CHP’nin geçen hafta yapılan 38. Olağan Kurultayı’nda bir dönem kapandı; Kemal Kılıçdaroğlu seçimleri kaybetti ve 13 yıldır oturduğu genel başkanlık koltuğundan ayrıldı. Özgür Özel, CHP’nin yeni genel başkanı oldu.
Kurultay’da iki husus öne çıktı. İlki, hakkını teslim etmek lazım, CHP birçok eksiğine gediğine karşın Türkiye’de parti içi demokrasinin en çok işlediği parti. Genel başkanlık için birçok aday yarıştı ve delegeler oylarıyla parti yönetimini değiştirebildi. Kurultay bir noter vazifesi görmedi, parti içinde -olması gerektiği gibi- kıran kırana bir mücadele yaşandı; yönetime girmek isteyenler büyük bir efor sarf etmek zorunda kaldı.
Anaakım partilerde uzun zamandır kongreler veya kurultaylar, yasal bir zorunluluğu defetmekten öte bir mana taşımıyor. Mutlak bir lider sultası var; kongrelerde ne demokratik bir rekabet ne de parti içi bir muhasebe mümkün olabiliyor. Partinin siyasi çizgisi ve yönetimi genel merkezler tarafından önceden belirleniyor, delegelere de sadece gelip bunu onaylamak kalıyor. Demokratik bir çabanın ya da fikri bir tartışmanın esamisi bile okunmuyor.
Maalesef, bugün CHP’dekine benzer bir kurultay tablosu, ne AK Parti’de, ne HEDEP’te, ne MHP’de, ne de İYİ Parti’de söz konusu olabilir. Genellikle bu, bir zaaf olarak görülür; CHP’de her kafadan bir sesin çıktığı söylenir ve bu bir kabahat gibi sunulur. Oysa bir partide farklı görüşlerin olmasını ve bunların birbiriyle demokratik yarış içine girmelerini, bir sıhhat belirtisi olarak kabul etmek daha doğru olur.
İkincisi, zamanı gelmiş bir değişim talebinin önüne geçilmeyeceğidir. Eğer partide siyaset ya da yönetim değişimine yönelik ciddi bir istek birikmişse, siyasi mühendisliklerle bunun önüne geçilemez; değişim isteği siyasi mühendislikleri alt eder. CHP’de de bu oldu; genel merkez bütün gücüyle yüklenmesine rağmen değişimi durduramadı.
Unutmayalım, Kılıçdaroğlu, 13 yıldır bu partinin patronuydu. İl teşkilatlarını büyük ölçüde kendisi tayin etmişti ve delege üzerinde büyük bir hâkimiyeti vardı. Özel aday olduğunda, ona şans tanıyanların sayısı son derece azdı; hatta bunun gerçekten bir yarış sayılamayacağı, delegeyi elinde tutan Kılıçdaroğlu’nun Özel’e açık bir fark atacağı öngörülerinde bulunuluyordu. Ancak günün sonunda tamamen farklı bir manzara ortaya çıktı; büyük bir ihtiyaca dönüşmüş ve ertelenemez bir hal almış değişim, delege hesaplarını yıktı geçti.
Klasik çizgide değişim
Kılıçdaroğlu devri sona erdi. Genel bir değerlendirme yapıldığında, bu devrin başarılı olduğu söylenemez. Kılıçdaroğlu, 22 Mayıs 2010’da CHP Genel Başkanı oldu ve onun yönetimindeki CHP, o tarihten bugüne kadar yapılan beş genel seçim, iki yerel seçim, iki halk oylaması ve üç cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetti.
Mamafih bu Kılıçdaroğlu’na has bir durum değil; CHP çok partili siyasi hayata geçildiğinden beri (belki 1977 seçimleri istisna tutulabilir) seçim kazanma becerisi geliştirebilmiş bir parti değil.
Kılıçdaroğlu, bunu değiştirmek için iki kritik adım attı. İlk olarak, en yetkin temsilcisi Baykal olan geleneksel CHP siyasi çizgisinde bir değişiklik yapmak istedi. Zira o çizgiyle CHP’nin hiçbir vakit ciddi bir iktidar namzedi olamayacağı açıktı. Kıyılara sıkışmış, dindar-muhafazakârlara ve Kürtlere sırtını dönmüş bir CHP ileriye gidemezdi. CHP daima, en fazla yüzde 20-25 bandında duracak ve iktidara hep uzaktan bakacaktı.
Asker-sivil bürokratik vesayetin egemen olduğu ve CHP’nin umdelerini işbaşındaki hükümetlere dayattığı dönemlerde, CHP için bu durum kabul edilebilirdi. Çünkü aldığı oydan azade ve o oyun ötesinde bir tesire sahipti. Ancak siyasetin zemini eskisinden çok farklı bir hal almıştı; yeni bir hükümet sistemine geçilmiş, vesayet çözülmüştü. Böyle bir vasatta CHP’nin oyun sahası her geçen gün daralıyordu.
Kılıçdaroğlu bunu aşmak için, partisi ile bugüne kadar mağdur ettiği kesimler arasında köprüler kurmaya çalıştı. Doğru bir düşünceydi; fakat burada gerektiği kadar cesur davranamadı. “Helalleşme” dedi, içini doldurmadı. Tabanının sert kısmını değişimin gerekliliğine ikna edemedi. İki ileri bir geri gitti geldi ve dolayısıyla beklediği başarıyı elde edemedi. Ama CHP’ye girmesi gereken doğru hattı gösterdi.
İttifak siyaseti
İkinci olarak, Kılıçdaroğlu ittifak stratejisiyle CHP’nin hareket alanını genişletti. AK Parti ve MHP Cumhur İttifakı adı altında güçlerini birleştirince Kılıçdaroğlu beklenmedik bir hamle yaptı. İYİ Parti’ye grup kurdurup yeni bir siyasi oyunu sahneye koydu. İYİ Parti ile Millet İttifakı’nı oluşturdu, dışarıdan da HDP’nin desteğini aldı. 2019 yerel seçimlerinde bu ittifak CHP’ye 11 büyükşehir belediyesi getirdi. O zamanlar böyle bir birlikteliği gerçekleştirdiği için Kılıçdaroğlu övgülere boğuldu.
Yerel seçimlerde iş gören bu stratejiyi gelen seçimlere de taşıdı Kılıçdaroğlu, ama 2023’te bu tutmadı. Seçimler kaybedilince Kılıçdaroğlu da ittifak da günah keçisine dönüştürüldü. Oysa muhalefetin ittifak yapmadan iktidarı kazanma ihtimali yoktu. CHP de, ittifak içinde yer alan diğer partiler de ittifak yapmasalardı, daha iyi bir netice alamayacaklardı. 2018’de CHP’nin adayı yüzde 30’da kalmıştı. Eğer 2023’te de CHP kendi adayıyla seçime girseydi, herhalde bundan fazlasını almayacaktı.
İttifakın tanzim şekli ve aday tercihi hatalı olabilirdi ama ittifak fikrinin kendisi doğruydu. Hülasa hakşinas bir değerlendirme, Kılıçdaroğlu’nun gerek partisini ulaşamadığı kesimlerle irtibata geçirme gayretinin ve gerek ittifak stratejisinin CHP adına müspet adımlar olduğunu içerecektir.
Çekilmeyi bilmek
Kılıçdaroğlu, 2023 seçimlerinde siyasi hayatının en büyük riskini aldı ve mimarı olduğu ittifakın adayı olarak cumhurbaşkanlığı yarışına girdi. Bu onun son şansıydı; kazancı da kaybı da büyük olacaktı. Eğer galip gelseydi muhteşem bir siyasi finale imza atacaktı. Ama Erdoğan karşısında mağlup oldu; işte o noktada çekilmesini bilmeliydi.
Lakin Kılıçdaroğlu, muhalif kitlelerde derin hayal kırıklığı yaratan yenilgisine rağmen genel başkanlıkta diretti. Muhtemelen tabandan gelen değişim dalgasının zamanla dineceğini ve kendisinin de bu talepleri kontrol altına alabileceğini zannetti. Kurultayda aday oldu. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. İlk turda rakibi Özgür Özel tarafından geçildi.
Delegenin değişim istediği su götürmezdi. Kılıçdaroğlu’nun bu saatten sonra yarışa devam etmesi bir akıl tutulmasıydı. Kendisi ilk turdan sonra kenara çekilmemesini birtakım duygusal nedenlerle (depremzede muhtarın hakkını helal etmemesi vb) gerekçelendiriyordu ama bu, siyaseten izah edilebilir bir hal değildi. İki sebeple:
Bir, delege Kılıçdaroğlu’nun yenilebileceğini görmüştü. Değişimin olup olamayacağına dair endişe taşıyanların, kuşku duyanların ve ortada olanların kendilerini hızını almış vagona atacakları belliydi. İlk turdan sonra Kılıçdaroğlu’nun kazanma olasılığı yoktu. Ve iki, velev ki ikinci turda kazansaydı bile Kılıçdaroğlu CHP’ye genel başkanlık edemezdi. Kendisine karşı bu kadar yoğun bir muhalefet varken partisini yönetemezdi.
Ne var ki 28 Mayıs’tan sonra 4 Kasım’da da fahiş bir hataya imzaya attı; çekilmesi gereken bir yarışı sürdürdü ve büyük bir hezimete uğradı.
Onun açısından hazin bir son oldu.