Yatak altımdan bir gitti, bir geldi, irkilerek uyandım. Yan ve alt katlardan kırılan camlara, düşen dolaplara çocukların endişeli ve korku dolu sesleri karıştı. “Deprem oluyor.” Daha önce de depremi yaşamışlığım var; çocuklara sakin olmalarını, acele etmemelerini, sarsıntı durduktan sonra dışarı çıkacağımızı söylüyorum.
Evde bir eşiğin altında toplanıyoruz. Beşik gibi sallanıyor, kayık gibi bir sağa bir sola dönüyoruz. Hayatımda hiç bu kadar sallanmadığımı düşünüyorum. Dehşet verici bir an ve dahası bitmek bilmiyor. Saliseler yıl gibi sanki; bir ömür kadar geçen bir sürenin ardından nihayet yer sallanmaya bir ara veriyor. Üzerimize kalın birer mont alıp hemen kapıya yöneliyoruz.
Koridorlarda herkes aşağı inme çabasında; komşular, soğuktan kendilerini ve çocuklarını korumak için ellerine ilk gelenleri üzerlerine geçirmişler merdivenlerden hızlıca aşağıya iniyorlar. Korku gözlere yansımış ama bir telaş yok; çocuklara, yaşlılara, hastalara, kadınlara öncelik veriliyor, herkes elinden geldiğince bir diğerinin elinden tutmaya çalışıyor. Felaketlerin, insanın özündeki iyiliği ortaya çıkaran bir tarafı var. O güne kadar birbirlerinin hayatlarına kayıtsız kalmış, en iyi ihtimalle diğeriyle bir selamdan öte bir ilişki kurmamış insanlar birden birbirlerinin en yakını oluyor. Acısını, kederini paylaşıyor, yapabileceği varsa imkânı dahilinde bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Sitenin bahçesi dolmuş; herkes elinde telefon evvela eşinin, dostunun, arkadaşının ahvalini soruyor. Depremin merkezi neresi bilmiyoruz. Sonra sosyal medyadan haberler düşmeye başlıyor. Herkes birbirine fısıldıyor, gerçek olmamasını umarak: “Galleria yıkıldı!” Galleria, bölgenin ilk alış-veriş merkeziydi, Hem iş hem de konut alanlarını içeren devasa bir yapıydı.
Bir acı haber daha alıyoruz çok geçmeden: “Tesisler Kavşağı’ndaki büyük bir bina da yıkılmış…” Görüntüler akıyor o dev binanın yıkılış anına dair; kâğıttan bir kule gibi bir-iki saniye içinde yerle yeksan oluyor. “Allah’ım sen koru” nidaları yükseliyor hep bir ağızdan. Gün ışıdıkça tablo daha net görünmeye başlıyor. Maraş merkezli, on şehre tesir eden, çok şiddetli bir depremin meydana geldiğini öğreniyoruz.
Kâh yürüyerek, kâh oturarak, kâh arabada durarak, sağdan soldan haber alarak ve sağa sola haber göndererek altı-yedi saat dışarıda kalıyoruz. Yetkililerden, artçı sarsıntılar için “Eğer evinizde hasar varsa içeri girmeyin” uyarıları geliyor. Çok şükür evde bir sorun yok; artık yer biraz durulmuştur diyerek içeri giriyoruz. Komşuların çoğu da öyle yapıyor. Lakin çok geçmeden evde tekrar sallanmaya başlıyoruz. “Artçıdır, merak etmeyin geçer” diyorum sakinleştirmek için çocukları, gel-gör ki geçmiyor. Herkes kanı çekilmiş gibi olduğu yerde duruyor.
Sonu gelmeyecek gibi gelen sarsıntı uzadıkça uzuyor. Sonradan Elbistan merkezli ve yine çok şiddetli bir deprem yaşadığımızı öğreniyoruz. Uzmanlar, tarihte böyle bir felaketle karşılaşılmadığını söylüyor; aynı günde, aynı bölgede iki büyük deprem olmasının ilk defa başımıza geldiğini belirtiyorlar. Bir dakika kadar sürüyor deprem ama gerçekte bizden bir ömür alıyor.
Bilhassa ikinci depremde her şeyin bittiğini düşünüyorum. Ölüm korkusu berbat bir his; hele de yanınızda çocuklarınız, çevrenizde küçük bebeler olunca… Sarsıntı durur durmaz tekrar aşağıya yollanıyoruz. İnerken, komşumun kucağından taşımakta zorlandığı bebeğini alıyorum. Yaşlı bir teyze “Oğlum siz geçin, biz yaşadığımız kadar yaşadık hamdolsun, çoluk çocuğunuz var, siz kendinizi kurtarın” diyor. “Olur mu teyze?” diyorum “hep birlikte kurtulacağız inşallah!” İniyoruz.
İkinci deprem, insanların psikolojisini tuzla buz ediyor. Gençleri, çocukları artık eve sokabilmenin olanağı yok. Koca site bir anda boşalıyor. Kimi toplanma alanlarına gidiyor; geceyi geçirmek için camilere, okullara, spor salonlarına sığınıyor; kimi de eğer yakınlarda varsa bir köyü, oranın yolunu tutuyor. Çocukların gülüp oynadığı, yüksek sesli muhabbetlerin yapıldığı site bahçesi bir anda bir korku filmi sahnesine dönüyor.
Biz de kendimizi, bir arkadaşımızın amcasının şehrin yakınındaki iki katlı bir evine atıyoruz. Dünyanın iyi insanların yüzü suyu hürmetine döndüğünü düşündürecek bir geceyi yaşıyoruz. Allah onların sayısını artırsın. Ertesi gün evimize döndük.
“Çocuklar halen korkularını atmış değil, ben de. Sürekli başımın ve dünyanın döndüğünü zannediyor, otururken hep tavandaki lambadan gözümü alamıyorum. Ama hayat da bir şekilde devam etmek zorunda.”
Ülke olarak, tarihimizin en büyük felaketlerinden birini yaşadık. Bunun soğukkanlı bir muhasebesini yapacağız elbet; eksikliklerimizi, hatalarımızı, zaaflarımızı, potansiyellerimizi konuşacağız muhakkak. Ancak öncelik yaraları sarmada, yas tutmada. Vefat edenlere rahmet, yaralılara şifa diliyorum. Enkaz altındakilerin bir an önce çıkarılmaları için dua ediyorum. Bütün mağdurların, ailelerin acılarını paylaşıyorum. Allah sabır versin ve bir daha böyle bir acı yaşatmasın…