[20-21 Nisan 2023] On gündür Gülsüm Ekinci’nin 20 Yıllık Hikâye: Kadınlar AK Parti Dönemini Anlatıyor başlıklı röportaj dizisini döne döne okuyorum. Okuyor, bırakıyor, tekrar okuyorum. Şimdiye kadar altı bölüm yayınlandı. Ekinci’nin 11 Nisan’daki kendi sunuş yazısıyla birlikte, (1) Hidayet Şefkatli Tuksal (11 Nisan); (2) Cihan Aktaş (12 Nisan); (3) Canan Aydın Bıçak (13 Nisan); (4) Sümeyye Kavuncu (14 Nisan); (5) Yıldız Ramazanoğlu (17 Nisan); (6) Arzu Kılıçarslan (19 Nisan).
Her biri birbirinden ilginç, birbirinden çok-boyutlu, birbirinden sarsıcı. Hem AKP’nin genel serüvenini, çıkışını ve sonra inişini, hem de dindar, Müslüman kadınların duygu ve düşünce dünyasını, kendi hayatları üzerinden müthiş anlatıyorlar. Gerçi son altı-yedi yıldır, eskisi kadar yabancı sayılmam o mahalleye. Gene de çok şey öğreniyorum bu yazılardan. Öğreniyorum demek belki yanlış, çünkü fazla kitabî. İşin fikir kadar duygu boyutu da var. İnsanın içine işliyorlar.
Merak ediyorum, erkekler okuyor mu, ya da hangi erkekler okuyor ve ne kadar? Ne ölçüde hissederek, anlayarak? Ne ölçüde, şu seçim döneminde, üstelik muhafazakâr mahallenin kendi içinden yükselen iktidar ve Erdoğan eleştirileriyle sevinme, tatmin olma arzusunu aşarak? Daha geniş vizyonlara açılarak? Yeni bir kadın-entelicensiya ile karşı karşıya olduğumuzun farkına vararak?
Şüphelerim var bu konuda. Çünkü maalesef, bir, hemen bütün erkekler buna yabancı — sırf erkek oldukları için. İki, Müslüman erkeklerin bir bölümünün (Cemaat erkekleri mi diyelim?) böyle hassasiyetlere ne kadar yabancı ve düşman olduğu, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma ve ardından 6284 sayılı yasayı bile kaldırtma çabalarıyla ortada. Üç, Atatürkçü-laik-sol erkekler ise çifte yabancı buradaki anlatımlara, hem kadınlara hem öteki mahalleye üsttenci bakışlarıyla. (Ve tabii bu, laik-sol kesimin feminist kadınları için de fazlasıyla geçerli, zira geçmişte ve bugün Müslüman feministleri veya kadın hakları savunucularını küçümseme ve dışlamayı sürdürüyorlar.)
Belki bunu söylemek bile abes ama, bu tür bütün farkındasızlık ve aldırmazlıklar, söz konusu röportajlarda somutlanan insanlık düzeyi karşısında kendi aczine mahkûm gözüküyor.
18. yüzyılın sonlarından bu yana önce Batı’da yükselen feminizm ve kadın hakları hareketi karşısında, ataerkilliğin iki yüz küsur yıldır eşitsizliği korumak uğruna sarıldığı bütün “fıtratçı” argümanlar ve ayak sürümeler kadar yenilgiye mahkûm gözüküyor.
Bir bakın, Gülsüm Ekinci’nin konuştuğu-konuşturduğu kadınların, mülâkatlarının en sonunda, son birkaç paragrafında, Türkiye için neler istediklerine.
Bu bitiriş dileklerinde, bütün bir barış ve demokrasi programı somutlanıyor.