“Her şeye rağmen” insana umut veren bir cümle… Hayatı -güzel- hissetmenin, “Hayat yine de güzel”in girizgâhı çoğu örnekte. Nâzım Hikmet’in mücadeleye, direnişe, umuda, vazgeçmemeye, hatta -yaşama- inadına dayalı külliyatını, şiirini bir cümleyle ifade etmemi isteseler… Aklıma gelen; “Her şeye rağmen!”
İçerdeyken, üstelik içiyle-dışıyla karanlık “dünya” güneşin etrafında 10 kez dönmüşken, bakıyor zindanın demir parmaklı penceresinden, sesleniyor: “Fakat gün ışıdı her şeye rağmen”. Mevzu ister siyaset olsun, ister hayat, düğüm düğüm gönül işleri… Bu cümleyi sağlam, yerinde kuran, içini dolduran insanlar, hayatın güzel hissedilmesine, direnmeye omuz veriyor.
Lâkin mukayeseli bir ifade… Ötesi “her şey” bile göreli, göze-gönle-hayata göre değişebiliyor, “rağmen”in karşı duruşu, gücü, itirazı da… “Her şeye rağmen”in gönlünü “en azından”a indirdiği, öyle bir mırıldanmaya dönüştüğü durumlar daha farklı mesela.
Kapsamı ülkeyi, hayatı, evi-işi, aileyi, evliliği, temel gereksinmeleri doğrudan, pervasızca zorlayan bir “düzen”e, “sistem”e geldiğinde kullanımı dikkat istiyor, izah, hatta “şerh” de gerektiriyor. “Her şey”in daraltılması dâhil…
Sinekten yağ çıkarma simyası
Yaşamak her şeye rağmen elbette “güzel” de, bir şekilde, öyle ya da böyle zamanlı-zamansız ölünceye (öldürülünceye) kadar hep “yaşıyoruz” zaten. Sinekten yağ çıkaran avare simyacısı oldu insanlar hayatın. Tatsız tuzsuz da olsa, tadı çıkarılamasa da, göbek adı yaşamak… Ötesi “hayat”; öyle diyoruz, diyorlar. Bakalım ne kadar diyeceğiz, diyecekler.
Bu ortamda “Yaşamak bu değil”in yankısıanca arabeskin, İbrahim Tatlıses albümünün adı sanki. Onun da neye omuz verdiği, kime hizmet verdiği ortada. Hazin… Hüznü Nâzım Hikmet’in “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” romanında da öyle; belki de en sönük eserlerden biri. “Bütün bu düşündüklerim, biliyorum, bütün bunlar romantika. Kaç yıldır ömrüm romantika…” diyor kahramanı. Hüznü derin, derdi derya kahramanı…
Analizin vitrininde ölü duruyor
Ufka bakarken sırtını bir yere yaslamalı, “rağmen”. Ki kuvvetli, yeterli bir itiraz, karşı çıkış olsun. Tersi direnmekten çok tevekküle, dinî olmasa da benzer bir kabullenmeye, teselliyi, çareyi asıl mevzudan, sorundan başka alanlara kaydırmaya da kapı aralayabiliyor. Çözümü de, mücadelenin vadeleri, menzili, hatta hedefi de karışıyor, bazen kayıyor, daralıyor sanki.
“Her şeye rağmen”in nağmesi “En azından”la iç çekince, talebinin de “Bâri, hiç olmazsa…” makamından seslendirilmesi mümkün. Ki bu sadece gönül indirmek değil umudun pazarlıktan çekildiği bir hayat tasviri. “Her şeye rağmen”in dayanağı umut da kuytuya çekilince, sinince ne kadar “umut”tur kestiremiyorum.
Belki abartıyorum, abartacağım da bazı örneklerde, satır aralarında… “En azından”ın “Ben kalender meşrebim”e de müsait hissiyatıyla, nereye çekersen oraya, bir tür yanılsamaya bağrını açtığını düşünüyorum. Ve ülkenin durumuna dair analizlerin vitrininde de ölü duruyor.
Aranan hayır bulundu mu?
Kullanıma göre “hayır-hayr” da her şeye rağmen, en azından gibi bir mesele. Ki geçen pazar (4 Haziran) yayınlanan “Hayırlı olsun da nasıl!” yazımda o kalıba değinmiş, itiraz etmiştim: “Hayırlı olsun”la seçim sonuçlarının peşin peşin hayırlara vesile edilmesine reddiye…
Bazı durumlarda “dil alışkanlığı”nın itinasız, baştan savma, hatta bazen üstünkörü (üstten bakarak, yüzeysel) kullanımına örnekti fikrimce. Sorunluydu da: “Dile gösterilen özenin her kelime sinmesi gerekiyor. Ama sindirmeye de uygun olmalı.”
Şimdi de iktidar karşıtı bazı açıklamalarda, değerlendirmelerde “Hayırlı olsun” temennisinin aradığı hayrı “yeni kabine”de bulduğunu bile görüyorum. Abartan bazı örnekleri de… Üstelik “yeni” kabineyle yaratılmaya çalışılan “Yenile(n)dik” vizyonu bile koltukları çok önemli olsa da birkaç ismin omzunda. Hissiyatının “Ha Ali, ha Veli”ye gidip gitmeyeceği de var olan sistemle, düzenle, tesellisi de zamanla ilgili.
Liyakat ilk kez cümle içinde…
Yine benzer bir dil, “temenni” sorunu. Böyle kullanımlarıyla “Her şeye rağmen” bence “iktidar”a dair kurulacak bir cümle zaten değil. Peki, en azından yeni Bakanlar Kurulu’na dair gönül rahatlığıyla kurulacak bir cümle olabilir mi acaba… Yönetimde gerekli asıl isim değişikliğinin kabinedeki isimlere ikame edilmesi değil tek mesele.
Yıllardır uluslararası tanımına uygun olmayan ama işleyişiyle ulusal literatür açısından gayet mânâlı olan “kabine” yeni isimlerle yenileniyor. Kimine göre sürpriz, kimine göre “mecburen mecburen”, bazıları içinse “âdeta” Batılı kabine. (Hiç haz etmediğim “âdeta”yı bu yazımda hınzırca kullanacağım. Zira sonraki yazım o menhus kelimeyle ilgili.)
Bir kere “liyakat” kelimesi yıllardır, belki de ilk kez cümle (kabine) içinde kullanılıyor. Sayısı numunelerle sınırlı olsa da… Az iş mi? İktidar-muhalefet arenasının o ünlü kıyas-ı mukassimi, ikilemi “Liyakat ya da sadakat… İşte bütün mesele” tiradı başka bir tiyatroda, başka oyuncularla sahneleniyor.
“Liyakat-sadakat”in terazisi
Alkış için finalin, en azından ikinci yarısının bile beklenmediğini de görüyorum bazı tez canlı örneklerde. Varsa bir düş, oralardan hayra yormak için uyku mahmurluğunun geçmesini beklemek sabır değil ihtiyat. “Her şeye rağmen”den işkillendiğim, bir ayar yapma ihtiyacı hissettiğim gibi “liyakat”e de öyle yaklaşıyorum. Ve sözlük anlamındaki “lâyık olma, uygunluk”u -tedbiren- daraltarak, o uygunluğun iktidar açısından anlamını gözeterek, durumu “işinde ehil olma”yla ifade etmek bana daha makul geliyor.
Zira liyakatli isimlerin icraat serüveninde “liyakat-sadakat” terazisinin de hangi dengede inip çıkacağı henüz belli değil. Aslında kantarın topuzu belli de, rötuşlarla belirsizleştirmek, öyle değilmiş gibi göstermek işlerine geliyor. Ötesi sadakatle liyakatin iktidar siyasetinde bağımsız kutuplar olarak seyri, şart da değil alışılmış da…
Liyakatin bazı durumlarda sadakatin koyu gölgesini, koltuk altını fazlasıyla sevdiğini gördük, görüyoruz. Ehil bakanların rolünün, işlevinin, etkisinin Cumhurbaşkanlığı sistemi açısından seyrinin ne olacağı zaman gerektiriyor. Yani inşallah, kısa sürede ortaya çıkmayacağını varsayarak.
Umudun mesmeselaları
Mesmesela ekonominin yönetimi “eskisi gibi” yani yıllardır süren dünkü hâliyle olmayacak, enflasyon, döviz kuru elden geldiğince “belli-belirsiz gelişmekte olan ülke normalleri”ne indirilecek. Yeni(den) dış kaynaklar sağlanacak. Belli veya “belli” ya da “belli de belirsiz” nedenlerle, yollarla kaybolan, kimine kâr, kimine zarar olan, belli çevrelere dağıtıldığı iddia edilen kaynaklar âdeta yerine konulacak.
Bittabi elde kalan kaynaklar önümüzdeki yerel seçim sürecinde bu kez propagandaya, pürtelaş vaat-icraat manevralarına, İstanbul’un Fethi’ne filan feda edilmeyecek. Savurganlıktan vazgeçilecek, savurganlığı o “sistem”in bir zorunluluğu, demirbaşı hâline getiren “yapı”ların keyfine dur denilecek.
Kemer sıkma politikası
“Kemer sıkma politikası” pahası markada ağır kemerleri de kapsayacak. Hep halka önerilen sabır bu kez ülkenin bütün yükünü onun omzuna aktaranlara, o yüke sebep olanlara da pay edilecek. (Gerçi ona sabır değil “Boğazından az kes” diyorlar bizim oralarda. “Yahu az mola verin” diyenler de var.)
“Umut” kabaca özetlediğim bu gereklilikleri en baştan “oyun dışı” bırakıyorsa, elde kalan “en azından”ın hâli bile umutsuz. Umudu sıkılan kemerin boyundan bir ihtimal göğüs kafesine indirilmesinde aramak, ekonomiye yeni isim transferine “politika değişikliği” demek, Pollyanna’nın tez canlılığına da uygun değerlendirmeler fikrimce.
Temenni de umuttan bağımsız değil. Ki umuttan bile sabır, tevekkül isteniyor, daha da istenecek: “Bakın âdeta düzeltiyoruz, yine sesinizi çıkarmayın, yine sabredin. Ulu orta ‘Ya sabır!’ bile çekmeden oturun, oturtulduğunuz yerde.”
Sırrına vâkıf olmanın zorluğu
Yeni Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in önemle dile getirdiği “şeffaflık” ilkesi de göreve getirildiği bu ülkede bırakın ekonomiyi her alanda büyük fantezi. İktidarın işleyiş ilkeleri, mekanizması düşünüldüğünde insana kahkaha bile attırır. Ekonominin düzeltilmesi sadece Bakan Şimşek’in bildiği bir meslek sırrı değil. Kabinedeki “yenilenme”nin altındaki asıl “sır”, niyet sonradan çıkacak.
“Yeni” dış politika da buna uygun seyredecek. Ama orada da bir sır meselesi var. Hangi kanalda izlediğimi hatırlamıyorum ama geçenlerde emekli büyükelçi Süha Umar’ın bir değerlendirmesine denk geldim.
Umar söz Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a, MİT Müsteşarlığı’na, oradaki “sır” meselesine gelince, sırra da açıklık getirdi ve mealen şunları söylüyor: “Milli İstihbarat Başkanlığı’ndaki sır, devletin sırrı, devletin sır küpü olmaktır, kişinin sır küpü değil.”
“Adalet”te vitrin beklentisi
Yeni bir isimle adalet de bir nebze adalet “gibi” olacak. Seçim sürecinde kurduğu cümleyle ayrımcılığa şampanya patlatan Adalet Bakanı’nın halefine de belki bir konuda, bir şekil yaptırılacak.
Farz edelim kul yapımı bir “kader” mahkûmu sonunda hakkı olan beraat kararını alıp cezaevinden kurtulursa elbette önemli. Lâkin o karar vitrin, bu “yeni” ortamda tezyinat gereği alınıyorsa… Ötesi mahkûmun zaten görmezden gelinen, durma ertelenen hakkıysa… Onun kıymetinden büyük harfle “Adalet”e dair çıkarımlar yapılamaz, “sistem” kıymetlendirilemez kuşkusuz.
Muhalefetle temas bile var!
Misal… Numan Kurtulmuş TBMM Başkanı seçilmeden hemen önce AK Parti heyetiyle seçim sürecinde terörün her türüyle “iltisaklı” gösterdikleri CHP’yi mecliste ziyaret ediyor. Ne hoş tabii! Özlediğimiz görüntüler… Hem de Kurtulmuş’un deyişle; “kısa ama yararlı bir görüşme”. Varsın kısa olsun; maksat “niyet” bu bile bir kısmet!
Fakat açıklamasını “fedakâr bir işbirliği içerisinde çalışacağız”a bağlaması bence pek hoş durmamış. “Feda edilen, uğruna vazgeçilen şey ne?” soruma engel olamıyorum. Demokrasilerde, demokratik bir mecliste ana muhalefetle işbirliği bir fedakârlık, yüce bir diğerkâmlık, istisnai bir durum değil ki. Ama nihayetinde birçok şey öyleymiş gibi gösteriliyor.
Artık pas geçilemeyecek mecburiyetleri “yenilenme”, “hizmet” filan vurgusuyla bir marifet, lütuf gibi sunmak iktidarın maharetleri arasında zaten. Geçen haftaki yazımda da değinmiştim. Her türden iktidar, makam sahiplerinin zaten görevi gereği yapması gereken, hatta zorunlu olan hizmeti, ona uygun tutumu muhatabına, halka bir “kıyak” gibi sunmasına olanak veren “Hayırlı olsun” kibri de sık gördüğümüz bir şey mesela. “Bakın size neler bahşediyorum”un örtülü ifadesi.
Dil de mi değişiyor ne!
Menzili, sabrı yerel seçimlere yeter mi bilemiyorum ama belki “iktidar dili” de değişecek. En azında önceki kabinede o dilin sivriliğini, sancağını uç boylarına taşıyan örneklerin yerine gelen bazı isimler o dile mesafeli duracak. Hep beklendiği gibi konuşmaları ille o minvalde, kale burcu siyasetiyle değil işi-gücüyle ilgili olacak.
Lâkin “değişecek” o dil, iktidarın dili zaten… Ve sadece seçim için üretilmiş dil değil yıllardır “edinilmiş”, “seçilmiş”, yerleş(tiril)miş bir dil. Bir ihtimal o dilden kurtulmanın sevinci huzuru da, bu muhasebeyle boğaza düğümleniyor.
Ayrıca “niyet”in dışında epey bir çaba da, ona uygun bir düzen, zihniyet de gerektiriyor. Eğer dil de dâhil her alanda yaşanan sorunlar zaten bu sistemin alâmet-i farikaları hâline gelmişse, “her şeye rağmen” yine mânâsını aşıyor.
Değişimde kurban pazarlığı
Bu türden “değişim”lerin değerlendirilmesinde kullanılan dil, ülkenin hemen her alanındaki çöküşünde hâkim payı olan “politika”yla helalleşmeyi, o yönde bir imayı andırmamalı, öyle bir hissiyata gönül aralamamalı. Deşifre edilmeli.
“Her şey”in sınırlarını çizmek, nasıl yorumlandığına bakmak, sonra “rağmen”i eklemek sadece makul değil adalet, vicdan için de gerekli. Tersi, neticesi, bedelin yine kime yükleneceği en baştan belli, kurban pazarlığı.
Bu ülkede niye umuda, temennilere, taleplere, hayattan beklentilere hep “en azından” makamından akort yapılsın? Benim gönlümde “her şeye rağmen”in çok yönlü hissiyatı, önce yaşanan/yaşatılan “her şey”in iyi tanımlanmasını, muhasebesini gerektiriyor. Günlük hayata, sokağa, sosyal medyaya, siyasete yerleşen/yerleştirilen dile dikkati de…
Son derece masum görünen kelimeler, cümleler, temenniler bile bazen sorunlu, en azından yüzeysel. Üstelik açık ya da gizli, bilinen yahut malum olsa da kabullenilmeyen “niyet”lerle, “sır”larla gölgelenen bir ortamda.
Nedir yüreğinizdeki gizli niyet
Seçim sonuçları, sonraki “yenilenme”, bir nebze üslup “değişimi”, ardındaki “niyet”ler, “sır”lar, hatta açık-gizli “günah”lar filan bana hep büyülü gelen, hayranlıkla öğrendiğim, melodisine, kendinde “şiir”ini de vurulduğum Arapça bir kelimeyi de getiriyor: Süveyda…
Her insanın kalbinin tam ortasında minik, siyah bir nokta olduğuna inanılırmış… “Süveyda” demişler ona. Sözlükteki anlamları muazzam: “İnsan varlığındaki ilahi tecelli”, “kalpten gizlenen günah”, “tüm damarların birleştiği siyah nokta”, “gizli niyet”, botanikte de “gelişinceye kadar tohumu besleyen doku”.
O gizli niyeti, sır günahı önce Metin Altınok’un şiirinden öğrenmiştim. Kelimeleri, ritmiyle, şöyle bestelemişti: “Eskiden yüreğin ortasında bulunduğu sanılan siyah nokta, /Yani mecâzi anlamda bir gizli niyet bir duygu ve düşün /Ve bitkibiliminde tohumun içindeki o itici güç sürgün. /Yoklayın kendinizi şimdi hepiniz sonra söyleyin bana; /Nedir yüreğinizdeki siyah nokta gizli niyet süveyda?”
Bazen yalnızca sitem…
Elbette süveyda her hâlin ifadesi değil kalpteki “siyah nokta”nın insanî bir mertebesi. Nihayetinde “romantika”.Hayatta insanlık hâli denilecek şeyler de var, asla öyle denilemeyecek, öyle geçiştirilemeyecek şeyler de… Belki de seçim sonuçlarındaki “halkın tercihi”, bu şiirsel örneğe bir yerinden değiyor. Bilemiyorum ama içimden öyle geldi. Şiirini bulmak istedim sanki.
Neyse… “Her şeye rağmen”e, “En azından”a, “Hayırlı olsun”lara itirazım da bir yönüyle içimden, aklımdan geçenler. Bazı örneklerine kuvvetli bir karşı çıkış… Bazen de yalnızca sitem, hatta sadece bir “Acaba?”, fikir, duygu alışverişi.
Gelecek pazar “Hayırlı olsun”un, “Her şeye rağmen”in, “En azından”ın ulaştığı, bazen mecbur da kaldığı, mahkûm olduğu başka bir kelimeye değineceğim. Kimi örnekleriyle bence menhus, yerine göre kullanışlı olsa da bereketsiz, meymenetsiz “âdeta”ya… Araya giren güncel yazılara, atlayıp zıplamalara rağmen âdeta dille, bilhassa siyasi dille ilgili bir yazı dizisi oluyor! Zira “her şey” bana “dil”i hatırlatıyor.
YAZI RESMİ: İngiliz ressam Evelyn De Morgan’ın “Umutsuzluk Hapishanesi’nde Umut” tablosu (1887).