Şehadet Çitil

İsviçreli değiliz ama iki kadın biz de bayramda Hakkâri dağlarındaydık

Geçen hafta sosyal medyaya düşen bir video çok ilgi gördü. Videoda İsviçre’den arabalarıyla Hakkari’ye kadar dağlardaki buzulları görmeye gelmiş bir çift vardı. Onların bu merakı ve cesareti haklı olarak takdir edildi. Biz iki kadın da bayram tatilini Hakkari dağlarında geçirdik. Toprak yollarda uçurumlardan dönerek yol aldık, tekerimiz patladı. Yolda hiç İsviçreli turist görmedik, bir de geçen yıllarda bolca olan güvenlik noktalarını. Sonuç: 3200 metre yükseklikte 20 bin yıllık buzulların üzerinde mangal yapan yüzlerce insan ve çöpler. Oradan ayrılırken valiliğin festivali için ses sistemleri ve sahne kuruluyordu. Sessiz dağlarda 15 bin kişi bangır bangır çalan müzik eşliğinde halaya durdu. İstanbul’dan davet edilen ınfluencerlar bölgeyi tanıttı. Ben Diyarbakırlı olarak İsviçreli akranlarımın kilometrelerce uzaktan görmeye geldiği güzellikleri beş yıl önce keşfetmiştim, siz daha fazla geç kalmayın.

Diyarbakır’ın dut ağaçları ve ipek kozaları nereye gitti?

1850’li yıllardan sonra Diyarbakır hem ipek kozası üretimi hem de dokumasında zirve yıllarını yaşadı. Restore edilip ziyarete açılan Cemil Paşa Konağı’nın bir kısmı ipek ve puşi atölyesi olarak kullanılıyordu. Bu atölyenin ustabaşısı ise, sanatçı Udi Yervant Bostancı’nın babası Hagop’tu. O yıllarda Cemil Paşa Konağı ile Meryem Ana Kilisesi’nin olduğu sokak arasında Sinek Pazarı denilen bir semt bulunurdu. Diyarbakır’ın büyük atölyeleri genelde bu semtte toplanmıştı. Ali Paşa ve Behram Paşa mahallelerinde evler atölye olarak kullanılırdı. Koza üretimi genelde ailece yapılan bir işti ve evlerde yapılırdı. Peki sonra ne oldu? Kötü şeyler oldu…

Esmiyor evet, peki bir ağaç dikmeye ne dersin?

Barış kelimesini gün aşırı kullanıp ama tüm çözüm önerilerini küçümseyen, büyük barış için küçük çözümleri toptan reddedip sıradan insanların hayatlarının kayıp gitmesini izleyen siyasi gündemi izlemekle geçti ömrümün bir kısmı. Çevreci aktivistlerin yeşil barış isteme hallerinin de bundan pek farkı yok benim için. Neyse ki, küçük basit adımlarla fosil yakıtları çıkarılırken salınan sera gazını milimize edeceğimizi araştırıp bulan çevreciler var. Araştırma özetle diyor ki; Amerika kıtası ölçeğinde bir alanı ağaçlandırarak, Sanayi Devrimi’nden bu yana berbat ettiğimiz atmosferdeki sera gazının 3/2’sini temizleyebiliriz. Evet bu kadar basit. Ağaçlar en kolay, en maliyetsiz karbon avcısı çünkü.

Sahadan bildiriyorum: İklim krizi diye bir şey var

7 yıldır tarımsal üretim yapan, üreticilerle birlikte çalışan bir girişimci olarak Güneydoğu’nun tarlalarından, ovalarından bildiriyorum. İklim krizi sadece bir grup entelektüelin, sivil toplumcunun, solcunun, elit insanın, İsveçli Greta Thunberg’in takıntısı, duyar kasması değil. Tarımda artık eski bilgiler geçerli değil. Güneydoğu’da toprağı doyuracak yağmurlar en erken Aralık ayının sonuna doğru yağıyor. En bildiğimiz kuru tarım ürünü olan buğdayın sapları artık daha kısa. Yani Hayvanlar için saman artık daha az. Çiçekler zamanında açmıyor, erken açan çiçekler erken kuruyor, eskiden arıcılık yapılan yerlerde artık arılar olmuyor. Yani İklim krizi diye bir şey var, elle tutulur bir gerçek ve artık bu realiteyi kabul ederek tarım yapmalıyız.

Uğradığı şiddetle İstanbul Sözleşmesi’ne ilham kaynağı olan kadın: Nahide Opuz

Nahide Opuz, kendisine ve ailesine şiddet uygulayan, tehdit eden kocasını devlet makamlarına tam 36 kez şikâyet etmesine rağmen onu koruyamayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı 15 Temmuz 2002’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) dava açtı. AİHM, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hakkındaki kararını 9 Haziran 2009’da verdi: Türkiye, vatandaşını koruyamamıştır.

Uğradığı şiddetle İstanbul Sözleşmesi’ne ilham kaynağı olan kadın: Nahide Opuz

Nahide Opuz, kendisine ve ailesine şiddet uygulayan, tehdit eden kocasını devlet makamlarına tam 36 kez şikâyet etmesine rağmen onu koruyamayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı...