Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI“Hem müzakere hem mücadele”: Hem doğru hem zor

“Hem müzakere hem mücadele”: Hem doğru hem zor

Müzakereyi ve uzlaşmayı haysiyetsiz bir teslim oluş; mücadeleyi de rakibine hayat hakkı tanımayan ölümüne bir kavga olarak algılayan bir siyasi kültürümüz var. Böyle bir zeminde “hem müzakere hem mücadele” diyen CHP ikisine de hakkını veren bir pratik sergileyebilir, Erdoğan da bunu olgunlukla karşılarsa ülkenin siyasi kültürü bundan büyük bir kazanç elde eder. Özgür Özel, vaat ettikleri “Büyük emekliler mitingi”nde ipe un sermeyerek müzakere-mücadele formülünden ne anladıklarını anlatmış oldu. Erdoğan bu müzakere-mücadele pratiğini büyük olasılıkla “yumuşama’nın ruhuna aykırı bulacaktır.

Diyorlar ki:

“Erdoğan kutuplaşma üzerinden alabileceği her şeyi aldı, ancak son seçimler o yolun artık tükendiğini gösterdi. O nedenle ilk kez göklerden yere inmeyi kabul edip muhalefetle konuşmaya razı oldu ve yine ilk kez ‘yumuşama’dan söz etti. Bu, kutuplaşmayı hiç olmazsa seyreltmek için önemlidir ve Özgür Özel’in bu eli itmemesi doğrudur.”

Yazıya böyle “diyorlar ki” diyerek girince, haklısınız, devamında bu görüşe itiraz edeceğim sonucu çıkar. Oysa hayır, ben de aynen böyle düşünüyorum. Girişte böyle bir duygu yaratıp ikinci paragrafta ‘yanıldınız’ demek özellikle kurguladığım bir ifade oyunu; bundan önceki yazımdan bazı okurların çıkarttığı, Erdoğan-Özel buluşmasına itiraz ettiğim algısının doğru olmadığını göstermenin çarpıcı bir yolu ne olabilir diye düşündüm; aklıma bu geldi. ‘Çarpıcı’ olsun dedim, çünkü şimdi yazacaklarımdan da benzer bir sonuç çıkartılabilir; bunu baştan engellemek istedim.

Bu kişisel rezervle ilgili birkaç cümlem daha var, sonra sadede geleceğim: Bu ülkede ‘eleştiri’ kelimesi genellikle olumsuz bir içerikle algılanıyor, biri bir şeyi eleştirmek istediğini söylediğinde o kişinin o şeye karşı olduğu düşünülüyor. Oysa eleştiri bir şeyi olumlu ve olumsuz yanlarıyla değerlendirmektir. Erdoğan-Özel görüşmesi örneğinde ben mesela: Tartışılan ‘şey’i özünde olumlu ve doğru buluyorum, fakat aynı zamanda olumsuz ve yanlış noktalara evrilebileceğine dair bir potansiyel taşıdığını da düşünüyorum ve eleştirme ihtiyacı duyuyorum. Bundan böyle de süreci, “Şeytan’ın gör dediği” bakış açısını önceleyerek izlemeye devam edeceğim.

Bu meselede “Şeytan’ın gör dediği” bahsi, görüşmeyi “doğru ve olumlu” bulan fakat hemen ardından da görüşme hakkında bundan başka bir şey söylemenin bu ‘şahane’ adıma halel getireceği duygusuna sahip olanlara aldırmadan, süreçte ortaya çıkabilecek muhtemel olumsuz sonuçları kapsıyor.   

Nitekim bunlardan biri geçtiğimiz hafta sonu uç verdi. CHP’nin kurumsal temsilinin en önde gelen yüzlerinden Ali Mahir Başarır, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı tartışmasına girdi ve “ben teknik direktörüm, iki forvetimiz var, günü geldiğinde hangisi formdaysa penaltıyı o atar” diyerek kendisini -hadi ‘şimdilik’ diyelim- yarış dışında tutan Özgür Özel’in rağmına, onun ‘forvet’lerden daha uygun bir aday olacağını söyleyiverdi. Bu örnek, CHP’nin, “dört yıl sonraki seçimlerde partinin cumhurbaşkanı adayının kim olacağı” saçma tartışmasını kaşıyan Erdoğan’ın ve iktidar çevrelerinin tuzağına düşmeye ve tabii başka tuzaklara düşmeye ne kadar teşne olduğunu gösterdi. Neyse ki Özgür Özel dünkü (7 Mayıs) CHP Meclis grubu konuşmasında yine olgun ve basiretli bir tutum sergiledi; kendi adaylığını dayatmayacağını söyledi ve bu tartışmayı şimdilik bitirdi.

Erdoğan’ı göklerden yere indiren esas gelişme, tabii ki seçimlerde aldığı şok edici gelişme; fakat kafasında sürekli olarak yerde kalma gibi bir düşüncenin olmadığını, bir yolunu bulup yeniden göklere çıkmak istediğini, bu amaçla türlü tuzaklar, oyunlar kurmaya gayret edeceğini unutmamak gerekir. Hafta sonundaki gelişmeler, bunlardan birinin CHP içinde güzelce çalıştığını göstermiyor mu?     

“Hem müzakere hem mücadele”: Doğru, güzel ve zor

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Sarayla müzakere edilmez mücadele edilir” çıkışına CHP’den çok sakin, çok güzel cevaplar geldi (mesela: “CHP sıkılı yumruklarla değil akılla ve rahat bir yürekle önündeki döneme bakıyor” – Gökhan Günaydın) ve sonunda Erdoğan-Özel görüşmesi gerçekleşti.

Ne var ki bu ülke, rakibiyle konuşmayı ve bir sonraki aşamada uzlaşmayı haysiyetsiz bir teslim oluş, mücadeleyi de karşısındakine hayat hakkı tanımayan ölümüne bir kavga olarak algılayan bir siyasi kültüre sahip. Böyle bir zeminde “Hem müzakere hem mücadele” diyenler hem kendi taraftarları arasında, hem müzakere ve mücadelenin hedefi olan karşı tarafta, birbirine zıt beklentilerin muhatabı olacaktır. Kendi taraftarları “bizimkiler teslim bayrağı mı açıyor” kuşkusuna kapılırken, karşı taraf “madem müzakere ediyoruz, el sıkışıyoruz bize karşı yumruk sallamaktan vazgeçin artık” beklentisi içine girecektir; hele ki müzakere ve mücadele edilen taraf, kendisinden bir şey talep edilmesinden nefret ediyorsa, böyle bir zihniyete ve kültüre sahipse…

Şimdi bakalım CHP “hem müzakere hem mücadele”nin pratiğini ne surette sergileyecek?

Geçen yazımda bu çerçevedeki kaygımı izah ederken şöyle demiştim:

“Sızdırılan bilgilere inanırsak, bütün başlıklar iletilmiş, hepsine olumlu cevap alınmış, hepsi not edilmişti, ‘yürütme’ bunların üzerinde çalışacaktı. Tabii bu, hükümetin ‘çalışmaları’ için ona makul bir süre vermeyi gerektiren yeni bir vasat anlamına geliyor. Bu süre zarfında muhalefetin ‘yapıcı’ bir sakinlik içinde olması da beklenen bir davranış olur. Nitekim Özgür Özel 3 Mayıs’ta yaptığı açıklamada, Erdoğan’a ilettikleri taleplerin neticesi için ‘önümüzdeki ayları’ bekleyeceğini söyledi.”

CHP şayet “biz taleplerimizi ilettik, şimdi artık fazla gürültü patırtı çıkarmadan makul bir süre beklememiz gerekir, aksi nezaketsizlik olur” gibi bir düşünceye sahipse, bu iktidarı mutlu eder, fakat aynı zamanda “hem müzakere hem mücadele”nin inandırıcılığını zedeler.  

CHP “hem müzakere hem mücadele” çizgisinin ilk sınavını “Büyük emekliler mitingi”nde ipe un sermeyerek verdi. Doğrusu bu konuda benim kuşkularım vardı ve Özgür Özel’in dünkü grup konuşmasına kadar da bu kuşkum sürdü.

Hatırlayalım: Özgür Özel 22 Nisan’da Now TV’de katıldığı programda “çok yakında” büyük bir emekli mitingi düzenleyeceklerini söyledi, 24 Nisan’da da partisinin Meclis’teki grup toplantısında bunu bir kez daha dile getirdi:

“(…) Çok yakında Türkiye’deki bütün emeklilerle birlikte emeklileri açlığa mahkûm eden 10 bin liraya isyan için mitingdeyiz, eylemdeyiz.”

İlk telaffuz edilişinin üzerinden iki hafta geçtiği halde bir daha mitingden söz edilmemesi, bende ‘müzakere’nin hatırına ‘mücadele’nin askıya alınmış olabileceği kuşkusu doğurmuştu. Fakat Özgür Özel dün mitingin yapılacağını söyledi, tarih de verdi: 24 Mayıs.

CHP böylece Erdoğan’a “biz hem müzakere hem mücadeleden işte bunu anlıyoruz” demiş oldu. Ki Erdoğan kendi dünyasında muhtemelen ‘büyük miting’ten bir süreliğine söz edilmemesini “yumuşama”nın doğal bir parçası olarak düşünmüştür ve “büyük emekliler mitingi”ni büyük olasılıkla “yumuşama’nın ruhuna aykırı bulacaktır.  

- Advertisment -