Başlıktaki sorunun ilk anda absürd bir tını verdiği açık. Çünkü “acaba Harbiyelilerin tahliyesine Erdoğan mı onay verdi” gibi bir imayı içeriyor ve bu da Gülencileri “altı ibadet, ortası ticaret, üstü ihanet” diye tabakalandıran bakışın tümden rafa kaldırılıp herkesin aynı çuvala atıldığı 15 Temmuz sonrasının “artık bunlara su bile yok” atmosferiyle bağdaşmıyor. Yani böyle bir şey olamaz, çünkü iktidarın “FETÖ’yle mücadele” çizgisi bildiğimiz sertliğini bugün de koruyor.
Fakat işte, bütün bunlara rağmen başlıkta gerçekten de bunu ima ediyorum: Acaba Harbiyelilerin tahliyesinin siyasi bir anlamı var mı, yani Erdoğan bu yönde bir inisiyatif kullanmış olabilir mi?
Bunu öne sürerken biri varsayımsal öbürü olgusal iki önermeye dayanıyorum.
Varsayımsal olan şu: Acaba iktidar seçimlere doğru bazı kesimlere sopa gösterirken bazı kesimlere çiçek sunmak gibi bir yol izlemeye karar vermiş olabilir mi?
Fakat ‘olgusal’, bilgiye dayalı bir dayanak noktam olmasa sırf bu varsayıma dayanarak başlıktaki soruyu sormazdım. O da şu…
Ekim 2020: Erdoğan Harbiyeli dosyalarını inceliyor
Ekim 2020’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, askeri öğrencilerin dosyalarının bir daha incelenmesi için avukatına talimat verdiğine dair, fazla ses getirmeyen bir haber duyuldu. Haberi kamuoyuna ilk duyuran gazeteci Bünyamin Güler (Milli Gazete ve TV5), Cumhurbaşkanı’nın “Askeri öğrencilerle ilgili alınan kararların toplum vicdanını yaralaması ve adalete olan güveni zedelemesinden dolayı” böyle bir girişimde bulunduğunu yazdı.
Davaları en başından itibaren titizlikle izleyen HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ertesi gün Deutsche Welle’ye (DW) verdiği demeçte ‘talimat’ı doğruladı ve büyük bir ihtimalle bunun askeri öğrenciler lehine sonuç doğuracağını söyledi.
Gergerlioğlu’nun, bunun yargıya müdahale olarak yorumlanacağı imasına verdiği cevap ise düşündürücüydü:
“Evet, yargıya müdahale anlamına geliyor ama biz bunun zaten yapıldığını, yürütmenin yargıya zaten çok yoğun bir müdahalede bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Yürütmenin kararı olmadan kararların alınamadığını da çok iyi biliyoruz. Böyle bir ülkeyiz. Yargı kararlarından ziyade yüksek tepelerden gelen bakışların, talimatların geçerli olduğu bir ülkeyiz.”
Bu gelişmeleri kaleme aldığım “Erdoğan’ın ‘hapisteki askeri öğrenciler’ adımı: Akıl mı devrede vicdan mı?” başlıklı yazıda, böyle bir adımın neden iktidar açısından çok akıllıca olacağını anlatmıştım:
“Yargıdan ümidi kesmişliğin, onun yarattığı çaresizliğin Gergerlioğlu’na söylettiklerini okuyunca, buna bir de askeri öğrenci ailelerinin haklı sevincini ve Erdoğan’a teşekkürlerini ekleyince, aklıma bir arkadaşımın bazı ‘bilinçli’ insanların kullandıklarını söylediği bir taktik geldi: Böyle insanlar haksız, hukuksuz işler yaparken bir yandan da artık durmaları (ya da haksız-hukuksuz işlerinin yanı sıra ‘iyi şeyler’ de yapmaları) gereken noktayı kollarlarmış. Çünkü bu insanlar bilirlermiş ki, haksızlığın hukuksuzluğun iyice yoğunlaştığı bir noktada devreye sokulan ‘iyi şeyler’in marjinal faydası çok, çok büyüktür.
“Arkadaşım, ‘bazı insanların aklettiği bu taktiği baskıcı iktidarlar neden akletmesin’ demişti son cümlesinde. Mantıklı gelmişti, hak vermiştim kendisine.
“Erdoğan’ın askeri öğrencilerle ilgili inisiyatifinin nasıl bir manevi atmosfer yaratacağını ve onun bundan ne kadar büyük bir ‘marjinal fayda’ sağlayacağını şimdiden görebiliyorum.” (Serbestiyet, 10 Ekim 2020).
Yaşandığı günlerde bile ses getirmemiş, bugün ise kimsenin aklında olmayan iki yıl önceki cumhurbaşkanı inisiyatifiyle birlikte düşündüğümde, “acaba Harbiyelilerin tahliyesine siyaset mi yol verdi” sorusuna kafadan “saçma” diyemiyorum.
Suçları, mesleklerinin altın kuralına (emre itaat) riayet etmekti
Dün (21 Haziran) tahliyelerine karar verilen Harbiyelilerin “suçunu” da hatırlayalım:
15 Temmuz gecesi, Yalova’da mutat yıllık kamplarını yapmakta olan Harbiyeli öğrenciler, mahiyeti açıklanmayan bir görev için üstlerinden aldıkları emir uyarınca hazırlanıp, kendilerini bekleyen otobüslere binerek yola çıktı. Harbiyeli öğrenci dolu otobüsler dört farklı bölgeye yöneldi. Bunların bir kısmı (Boğaz’ı aşan iki köprüye götürülenler), bulundukları konum nedeniyle halkla karşı karşıya kaldı ve aralarından ikisi linç edildi. 70 Harbiyeli ise Sultanbeyli’de biriken halkın arasında otobüsleri içinde mahsur kaldı. Sabaha kadar ölüm korkusu içinde beklediler ve nihayet kendilerini almaya gelen 7-8 polise teslim oldular. Tamamının tüfekleri ve yedek fişeklikleri doluydu, ancak halka ya da polislere tek bir kurşun bile sıkılmamıştı. Suçları, mesleklerinin altın kuralına (emre itaat) riayet etmekti. Ettiler ve bedelini müebbet hapis cezasıyla ödediler.
Haksız hukuksuz dosyalar denizinde birincilik adayımdı
Erdoğan’ın avukatına “bir daha incelensin” talimatını vermesini ele aldığım yazıdan daha eski tarihli bir yazımda, Harbiyeliler davasını bu dönemin hukuksuz davalar listesinin başına koyduğumu yazmıştım (“İktidarın ‘bize tuzakmış’ diyeceği davalarda 1 numara adayım: Harbiyeliler”, Serbestiyet, 28 Ocak 2020):
“Günü geldiğinde, delillerle kararlar arasındaki inanılmaz uçurumlar kamuoyu bilgisi haline geldiğinde… Böylece iktidarın, bir zamanlar ölümüne savunduğu birçok dava için ‘bunlar bizi zor durumda bırakmayı amaçlayan yargı tuzaklarıymış, fark edemedik, aldatıldık’ bahanesine sığınmaktan başka çaresi kalmadığında, hukuk-akıl-vicdan dışı davalar yarışmasında birincilik için çok sayıda aday olacak. Osman Kavala, Ahmet Altan isimleri ‘vay canına’ nidaları arasında telaffuz edilecek. Birinciyi belirlemenin çok güç olacağı o günlerde, öyle hissediyorum ki kamuoyu en çok Harbiyelilerin davalarını konuşacak; ‘bu delillerle bu kararlar nasıl verilmiş’ soruları en çok onların davaları için dile getirilecek. Fakat bunlar, zamanında sorulmamış bütün haklı sorular gibi pek az işe yarayacak. Her şey zamanında…”
İşte böyle bir davadan ve dosyadan söz ediyoruz… Onu seçmek ve ‘adalet’ adına altı yıldır süren açık haksızlığa son vermek iktidar açısından akıllıca bir hamle olmaz mı?
Son olarak…
Gergerlioğlu’nun, DW Türkçe’nin “Cumhurbaşkanı müdahale ederse, bu yargıya müdahale sayılmaz mı” sorusuna verdiği cevabı okudunuz yukarıda… O yazıda ben de kendi cevabımı şöyle vermiştim:
“(…) Fakat işte, öyle bir noktadayız ki, ben de bu çok büyük haksızlığı giderecekse, Cumhurbaşkanı’nın yargıya müdahalesine takılmayacak bir ruh halindeyim, tıpkı Gergerlioğlu gibi…”
Cumhurbaşkanı yargıya müdahale etti mi? Bu sonuçta rolü oldu mu? Bunu bugün tam olarak bilemiyoruz. Fakat ettiyse de, benim duygum değişmedi.