Ankara’ya en son ne zaman gitmiştim, hatırlamıyorum. Sanki çok uzun zaman oldu. İşte bu “merkezden uzak kalma”nın verdiği refleksle Sabiha Gökçen’den kalkan THY uçağına bindim. Tam iki saat fırtına nedeniyle uçağın içinde esir kaldık. Otele geldiğimizde gecenin 01.00’i olmuştu. Ankara’ya gazetecilerin yeşil pasaport sahibi olmalarının aciliyetini ve gerekliliğini siyasetçilere, ülkeyi yönetenlere iletmek amacıyla geldim. Sağ olsun, Ankara’dan da bazı gazeteci arkadaşlarımızın dahil olmasıyla, siyasetçileri ikna turuna başladık (Sinan Burhan, Hande Fırat, Melik Yiğitel, Mehmet Acet, Zafer Şahin).
Özellikle Avrupa ülkelerinin vize konusunda aldıkları sert “önlem”ler, gazetecilerin işini çok zorlaştırdı. Yurtdışında bir habere gitmek, acil bir durumda uluslararası arenada haber takibine çıkmak, neredeyse imkansız hale geldi. Yeşil pasaport olursa, AB üyesi ülkelere girişte vize gereği ortadan kalkar. Bizim gazetecilik mesleğimiz açısından en çok gerekli olan yerlerin başında, AB ülkeleri geliyor.
Türkiye’de basın kartlı gazeteci sayısı, son verilere göre, 17 bin 618. Bu gazetecilerin bir kısmını devlet memurları oluşturuyor ve onların da çoğunun zaten yeşil pasaportu var.
O yüzden de tüm basın kartlı gazetecilere yeşil pasaport verilmesi durumunda, yeşil pasaport sayısında herhalde en fazla 10 bin civarında artış söz konusu oluyor. Ancak şu anki yaklaşım sadece 10 yıl kıdemli basın kartlı olanlara yeşil pasaport verilmesi yönünde olduğu için bu şekilde yeşil pasaport edinecek gazetecilerin sayısı 10 binden de daha düşük bir rakama iniyor. Belki 4-5 bin civarına kadar iniyor. Bu da ülkedeki toplam yeşil pasaport sayısında yüzde yarımdan daha küçük bir artış anlamına geliyor.
Eski İstanbul valimiz yeni İçişleri Bakanımız Ali Yerlikaya’yı görevi başında ziyaret amacıyla Bakanlıktaydık. Yeşil Pasaport sorunumuzu aktardık, ilgileneceğini söyledi. Yetkililere araştırmaları için talimat verdi.
Yarın da Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’u, AK Parti Genel Başkan Vekili Efkan Ala’yı ziyaret edeceğiz. Tabii yeşil pasaportla başlayan sohbetler genişliyor, mülteci sorununa sıçrıyor, uyuşturucu ile mücadelenin hangi aşamada olduğunu kadar uzanıyor. Bu sorunlarla nasıl baş edebileceğimiz konusunda, İçişleri Bakanı öncelikle kararlılık vurgusu yaptı. Aldıkları yeni önlemleri, yeni mücadele stratejisini anlattı.
İçişleri Bakanlığı binasından içeri girerken, kendime şu soruyu sordum: “Bu tarihi binaya ilk ne zaman gelmiştim?” ’68 Anılarım’ kitabımı açtım, “İçişleri Bakanı Sükan ve gerilla lideri” başlıklı yazıyı okumaya başladım.
“Yıl 1969, aylardan Kasım” diyor. Yani tam 54 yıl olmuş. Koca bir tarih. O yıllarda Faruk Sükan İçişleri Bakanı’ydı. O sene Siyasal Bilgiler mezunlarının fark derslerini vererek avukat, hâkim olabilme hakları ellerinden alınmıştı. Siyasal öğrencileri bu durumu protesto amacıyla boykot yapmıştık.
Derdimizi İçişleri Bakanı’na anlatmak için de bir grup öğrenci Bakanlığa gelmiştik. Görevlilere SBF öğrencilerini temsilen geldiğimizi, bakanla görüşmek istediğimizi söyledik. Bakan Sükan bizi gayet sıcak karşıladı. Öğrenci heyetindeki SBF Öğrenci Derneği Başkanı Murat Koğacıoğlu’nun omuzuna elini attı, “Ne istiyorsunuz bakalım” dedi. Biz talebimizi dile getirdik. Sohbet uzadı.
Bakanın masasının üzerindeki kitap dikkatimizi çekmişti. O yıllarda moda olan, Alberto Bayo’nun “Gerilla nedir” kitabıydı. Bomba yapımını, molotof kokteyli hazırlamayı anlatan bir kitap. Bakan kitabı eline aldı, “Bakın ben de bu kitabı okuyorum” dedi. İçişleri Bakanı bile dönemin havasından etkilenmiş, gerilla kitabı okumayı bir entelektüel vazife saymıştı.
Aradan 54 yıl geçmiş.