Siyaset dilinde halka hizmet ile hakka hizmet çoğu kez bir sayılsa da her zaman aynı anlama gelmezler. Çünkü halkın memnun edilmesi ile hakkın memnun edilmesi (yani doğruluk) aynı şey değildir. Kime hesap verileceği sorusu burada ortaya iki farklı sonuç çıkarır: Popülizm ve hakperestlik. İlkine Türkler “ver mehteri” der. İkincisine Yunanlar “parrhesia” derdi. Bunların yolu yoksullukta, zayıflıkta, güçlüye karşıyken kesişebilir. Ama iki ayrı yoldur. Hareket etmeye ihtiyacı olan iki kamyondan birinin freninin patlak oluşu hareket etme lüzum ve anında bir sorun olarak göze görünmez. İkisi de iyi birşey yapıyor ve hareket ediyordur. Ama iş “durma” lüzum ve anına gelince freni olmayan kamyon ile freni olan kamyon arasında bir fark görünür hale gelir. Hikayenin devamını anlatmaya gerek yok.
Halk çoğu kez overrated bir doğruluk zeminidir. Demokrasi çaresizliğinden onunla yetinmek zorundadır. Ancak insaniyetimizi korumak için halkın arzusundan fazlasına sahip olmamız gerekir. Nice zamanlar olmuştur, kitleler gözleri kapalı bir şekilde zulme ortak olmuştur. Daha önce mağdur veya mazlum olmuş olmak bu riski ortadan kaldırmıyor. Bilakis bu riski arttırıyor. Sürüleşme temayülüne karşı insaniyetimizin son sigortası bireysel vicdanlarımızdır.
Sürüler kendi akıllarına itimad etmedikleri için duygularıyla hareket ederler. Ve kalabalığın doğrusuna tutunmayı güvenli bir tercih olarak görürler. Kalabalığın doğru olmama ihtimali karşısında duramazlar. Sürüleşme ile linç arasında doğrudan bir ilişki var. Güven ve dayanışma arayışı tek tek bireyleri kalabalıklar karşısında çaresiz bırakır. Onları, müstakilen kendi akıllarını kullanarak düşünseler reddedebilecekleri bir şeyi etraftaki herkes istiyor diye kabul etmeye götürür. Nice insan tek başına işlemeyeceği bir çirkinliği etraftaki herkes yapıyor diye işler hale gelir. Kendi gruplarından biri başkasına bir ithamda bulunsa bunun doğruluğuna bakmadan üstüne atlarlar ve bir cehaletin fotokopisini çıkartırlar. Bu problemli sürü-aklı’na teknik dilde groupthink de deniyor. Sosyal psikolojinin giriş dersleri bunu anlatan deneylerle doludur (Asch itaat testi, Stanford mapushane deneyi gibi).
Halka hizmet değerli bir ilişkilenme biçimidir. Teoride, mesela, memurlar halka hizmet ederler. Siyasetçiler de öyle. Halkı iyiye doğru sevketmek anlamında bir miktar ümit ticareti bile siyaset için helal sayılır (hatta belki kaçınılmazdır). Bu helallik, bir hayali ithalatın teşvik primi olarak mazur görülebilir. Ancak halka hizmet söylemini şiar edinenlerin önünde kabaca iki yol çıkar: Ya halka tabi olurlar ya da halkı manipüle ederler. Memurlar ekseriyetle birincisine, siyasetçiler ise ikincisine eğilimlidir. Ünlüler ise bu ikisinin ortası bir yerdedir. Ajda Pekkan’ın yüzündeki son gerginlik bundandır. “Müşteri velinimetimizdir” diyen esnafın müşteri ile olan ilişkisi işte böyle bir bağımlılık ilişkisidir.
Mal satanlar için müşteri memnuniyeti esastır. Oy almak için, ürün satmak için, like almak için müşteriyi hoşnut tutman gerekir. Nabzına göre şerbet vermen gerekir. İnsanların bencilliklerini kendi çıkarların için gıdıklaman gerekir. Buna kitap satmak için yazı yazan yazar, izlenmek için çırpınan influencer da dahil. Mal satanlar, sattığı ürünü alsın istediği müşterinin kuludur. Halka hizmet her zaman hakka hizmet sonucunu doğurmaz. Peki halk yanlış bir yola girdiğinde ona kim itiraz edecek? Hakkı halka karşı savunmak gerektiğinde bunu kim yapacak?
Kendi menfaatinden ibaret hale gelmiş insanlar, insanlıktan çıkmış olur. Bunun örneklerini haberlerde görüyoruz. Geçmişte bu insan profilinin başka insanlara zarar verme oranı çok sınırlıydı. Kendi menfaatinden ötesine aklı ermeyen insanlara Yunancada “idiot” denirdi. Anlamı şuydu: sadece kendi ile meşgul, gamsız, duyarsız, anlamaz. Kendi’nin ötesine çıkamayan anlamındaydı idiot. Daha sonra “cahil insan,” günümüzde de budala/aptal anlamına gelmeye başladı idiot.
İdiot ibaresi modernlik öncesi bir kelime olduğu için sadece kendi menfaatini düşünen bir insanın kurumlar üzerinden şekillenen yeni entegrasyon çağında ne kadar büyük zulümler işleyebileceğini yeterince ele vermiyor. Bu çağda iyilikler de kötülükler de katlanarak vuku bulabiliyor. Sadece kendi menfaatini düşündüğü için milletin bebeklerini ölüme götüren Yenidoğan Çetesi veya yine sadece kendi çıkarını düşündüğü için çocukları katleden başka bir serikatil ideolojisi, insaniyetten boşanmış bir bencilliğin ürünleridir. Bu aktörlerin öldürdükleri insanları görmelerine, tanımalarına bile ihtiyaç kalmıyor. Bu körleşmeyi halka hizmet önleyemiyor, sadece hakka hizmet önleyebiliyor. Bu tehlikeyi, kendi çıkarını ve güvenliğini düşünen savcı değil risk alarak hakkı söyleyen savcı önleyebiliyor. Bir zamanlar, gözlerinin önünde böyle bir cinayet işlendiğinde çoğu Alman gidip kalabalığa uydu. Bugün utanç duydukları ama o zaman hesaplarına gelen o zulme, “halka” değil “hakka” tapanlar itiraz edebildi.
Her toplumda ticari olmayan şöyle bir meslek vardır: sadece ve sadece hakkı söyleme mesleği (meslek gidilen yol demektir). Bu mesleğin pratisyeni bazan bir çocuk, bazan bir peygamber, bazan bir yabancı, bazan bir üniversite öğrencisi, bazan bir evsiz olabilir.
Hakka uyduğu ölçüde halka hizmet meşru bir değerdir. Eğer halka hizmet, haktan, adaletten kopmak anlamına geliyorsa hakkın ve halkın yolu ayrılır. Halkı memnun etmek yanlışa evet demek olur. Hakkı söylemeyi amaçlayanların sorumlu olduğu merci ne kendi devletleri ne de kendi milletleridir. Onlar sadece hakikate karşı sorumlu olur. Ve hakikat sözkonusu olduğunda, samimiyet ile dile getirilen hakikat hakkı memnun edecekse, bütün halk reddetse bir ehemmiyeti olmaz.