2000’li yılların başı. Kapıların Türkiye’ye açılması umudunun canlı olduğu günlerde, AB Parlamentosu koridorlarında dolaşıyoruz. Brüksel’de gazetecilik yapan Hadi Uluengin, Cüneyt Ülsever’i görünce, “12 Eylül döneminde sığınmacı bazı arkadaşlarımız Belçika’ya geliyor” diye başlayınca Ülsever gülümsedi. Hadi, anlatmaya devam etti: “Onları havaalanında karşılıyor, yerleştiriyorum. Sürekli aynı pasaportla geliyorlar. İsim hep aynı: Cüneyt Ülsever.” 25-30 yıl önceki bir öykü…
Ülsever gülümsedi: “Robert Kolej’de öğrenciyken aynı grup içinde yer aldığım Mehmet Emin bana ‘Seni yurtdışına gönderebiliriz. Bir pasaport çıkar’ dedi, Çıkarınca da aldı ve bir daha hiç sözü edilmedi. Gerisini bilmiyorum.” Cüneyt Ülsever’in sözünü ettiği kişi, ortak arkadaşımız Mehmet Emin Yıldırım’dı. Geçenlerde onu Hollanda’nın Amsterdam kentinde yitirdik. 68 kuşağının nitelikli, yetenekli, zeki, birikimli ismiydi. Ölümüne çok üzüldüm. Eşi Aynur, “Son birkaç ay içinde sağlığı hızla bozuldu.
Kaybettik. Özel bir insandı” dedi. Mehmet Emin, 1980 öncesi Devrimci Gençlik Birliği(DGB) yöneticisi olması nedeniyle ağır cezalar almış, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde Korkut Boratav’ın asistanı iken yurtdışına gitmek zorunda kalmıştı. Ömer Faruk Ciravoğlu anlatıyor:
“Bizim çevreden Hollanda’ya ilk giden Mehmet Emin olduğu için, bizlere, yani sonradan gidenlere kucak açtı. Yol yordam öğretti, tercümanlığımızı yaptı. Kaybettiği ilk eşi Selma ile birlikte evini açtı. Yerleşme sancılarımızı hafifletti.” Mehmet Emin, barışçı, şiddet karşıtı, özgürlükçü bir sosyalistti. Gülümsemesi, yüzünden hiç eksik olmazdı. Hollanda’ya gittiğimde mutlaka uğrardım. Birçok meselede aynı fikirdeydik. Tam 13 yıl ülkesine dönememişti. Aynur, onun 13 yıl sonra Türkiye’ye döndüğü gün (2 Temmuz 1993) yaşadığımız Sivas katliamının Mehmet Emin’i çok sarstığını anlattı.
Mehmet Emin Hollanda’da Leiden Üniversitesi’nin Türkoloji bölümünün önemli isimlerinden birisi olmuştu. Türkçe Hollandaca Sözlük’ü, ve Hollandaca Türkçe Sözlük’ü Gerjan van Schaaik’la birlikte hazırlamıştı. Üniversitedeki çalışma arkadaşlarından akademisyen Sytske Sötemann, onu şöyle anlattı: “Mehmet Emin, Türkçe şiiri keşfetmem ve tercüme etmem konusunda sürekli destek oldu. Edebi ve siyasi alanlarda benzer fikirlere sahiptik. Yoldaşı şair Mehmet Çetin (1955-2020) ile Hollandaca’ya çevrilmiş yirminci yüzyıl Türk şiirinin bir kanonunu derlemeyi tasarlamışlardı.
Mehmet Emin’le bu projeyi 2010 yılında iki dilli geniş bir koleksiyon olan ‘Çağdaş Türk Şiiri’ ile sonlandırmayı başardık. Birlikte Gerrit Kouwenaar ve M. Nijhoff’un da aralarında bulunduğu birçok önemli Hollandalı şairin şiirlerini Türkçe’ye çevirdik. Mehmet Emin, Hollanda’daki her türlü festival, dergi ve şiir kitabı için Türkçe şairlerin şiir çevirilerini hazırladı. Kısacası, Mehmet Emin olmasaydı, modern Türk şiirinin, Hollandaca yayınlanması, mümkün olmazdı. Şahsen onu çok özleyeceğim.” Türkiye ve Hollanda üretken bir aydınını bizler de çok sevdiğimiz bir arkadaşımızı yitirdik.
Mehmet Emin Yıldırım, Malatya’dan İstanbul Robert Kolej’e geliş öyküsünü Taşrada Milli Edebiyat’la Uğraşmak başlıklı yazısında anlatmıştı.
Ortaokulu bitireceğim yıl, postadan adıma gönderilmiş bir okul ilanı ve sınav formu çıkmıştı. Adını duymadığım bir özel Amerikan okuluydu gönderen. Öğretmenlerimden bunun çok iyi bir okul olduğunu, taşra şehirlerinden de öğrenci almak istediğini ve bana müracaat formu gönderilmesini kendilerinin önerdiğini öğrendim. İlanın üzerinde Boğaz tepelerinde çok güzel binalar ve ağaçlarla kaplı bir kampus resmi vardı. Okula kabul edilmek için bir sınava girmem gerekiyordu. Gerçi özel ve pahalı bir okuldu ama sonra öğrencilerin mali durumuna bakılarak burs veriliyordu. Önce bir yıl İngilizce hazırlık okuyacaktım, eğitim dili İngilizceydi. Evi İstanbul’da olmayan öğrenciler okul yurtlarında kalıyordu. Hemen müracaat formunu doldurdum. Sadece kitaplarda okuduğum ve resimlerden tanıdığım İstanbul’un çekiciliği müthişti. Yazın Malatya’nın Batısına ilk yolculuğumu yaparak Ankara’da sınava girdim, sonbaharda İstanbul’daydım. Tesadüfen İstanbul’un en zengin ailelerinin çocuklarını gönderdiği, lüks bir ortamda bulmuştum kendimi. Ama aynı kampüste Robert Kolejin yüksek bölümü de bulunuyordu, bir yıl sonra üniversiteli solcu gençlerle tanışacaktım. Ayrıca benim gibi on beş-yirmi taşralı sınıf arkadaşım daha vardı. Yazının tamamını okumak isteyenler için https://www.dbnl.org/tekst/_gid001200601_01/_gid001200601_01_0175.php |