayımlayabiliyorum. Bu gecikme için özür dilerim.
Önce “leş analizler” derken neyi kast ettiğimi hatırlamak için geçen yazıyı kısaca özetleyeyeyim…
Ulusalcı kimliğiyle bilinen Prof. Necip Hablemitoğlu’nun 2002’de evinin önünde bir suikast sonucu öldürülmesinin ardından soruşturma dosyası adeta unutulmaya terk edilmiş, yeniden ele alınması için 2015-16’nın gelmesi beklenmişti. Dosyadaki şüpheli ‘FETÖ’ idi ve failin ‘FETÖ’ olduğu iddiası bir varsayıma dayanıyordu: Hablemitoğlu, ölümünden önce Gülen cemaatini hedef alan Köstebek adlı bir kitap yazmıştı, kitap yayımlanmadan önce öldürüldüğüne göre fail cemaat olmalıydı. Bu varsayım da Gülencilerin önemli isimlerinden Mustafa Özcan ile cemaate yakın olduğu söylenen eski MİT mensubu Enver Altaylı’nın cinayetten önce Hablemitoğlu’yla görüşmek istediği bilgisine dayandırılıyordu.
Geçen yazıda bu varsayımsal iddiayı inandırıcı bulmadığımı söylemiş, şöyle yazmıştım:
“Gülen örgütü, stratejisini devlete sızma ve adım adım devleti ele geçirme stratejisi üzerine kurmuş bir örgüt. Böyle bir örgütün hem de daha palazlanma aşamasında bütün stratejiyi havaya uçuracak gürültülü cinayetler kurgulamasına inanan inansın, ben en azından kendi irademle zekâma hakaret etmiş olmamak için inanmadığımı beyan edeyim.”
Fakat bu değildi benim ‘leş analiz’ dediğim şey. Çünkü, evet, inandırıcı değildi ama en azından “neden olmasın” denebilirdi: “Neden olmasın? Örgüt bir yandan sızmacı faaliyetlerini sürdürürken, çok iyi planlandığı için riski en aza indirilmiş cinayetler de planlayabilirdi.”
Bu varsayım ve iddia bu yılın başlarına kadar varlığını sürdürdü, fakat dört-beş ay önce öyle bir şey oldu ve bunun üzerine öyle bir ‘analiz’ kurgulandı ki işte ben bunlara ‘leş analiz’ diyorum.
Olan ‘şey’ şu: Ortaya çıktı ki 18 Aralık 2002’deki cinayette tetiği çeken, tetiği çekene gözcülük eden ve cinayeti azmettiren üç kişi o dönemde Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın (ÖKK) Muharebe Arama Kurtarma (MAK) alayında görev yapan subaylardır.
Ortaya çıkan çıplak gerçekten rahatsız oldukları belli olan bir kısım kalem erbabı bu gerçek karşısında başlıca iki tepki geliştirdi.
İlk tepkinin sahipleri, sanki ortada “biz yaptık” diyen, itiraflarda bulunan ÖKK subayları yokmuş gibi “Hayır, bu bir FETÖ cinayetidir, nokta” diyordu. Bu tuhaf savunmayı ilk dile getiren gazeteci Tele1’den Merdan Yanardağ oldu. Ben, “Hablemitoğlu cinayetinin hemen sonrasındaki (2002) ve 20 yıl sonrasındaki (2022) medya telaşı” başlıkla yazımda (Serbestiyet, 10 Haziran) bu tuhaf savunmanın sahiplerini şöyle eleştirmiştim:
“Gözaltıların açıklanmasından kısa bir süre sonra Tele1’deki ‘18 dakika’ programında Merdan Yanardağ ve Emre Kongar’ı izledim. Merdan Yanardağ, gözaltılar hakkında bir gazeteci için hayli riskli sayılabilecek bir yorum yaptı. Yanardağ’a göre, Hablemitoğlu cinayeti ‘FETÖ’nün işlediği cinayetler serisinin sonuncusu’ydu ve bunda tartışılacak bir şey yoktu. Levent Göktaş ve Fikret Emek gibi ‘iki yurtsever’in şimdi bu cinayetle ilişkilendirilerek haklarında gözaltı kararı verilmesi ise ‘demokrat ve aydınlanmacı’ kadrolara verilmiş bir gözdağıydı. Ne oluyordu, tam seçimlere gidilirken ikinci bir ‘Ergenekon kumpası’ mı kuruluyordu? ‘İster istemez’ böyle düşünüyordu Merdan Yanardağ, bu konudaki görüşü buydu.
“Bir gazeteci için riskli dedim: Öyle ya, ortada ciddi, somut gelişmeler vardı, gözaltılar vardı, üstelik Levent Göktaş adresinde bulunamamıştı, büyük bir ihtimalle yurtdışına çıkmıştı ve Hablemitoğlu’nun eşi buna şaşırmadığını söylüyordu. Bu koşullarda bir gazetecinin bu netlikte bir kefalet beyanında bulunması riskli değil miydi? Bu kefalet ‘bir gazeteci neden böyle bir riski göze alır’ sorusunu sordurmaz mıydı? Yarın, bugünün kuşkusu gerçek haline gelirse Merdan Yanardağ ne derdi?”
… Ve geldik ‘leş’ analizlere
Hayır, ben ne kadar tuhaf bulsam da bu ‘savunma’ için de kullanmadım ‘leş analiz’i; neticede bir gazeteci, ortadaki olgulara gözlerini kapatarak ve risk alarak inancını dile getiriyordu; bu da olabilirdi.
Ne var ki son iki haftada Merdan Yanardağ’ın “FETÖ cinayetidir, nokta” izahını haklı olarak doyurucu bulmayan birileri çıktı sahneye ve işte benim ‘leş analizler’ dediğim yazılarını peşpeşe tepemizden aşağıya boca etmeye başladı.
Dediğim gibi, haklı olarak doyurucu bulmamışlardı “FETÖ cinayetidir, nokta” izahını. Çünkü “iyi de kardeşim, biz öldürdük diyen subaylar var, nasıl olacak bu iş” sorusuna bir cevabı yoktu bu izahın. İşte bu ihtiyacı karşılamak üzere geliştirildi şimdi örnekeriyle anlatacağım parlak analiz.
Bu analize göre, evet, cinayeti fiilen MAK subayları işlemişti ama sor bakalım neden işlemişti… Cevap: Çünkü ‘FETÖ’ emretmişti. ‘FETÖ’ cinayeti tasarlamış, planlamış ve MAK subaylarını da taşeron olarak kullanmıştı!
‘Leş’ analizlerden bir demet
Cuma günkü yazı ‘yarın’ diyerek yukarıda okuduğunuz ara başlıkla bitiyordu ama dediğim gibi ‘yarın’ olamadı… Şimdi bu noktadan devam ediyorum.
Daha geriye gidiyor mu bilmiyorum ama ‘analiz’i sanıyorum Sabah gazetesi istihbarat servisi şefi Abdurrahman Şimşek başlattı. Şimşek, 25 Temmuz’da “Hablemitoğlu tetikçisi, İhsan Güven’i de öldürdü” başlıklı yazısında, adı soruşturma dosyasında Hablemitoğlu cinayetinin tetikçisi olarak geçen eski MAK subayı Tarkan Mumcuoğlu’nun, aynı dosyada 2000’lerin başında “Atatürkçü tarikat” olarak bilinen Dost tarikatı lideri İhsan Güven’i de öldürdüğünün yer aldığını anlattı. Şöyle başlıyordu haber:
“SABAH’ın ısrarlı haberleriyle sır perdesi aralanan Hablemitoğlu suikastıyla ilgili soruşturmada bir cinayetin daha gizemi çözüldü
“2002’de Hablemitoğlu suikastinde tetiği çeken eski özel kuvvetler mensubu Ahmet Tarkan Mumcuoğlu’nun 2 yıl sonra Dost tarikatı lideri İhsan Güven cinayetinin de tetikçisi olduğu ortaya çıktı
“Tuzla’da işlenen Güven suikastının gizemi HTS kayıtları, sol göz detayı (Güven de Hablemitoğlu gibi sol gözünden vurulmuştu – A. G.) ve savcı Zafer Ergün’ün sorularına tetikçi Mumcuoğlu’nun verdiği itiraf gibi yanıtlarla çözüldü.”
Buraya kadar her şey anlaşılır ve makul. Dönem itibariyle en fazla müsaadeye mazhar gazeteciler arasında yer alan, hatta belki eşitler arasında birinci diye bileceğimiz biri soruşturma dosyasına ulaşmış ve bize değerli bilgiler sunuyor.
Haberi buraya kadar okuyan birinin buradan çıkartacağı sonuç şudur: Demek MAK ekibi Hablemitoğlu cinayetiyle yetinmemiş, iki yıl sonra bir cinayet daha işlemiş.
Fakat gazeteci, kendi başlarına bırakılırsa işte böyle ‘düz’ sonuçlar çıkartacak okurlara yardımcı olmak için bu paragraflardan hemen sonra şu cümleyle çıkıyor karşımıza:
“O yıllarda Fetullahçı yapılanma tehlikesini konuşmak için biraraya gelen Hablemitoğlu ve Güven’in aynı tetikçi tarafından öldürülmesi örgütün organize suikast planına işaret ediyor.”
Yani? Yanisi şu: Hablemitoğlu’nu ‘FETÖ’ öldürdü, çünkü ölümünden önce Gülencilere karşı ‘Köstebek’ adlı bir kitap yazmıştı… Keza İhsan Güven’i de ‘FETÖ’ öldürdü, çünkü “O yıllarda Hablemitoğlu ve Güven Fetullahçı yapılanma tehlikesini konuşmak için biraraya” geliyordu.
Geçen yazıda dediğim gibi, argüman son derece zayıf olsa da cinayeti Gülencilerin işlediği tezi yine de öne sürülebilirdi… Fakat ne zamana kadar? Cinayetin faillerinin ÖKK-MAK subaylarının olduğunun ortaya çıkmasına kadar; yani 2015-2022 arasında… Fakat bu hakikat ortada dururken “Cinayeti FETÖ planladı, tetikçi olarak da ÖKK-MAK subaylarını kullandı” gibi bir teori öne sürmek; işte bu olacak şey değil. Çıplak gerçeği örtmek için iki ideolojik düşman arasında bir cinayet kardeşliği örgütü kurgulayanların analizi ‘leş’ sıfatını hak eder.
Abdurrahman Şimşek’ten bir gün sonra (26 Temmuz) benzer bir ‘analiz’i Halk TV’de İpek Özbey’in programında Hanefi Avcı’dan duydum. Avcı, “Aynı ideolojinin insanları bunlar, ve kendi ideolojisinden birini öldürüyor, bu çok ilginç” dedikten sonra ilave etti: “Şimdi demek ki Fethullahçı örgütle bunlar işbirliği yapmış, Fethullahçılar bunları taşeron olarak kullanmış…”
Nihayet 2 Ağustos’ta bu defa T24’te Tolga Şardan’ın yazısında çıktı karşıma bu ‘analiz…’. Şardan, Hablemitoğlu cinayeti yazılarında açıktan kurmadığı bağlantıyı, bu son yazısında hem de spotta kuruyor ve şöyle diyordu: “Bugün gelinen noktada ortaya çıkan verilere göre Özel Kuvvetler içinde bir grup asker ile cemaatin ilk ortak eylemi Hablemitoğlu cinayeti.”
Şardan’ın bu yazısı tuhaftı epeyce. Spottaki o ifadeye rağmen yazı boyunca yine önceki yazıları gibi ‘FETÖ cinayeti’ vurgusu yapılmıyor, fakat yazının sonunda yama gibi duran ‘bir dost’un ifadelerine dayanarak bu iddia dile getiriliyordu. Zaten yazının spotundaki “Bugün gelinen noktada ortaya çıkan verilere göre Özel Kuvvetler içinde bir grup asker ile cemaatin ilk ortak eylemi Hablemitoğlu cinayeti” cümlesi de o ‘dost’a aitti.
Fakat ‘bir dost’un yedi maddelik izahının yedinci maddesi evlere şenlikti, aynen şöyleydi:
“Hablemitoğlu’nun soruşturmasında Özcan’ın dosyada yer alması AKP için de önemli. Zira, FETÖ liderinden sonraki dönem için iktidarın başka bir adayı olacaktır. Bu aday, büyük olasılıkla Kemalettin Özdemir olabilir. Özcan’ın sistemden tasfiyesinde Hablemitoğlu konusu köşe taşı durumunda.”
Yani diyor ki: Fethullah Gülen’in ölümünden sonraki lider adaylarından biri olan Mustafa Özcan’ın adı Hablemitoğlu cinayetine karıştığı için AK Parti bunu kullanacaktır. Çünkü onun Gülen’den sonra cemaatin başına geçmesini istediği aday Kemalettin Özdemir’dir.
Tolga Şardan dostuna itibar edip söylediklerini okumadan yazısına almış anlaşılan. Yoksa gelişmeleri yakından izleyen bir gazeteci olarak AK Parti’nin Gülen cemaatinin liderini tespit etmesi gibi bir şeyin absürtlüğünü de bilir, Kemalettin Özdemir’in zaten itirafçı olup cemaati terk ettiğini ve cemaat içinde ‘hain’ olarak damgalandığını da…
Çok tuhaf, çok…