– Neredensin?
– Rusya
– Dostoyevski’yi biliyor musun?
– Hayır
– Puşkin?
– Evet
– Dostoyevski yok? Ooh, okey…
Bu konuşma o dolambaçlı büyük su kaydıraklarından birine girerken şişme bota oturmaya çalışan Rus turist ile onun işini kolaylaştırmak ve güvenli hâle getirmekle görevli “cankurtaran” Hakan arasında geçiyor.
Devasa tatil köylerinden birindeyiz. Muhtemelen binlerce yatak kapasitesi olan bir tesis… Yani binlerce kişi hep birlikte tatil yapıyor. Çoğunluğu yabancı turist.
Tatil yapmak da şu:
– Binlerce kişi hep birlikte kahvaltı yapıyor. Her şeyden bol bol var ortalıkta. Belki en iyilerinden değil, vurgu kaliteye değil zaten, kantiteye… Büyük bir fabrika gibi bir yerde yemekler yeniyor. Ama bu sefer fabrika üretim değil tüketim fabrikası…
– Aslında sadece yemekler değil, diğer her şey de hızla tüketiliyor burada. Havuzda yapılan köpük savaşlarına benziyor buradaki hayat. Köpük gibi bir zaman geçiriliyor. Diyelim ki bir hafta kaldınız, dönüşte ne yaptığınızı sorsalar, ezbere ağızlardan dökülen “çok eğlendik” dışında verilecek bir cevap bulamazsınız, hatıra bırakacak bir yer değil, köpük gibi işte. Belki, sabaha karşı el ayak çekilince sahilde şezlongta oturup güneşi doğurmuşsanız, kafanızda bir yer tutulur bu anı için. Başka da bir şey olamaz gibi geliyor bana.
– Hep birlikte yapılan bol tüketmeli kahvaltıdan sonra, kalabalık gruplar hâlinde aktivitelere katılınır. Oryantal dans öğreniyormuş gibi yapma, havuzda su sporu yapıyormuş gibi yapma, su kaydıraklarından kayma, çimlerde yoga yapıyormuş gibi yapma, animatörlerle biteviye acayip şeyler yapma…
– Bu arada, çocuklar bir yerlere, ablalara, abilere, palyaçolara, başka ilginç karakterlere bırakılır. Onlar da çocuk mekanlarında bir şeyler yapıyormuş gibi yaparlar.
– Bolca kötü tadlı içki içilir. Mideler alt üst olur. Yemeklerden mi içkilerden mi oldu, belli olmaz.
– Yemekten içmekten aktivitelerden fırsat bulunursa, bir duş, biraz şekerleme… Aaa akşam olmuş.
– Haydi akşam yemeğine… Tüketim fabrikası tam kapasite çalışmaya devam ediyor.
– Akşam, yemekten sonra “tuhaf gösteriler” vakti… Yabancılar için fazla Türk, Türkler için fazla yabancı. Herkeste bir katılma telaşı. “Bana da herkes boş boş gülsün” merakı. Türlü sululuk… Gülme ve daha da önemlisi eğlenme mecburiyeti.
Her biri sezon dışı olsa da, tamamı iş dolayısıyla ben de bulundum bu tatil köyü denen acayip yerlerde. Yerli turist pek azdı. Tek tek zarif, bir bütün olarak “ürkütücü” bulunabilecek yabancılar doldurmuştu her yeri. Sezon dışında da kalabalık, yani “full dolu” idiler. Bize bakıp bakıp anlayamamak düştü tabii ki.
Bakıp bakıp ne olduğunu anlayamayan ama buna rağmen yüzünden gülümsemeleri eksik olmayan, aslında gülümsemeye mecbur olan bir grup insan daha var orada: Çalışanlar…
Ortalama yatak sayısının yarısı kadar çalışan oluyormuş tatil köylerinde. Çoğu mevsimlik… Okuyabilmek için ya da aileye bir katkı sağlayabilmek için yılın birkaç ayında, bazen yarısında tatil köylerinde çalışanlar.
Müşterilerin buradaki sahte yaşantıları ile bunları kurmak ve sürdürmek için çalışanların çaba dolu yaşantıları arasında uçurumlar var.
Türkiye’nin en büyük tatil köylerinde 4-5 bin yatak varmış. Yani sezonda, diyelim ki, 2 bin çalışan da orada yaşıyor. Sadece tüketim tarafında değil demek ki, üretim ve daha çok hizmet tarafında da devasa bir yaşantı silsilesi… Ama bu sefer görünmez olmayı başarabildikleri kadar “iyi” kabul edilen, çoğunluğu en görünür olmayı istedikleri çağda olanlar, yani gençler…
Bütün bunları düşünmeme vesile olan bir belgesel izledim geçen hafta, Mubi’de. Tanıtımında belgeseli çok iyi anlatan şu yorum vardı:
“Başkasını mutlu etmek zorunda olanların, her daim gülümsemesi emredilen otel işçilerinin hayalleri, hüsranları, takılı kaldıkları döngüler. Volkan Üce’nin ödüllü belgeseli, her şey dahil bir otelin içinde bir mikrokozmos keşfediyor, memleketin farklı köşelerinden hikayeler biriktiriyor.”
Volkan Üce 1981 doğumlu, Belçika’da yaşayan ve siyaset bilimi doktorası yapan bir yönetmen. 2021’de gösterime giren Belçika yapımı “Her Şey Dahil” ikinci yönetmenlik denemesi. Bu filmi ile Antalya Altın Portakal Festivalinde “En iyi belgesel film” ödülü almış. Ayrıca, Avrupa’da ve Amerika’da katıldığı bir çok festivalden de çeşitli ödüller kazanmış. Bence bu ödülleri hak ediyor. Devasa tatil köylerinde yaşanan ikili hayatın filmini çekmek de çok iyi fikir ayrıca.
Belgeselin iki ana karakterinden biri olan 18 yaşındaki mutfak görevlisi Urfalı İsmail bir yandan yeni yemekler yapmayı öğrenmeye çalışırken bir yandan da ilk defa karşılaştığı bu garip ortamda olan biteni bir film izler gibi izliyor. Gamsız yabancı turistlere baktıkça kendini şunu sorarken buluyor: “Yabancılar hep mutlu… Burada bu kadar mutlularsa, kendi ülkelerinde ne kadar mutlu olduklarını görmek isterdim.”
Ön plandaki diğer karakter 25 yaşındaki okumaya, felsefeye meraklı Hakan. Çok çocuklu bir ailenin en küçüğü, İngilizce öğrenip Amerika’ya gitmek istiyor. Tatil köyünün su parkında çok sayıdaki “cankurtaran”dan biri. Köyünde derede yüzmeyi öğrenmiş. Tatil köyündeki hayata felsefe, edebiyat filtresiyle, biraz uzaktan uzaktan bakıyor.
Biz de bu iki gencin gözünden bakıyoruz tatil köyü meselesine. Geçici işlerinde yılın üç dört ayı çalışırken neler yaparlar? Günlük rutinleri nasıldır? O devasa otellerin hangi görünmez köşelerinde yaşarlar? Birbirleriyle ilişkileri, muhabbetleri nasıldır? Hepsinden ilginci onların gözünde dünya nasıl bir yerdir ve hayalleri nelerdir?
Müşterilerle çalışanların hayatının farklılığı bir tatil köyünden başka nerede bu denli çarpıcı olabilirdi? Peki, ön planda turistlerin yaşadıkları mı yoksa arka planda çalışanların hayatı mı daha sahici?
“Her Şey Dahil” bu tür sorularla uğraşmayı sevenler için cevapları dikte etmeden, incelikle ortaya çıkaran bir belgesel. İsteyen tatil köylerinin acayipliğini görür, isteyen günümüz dünyasının ne kadar can acıtıcı ama aynı zamanda umutlu olabileceğini. Yani, her şey dahil…