Geçen hafta, Tarım ve Orman Bakanlığı 2024-2028 Stratejik Planı yayınlandı. 4 yılı kapsayan stratejik planlar; Bakanlığın yapmak istedikleri, yapacaklarını gerekçelendirme metni aslında. Bakanlığın çalışma alanındaki her konuyu detaylandırması açısından önemli. Normal şartlarda da bir taahhüt metni, demokrasilerde vatandaş, bu taahhüt metnine göre işin sağlamasını yapar.
Bu 4 yıllık stratejik plan bizim için çok önemli çünkü; tarım ile ilgili her konu direk bizi ilgilendiriyor üstelik her gün ilgilendiriyor. Sadece arada dönüp bakacağımız bir mevzu değil.
Üç öğün yemek yemek, evladımızın beslenme çantası, iş yerinde verilen öğlen yemekleri, akşam arkadaşlarımızla sosyalleşirken sipariş ettiğimiz tabak, evimizde ağırladığımız misafirlere ikramlıklar. Anlaşılmaz, teknik, rakamlara boğulmuş büyük cümleler kurmaya gerek yok, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yaptığı, yapmadığı, aldığı, almadığı her karar günlük hayatımızı direk etkiliyor. Dolayısıyla bir vatandaş olarak bu metinleri önemsiyorum. Beni de yine vatandaş olarak önemsedikleri için bu planları, ihaleleri, duyuruları yayınlıyorlar.
(Okumak isteyenler için Tarım ve Orman Bakanlığı, 2024-2028 Stratejik Planı https://www.tarimorman.gov.tr/SGB/Belgeler/stratejikplan.pdf)
Kişisel olarak şikayet etmek yerine ve sadece eleştirmemek için, tarımla ilgilenmeye başladığım günden bu yana stratejik planları okuyorum. Her başlık ayrı bir araştırma, uzmanlık ve okuma konuları. Özellikle Ramazan ayı öncesi artan et fiyatlarına dair planlarına baktım bu okumada. Buna yönelik nokta atışı bir plan var; yani bakanlık, hayvansal ürünlerde arz güvenliği ihtiyacı için; et ve süt üretiminin artırılmasına yönelik ıslah çalışmalarına hız verilecek ve üreticiler için damızlık hayvan temini sağlayacak.
Stratejik planın yayınlandığı aynı hafta, nihai hedefinin et ithalatını bitirmek olduğunu ama kaliteyi arttırmak için az miktarda hayvan ithalatının yapılacağını da duyurdu Tarım ve Orman Bakanı Sayın İbrahim Yumaklı. Kategorik olarak ithalata karşı değilim, ülkenin bir bireyi olarak ürünümü ihraç etmek istiyorsam, ithalat da yapabilmeliyim, ülkeleri ayakta tutan esas şey ticaret.
Kalkınmayı, refahı, dışa dönüklüğümüzü veya bağımlılığımızı ve bağımsızlığımızı ticaretle açıklıyoruz. Bu yüzden de ithalatı da en az ihracat kadar önemsiyorum. Ancak burada ithal ettiğimiz ürün tarihsel olarak bu topraklara ait. Yani hayvanı evcilleştirmeden önce de hayvanın etini tüketilecek bir ürün olduğunu dünyaya bu topraklarda yaşayanlar öğretti.
Peki Tarım ve Orman Bakanlığı’nın et ithal edileceğine dair yaptığı açıklamaya nasıl geldik?
Bu arada, 14 yıldır kesintisiz et ithal ediyoruz. Et fiyatlarının bu denli yüksek olmasına, ülke içinde et arzının az olmasının nedenlerine de bakacağız.
Ama önce 2007 yılına gideceğiz.
2007 yılında yaşan kuraklık her akşam haber kanallarına konu olur. Yağışlar düştüğünden otlar bitmez. Çiftçiler, ekinlerini baş vermeden kendi elleriyle söker. Sazlıklar ve göller kurur. Özellikle Konya ovasında onlarca göl kurur. Beyşehir, Akşehir, Meke Gölü bunlardan sadece biri. Dolayısıyla hububat üretimi de düşer. Bu kuraklık 2008 yılında da devam eder. 2008 Aralık ayında nispeten durum düzelir.
Hububat rekoltesinin düşmesi, hayvancılığı nasıl direk etkilediğini kendi işimden örneklendirerek anlatmak istiyorum; mercimek hasadı için genelde iki aile ile anlaşırız. “Hasadı yapın, çıkan mercimek sapları sizindir” deriz. Bunu da yem olarak kullanır aileler.
Yani aslında emek gücüyle ama para ödemeden yem satın alırlar. Ancak bizim üretim standartlarımızdan dolayı, mercimek sapı çok olmaz ve biz dolayısıyla ailelere ayrıca ücret de öderiz. Hububat rekoltesinin düşmesi de hayvanların beslenmesi için dışardan daha fazla yem almak demektir, eh bu da maliyetleri arttırır. Hayvanları beslenmesinde maliyet hesabı nasıl yapılır? Kabaca şudur; bir litre süt için ortalama 2 kg yem satın alabilmeliyim veya kestiğim hayvanın 1 kg etinden ortalama 35 kg kaba yem satın alabilmeli üretici.
Ancak kuraklık olduğu yıllarda durum böyle olmuyor. Yem fiyatları artar çünkü hububat üretimi azalmıştır ve 1 litre sütten istenilen yem alınamaz. Bu durumda yem fiyatını karşılamak için sütün fiyatının artması lazım normalde. Ama süt bozulan bir gıda ve sağıldığı gün satılması lazım. Dolayısıyla sütün fiyatı artması gerekirken daha da ucuza satılır, çünkü hemen satıp yem almak gerekir. Büyük firmalar çok ucuza süt alır ama yem fiyatları yüksektir. Bununla baş edemeyen hayvan sahipleri, bir bir kesimhanenin yolunu tutar. Ve artık geri dönülemez bir durumun başlangıcındayız.
Sütte durum böyleyken et fiyatları da artar doğal olarak ama kesimhanelerde kesilen yaklaşık 1 milyon süt hayvanı et fiyatlarının sabit kalmasını sağlar. Ta ki, 2009 yılı sonuna kadar. Doğum yapması gereken hayvanlar artık yoktur. Küçük ve büyük baş hayvan besleyenler bilirler, haneye yeni bir hayvanın doğması, hanenin refahını direk etkiler.
Pek ne yapılır? Normalde doğumla artması gereken hayvan sayısını 2010 yılında bir kararla ithal ederek arttırırız.
Rakamlarla olayı çok karmaşık hale getirmek istemiyorum. İlgilenenler için yıl yıl sayılarla veri bu linkte.
https://www.tarimorman.gov.tr/sgb/Belgeler/SagMenuVeriler/HAYGEM.pdf
30 Nisan 2010 tarih ve 27567 Sayılı (31 Aralık 2010 tarihine kadar geçerli olan) Bakanlar Kurulu kararıyla alınan “ithalat izni” ortadan kaldırılır ve ithal canlı hayvanlar Ağustos itibariyle ülkeye giriş yapar.
Aynı yılın Şubat ayına gidelim. 2. Tarım Zirvesi girişinde gazeteciler, “ithal et alınacak” dedikodularını sorar dönemin Tarım ve Köy İşleri Bakanı Sayın Mehmed Mehdi Eker’e. Sayın Bakanın cevabı çok nettir; “Et ithalatı düşünmüyoruz.”
Ocak’ta ve Şubat’ta sayım yaptıklarını ve yeterli sayıda hayvan olduğunu bu yüzden de ithalata gerek olmadığını söyler Sayın Bakan Eker. Buna rağmen Bakan’ın açıklamasından yaklaşık 50 gün sonra ithalat izni kaldırılır yani ithalatın önü açılır. Yeterli miktarda besi hayvanı olmasına rağmen ithalat kararı alınır.
2 Haziran 2011 yılında, Başbakan Erdoğan, TRT’de gazetecilerin sorularını cevaplamak için bir programa konuk olur. Bu konu da sorulur. Cevap; üretici ve tüketici sömürüldü, biz piyasayı dengeleyerek sömürüyü kırdık minvalindeydi. Haksız da sayılmazdı Başbakan. Fiyatlar %100’ün üzerinde artıyordu. Ana haberlerin ana konusu artan et fiyatlarıydı. Küçük bir ekonomik yalpalamada stokçular, aracılar, kaygıları yöneterek piyasayı allak bullak edenler var. Sayın Başbakanı doğrularcasına ithalattan sonra et fiyatları düşüşe geçti belli bir süre piyasadaki rakamlar düzene oturdu.
Canlı gelen hayvanlar kısa bir süre beslenip kesimhanelere gidiyor, yani canlı hayvan ithal eden kişinin hayvanları için satın aldığı yem miktarı çok azdı. Oysa doğumundan bu yana hayvan besleyenler daha fazla yem tedarik etmek zorundaydı. İthal canlı hayvan daha ucuzdu, bu ucuzlukta hayvanını kesmek istemeyenler beslemeye devam etti ve besledikçe maliyetleri arttı. Üstelik bir de kaçak et mevzusunu öğrendik televizyonlardan. 2008 yılında 700 küsür kg iken 2010 yılında 75 ton.
Canlı hayvan ve etin 2 yıllık kısa tarihiydi buraya kadar yazdıklarım. 2024 yılındayız ama hâlâ tam ortasındayız bu hikayenin. İthal et, ithal hayvan, tarım ve hayvancılık haberlerinin hâlâ bir numaralı gündemi.
Bu yüzden de 2024-2028 Stratejik Plan doğrultusunda 600bin besilik erkek sığır ithalatı duyurusu yapıldı.
14 yıllık ithalat sürecine rağmen et fiyatları hâlâ çok yüksek. Hayvan sayımız artmasına rağmen ulaşılabilir makul fiyatlarla satılmıyor/satılamıyor. Demek ki mevzu, ne aracılar ne hayvan azlığı ne çokluğu, ne işgüzarlar, ne fırsatçılar… Elbette hepsinin etkisi var ama tek başına ithalin günahkarı değiller.
Bir iklim krizini yönetememekten başladı her şey. Bu durumla baş edebilirdik, ülkemizin bunu yönetecek potansiyeli var çünkü. Mesela, kuraklıktan dolayı mera vasfı tehlikeye giren alanları mera vasfı dışında çıkartmayıp ıslah edebilseydik, hayvanlarımız için mera ıslah çalışmalarımızı hızlı bir şekilde genişletseydik böylece mera alanlarımızı çoğaltabilseydik, çok büyük harcamalarla yaptığımız barajlardaki suyun dağıtımını iyi yönetebilseydik, böylece hububat ve yem rekoltesini yükseltebilseydik en azından ithalat yine masamızda olurdu ama bir mecburiyet değil, çok zorunlu olduğumuzda başvuracağımız bir yöntem olurdu.
Meraların kullanımı ile ilgili mevzuat metni linkinden siz de meraların amacı dışında kullanılmasının hangi durumlarda olabileceğine bakabilirsiniz.
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.4342.pdf
Ülkemiz hem 80 milyon vatandaşını, hem de tüm canlılarını besleyecek potansiyele sahip. Coğrafyamızın hem iklimi hem toprak yapısı doğru bir planlama ile yönetilebilirse, et ve süt fiyatlarının kontrol altına alınması için ithal ete ihtiyacımız yok.
Elbette fırsatçılar, spekülatörler, işgüzar aracılar var. Gıda piyasasını kendi çıkarları için yönetmek istedikleri de doğru. Bu çıkar grupları daha önce de vardı ver hep olacaklar. Ancak, asla devletin doğru planlama ve uygulama gücünden daha büyük değiller.