Orta sınıf Yahudi bir ailede dünyaya gelen Theodor Melon, 1939 yılında Naziler Polonya’yı işgal ettiğinde sadece 9 yaşındaydı. Kendi deyimiyle bir gecede “kendi vatanında mülteci olmuş, okulundan ve çocukluğundan atılmış, sürekli bir tehlike halinin içine sürüklenmişti”. Birçok Polonya Yahudisi komşusu ve akrabası gibi önce gettolara, sonra da toplama kamplarına kapatılmış, neredeyse bütün çevresi Holokost sırasında katledilmişti. Theodor Melon, hayatta kalmayı başarmış, toplama kamplarından sağ kurtulmuştu. 1945’te Filistin’e göç etmiş, öncelikle Nazi işgali sırasında kaybettiği 6 senelik eğitimini tamamlamış, tanık olduğu korkunç Holokost vahşetinin bir daha tekrarlanmaması adına hukuk okumaya karar vermişti. Hebrew Üniversitesi’nde hukuk lisans programına girdi, ardından Harvard Hukuk Fakültesi ve Cambridge Üniversitesi’nde uluslararası hukuk yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamladı.
1957 yılında ise İsrail’e geri döndü. 27 yaşındaki hırslı genç hukukçu, yeni kurulan İsrail devletinin uluslararası hukuk danışmanlarından biri olmuştu. İsrail Dışişleri Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Temsilciliği için hukuki mütalaalar kaleme alıyor, uluslararası anlaşma ve ihtilaf süreçlerinde danışmanlık yapıyordu.
İsrail kuruluşundan itibaren iki akımın çatışmasıyla şekilleniyordu. Bir kesim Holokost sonrası kurulan İsrail’in güvenlikçi ve gerektiğinde hukuku ayaklar altına alabilen bir Yahudi devleti olmasını istiyor, az sayıdaki bir kısım liberal de geçmişteki acıların “hiç kimse için tekrarlanmaması” gerektiğini söyleyerek hukukun üstünlüğünün zedelenmemesini savunuyordu. İyi bir hukuk eğitimi almış Holokost mağduru Theodor Meron’ın hukukun üstünlüğünü savunanların yanındaydı. Duruşunun ne kadar sahici olduğunu ise makul seslerin duyulmasının en zor olduğu bir dönemde, İsrail için tarihi bir savaş zaferinin hemen ertesinde kanıtlamıştı.
Altı Gün Savaşı’nın ardından Doğu Kudüs’ü işgal eden İsrail ordusu, Ürdün Kralı Hüseyin’in portresini ters bir şekilde taşıyor, dalga geçiyor (Leonard Freed/Magnum)
İsrail’in Sina yarımadası, Gazze şeridi, Golan tepeleri, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü işgal ettiği 1967 tarihli Altı Gün Savaşı neticesinde İsrail hükümeti, Theodor Meron’dan Batı Şeria’daki işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşimlerinin kurulup kurulamayacağına dair bir hukuki mütalaa talep etmişti. Meron ise İsrail’in tezlerinin ve işgal altındaki topraklarda bu tür yerleşimlerin kurulmasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu raporunda belirtmiş, kendi devletinin argümanlarını çürütmüştü. Meron sadece yerleşimlerin kurulmasına karşı çıkmamış, aynı zamanda İsrail ordusunun güvenlik gerekçeleriyle Filistinlilerinin evlerini yıkıp Filistinli nüfusu sürmesinin de uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirtmişti. Meron çok büyük bir askeri zaferinin ve milliyetçi hezeyanın hemen ertesinde kendi devletinin resmi anlatısı ve argümanlarına karşı çıkma, uluslararası hukukun gerekliliklerini hatırlatma cesareti göstermişti.
Theodor Meron’un hukuki görüşü. İsrailli hukukçu Itay Epshtain’in ortaya çıkardığı gizli belgeyi ilk gündeme getiren Amerikalı solcu Yahudi gazeteci Gershom Gorenberg olmuştu. Geronberg, Meron’un hukuki tavsiyelerinin dinlenmesi durumunda İsrail’in uluslararası alanda gördüğü eleştirilerin ortaya çıkmasına sebep olan hukuksuzlukların yaşanmayacağını belirtmiş, Meron’un öngörüsünü takdir etmişti.
İsrail hükümeti, tabii ki böylesine büyük bir askeri zafer ve işgalin ardından Theodor Meron’un görüşlerini dikkate almadı. Meron uluslararası hukuku önceleyen uzun vadeli çıkarların değil kısa vadeli çıkarların ve milliyetçi hezeyanların hakim olduğu bir atmosferde ancak 10 sene daha çalışabildi. 1971’de İsrail’in Kanada Büyükelçisi olmuştu, istese diplomatik kariyerinde daha da zirveye çıkabilirdi. İstemedi. 1977 yılında New York Üniversitesi’nden aldığı akademisyenlik teklifini kabul etti, ABD’ye göç etti, 1 sene sonra da vatandaşlık aldı. Meron yeni hayatında siyaseti bırakmış, akademi ve uluslararası mahkemelere ömrünü adamıştı. New York Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde profesör oldu, Oxford, Harvard’da dersler verdi. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluş sürecinde katkı sundu, savaş suçlarını cezalandırılması için kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin başkanlığını üstlendi.
Theodor Meron’un İsrail tarafından dinlenmeyen tavsiyeleri artık dünyanın en önde gelen hukuk fakültesi amfilerinde dünyanın ilgiyle takip ettiği, uluslararası hukukun oluşumuna katkı sunan uluslararası mahkeme kararlarının gerekçelerinde yankılanıyordu. Theodor Meron’un İsrail ile olan danışmanlık ilişkisinin sona erdiği 1978’den günümüze 46 sene geçmiş, İsrail işgal ettiği bölgelerdeki yerleşimlerini arttırmıştı: Ocak 2023 itibariyle artık Doğu Kudüs’te yaklaşık 200 bin, Batı Şeria’da 500 bin ve Golan tepelerinde 20 bin Yahudi yerleşimci bulunuyor. Yerleşimciler sadece işgal altındaki topraklardaki işgalci İsrail’in radikal politikalarını pekiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda radikal sağ partilere eklemleniyor, İsrail’in ayrımcı ve hukuk dışı uygulamalarının bayraktarlığını yapıyor, Filistinlilerin toplu bir şekilde sürülmesi ve soykırıma uğraması için ellerinden gelen kamuoyu savunuculuğunu üstleniyorlar.
İsrail ise her ne kadar farkında olmasa da zamanında Theodor Meron’u ve uluslararası hukuku dinlememenin bedelini her geçen gün dünyadan tecrit edilerek, dış dünyadan koparak ve radikal bir yalnızlığa hapsolarak ödüyor. Bunun en güncel göstergesi ise, Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı Karim Khan’ın İsrail başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant’ın işledikleri savaş suçları iddiasıyla tutuklanması talebinde bulunması oldu. Hem de yıllar önce hukuka riayet etmesi için İsrail’i uyaran Theodor Meron’un tavsiye görüşü ve desteği ile. Böylece 94 yaşındaki hukukçu Theodor Meron, İsrail’in kendi tavsiyelerini dinlememesinin bedelini, İsrail’in başını uzun bir süre ağrıtacak bir hukuki sürece dahil olarak ödetmiş oldu.
Sanık sandalyesi sadece “Afrikalılar ve Putin” için değilmiş
20 Mayıs 2024 Pazartesi günü Karim Khan, sağına Amerikalı savcı Brenda Hollis, soluna İngiliz savcı Andrew Cayley’i alarak tarihi bir basın toplantısı düzenledi. Karim Khan bu toplantıda, Hamas yöneticileri Yahya Sinwar, Al-masri ve İsmail Haniyeh ve İsrail başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri iddiasıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne tutuklama talebinde bulunduklarını açıkladı. Khan, Hamas yöneticilerinin cinsel suçlar, işkence, sivil ölümlerinden; İsrailli hükümet yetkililerinin ise açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmak, sivilleri bilinçli bir şekilde hedef almak gibi suçlardan sorumlu olduklarına dair makul gerekçeleri teşkil edecek delillere sahip olduklarını belirtti ve bu deliller ışığında Mahkeme’nin 1. Ön Dava Dairesi’ne başvurarak 5 kişi hakkında tutuklama kararı verilmesini talep etti. Hamas halihazırda mahkemenin yetkisini tanıyan AB ülkelerinde terör örgütü olarak kabul edildiği için liderleri hakkında tutuklama talebi ileri sürülmesi pek ses getirmedi, zaten beklenen bir durumda. Fakat İsrail’in mevcut başbakanı ve savunma bakanı hakkında ileri sürülen talep dengeleri sarstı. Savcı Khan’a göre İsrail, açlığı Gazze’nin sivil nüfusunu toplu bir şekilde cezalandırmak amacıyla bir savaş metodu olarak kullanıyor.
Mahkeme’nin ilk savcılarından Luis Moreno Ocampo’nun da aktardığı üzere Romanyalı Iulia Motoc, Beninli Reine Alapini-Gansou ve Fransız Nicolas Guillou’dan oluşan hakim heyeti, savcının taleplerini inceleyip iddia edilen suçların işlenme ihtimaline dair makul gerekçeler tespit ederse tutuklama kararı talebini kabul edecek ve Netanyahu, Gallant ve Hamas yöneticileri hakkında tutuklama kararı verecek.
https://x.com/MorenoOcampo1/status/1793206309581664399
Karim Khan her ne kadar ileri sürdüğü tutuklama talebini, 22 sene ABD ordusunda görev yapan emekli albay Brenda Hollis ve muhafazakar hükümet zamanında atanan İngiliz baş savcı Andrew Cayley’den oluşan ekibiyle birlikte duyursa da açıklamaya en büyük tepkiyi ABD ve İngiliz hükümetleri gösterdi. ABD, Mahkeme’ye yaptırım uygulayabileceğini söyledi, İngiltere ise Hamas ile İsrail’i eşitlediği gerekçesiyle açıklamayı kınadı.
Karar İsrail’de de büyük bir tepkiye yol açtı. Netanyahu, Khan’ı “modern zamanların en büyük antisemiti” ilan etti, Nazi savcılarına benzetti. İsrail hükümetine göre, bu talep sadece İsrail ile Hamas’ı eşitlemiyor, aynı zamanda İsrail’in kendini savunma hakkını reddediyor. Halbuki Khan açıklamasında açıkça İsrail’in kendini savunma ve Hamas’ın elindeki rehineleri kurtarma hakkı olduğunu belirtmişti: “İsrail, tüm devletler gibi, halkını savunmak için harekete geçme hakkına sahiptir. Ancak bu hak İsrail’i ya da herhangi bir devleti uluslararası insancıl hukuka uyma yükümlülüğünden muaf tutmaz. Askeri hedefler ne olursa olsun, İsrail’in Gazze’de bu hedeflere ulaşmak için seçtiği araçlar – yani kasıtlı olarak sivil nüfusun öldürülmesine, açlık ve büyük acı çekmelerine ve vücut bütünlüğü veya sağlığı üzerinde ciddi zarara neden olmak – suç teşkil etmektedir.”
Ön Dava Dairesi’nin ne karar vereceği henüz meçhul. Putin kararında olduğu gibi bu karar süreci birkaç ay sürebilir. Mahkeme tutuklama kararı verirse, Netanyahu, Putin, Ömer El-beşir ve Kaddafi ile birlikte hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi tutuklama kararı bulunan dördüncü lider olarak tarihe geçecek. Fakat Netanyahu’nun sanık sandalyesine oturması için öncelikle yakalanması gerekiyor. Mahkeme’nin kendine özgü uluslararası bir kolluk gücü olmadığı için bu yükümlülük Mahkeme’nin kuruluşunu ve yetkilerini düzenleyen Roma Statüsü taraf devletlerine ait. Statü’ye taraf 124 ülke bu tutuklama emrini Netanyahu’nun kendi ülkelerinde bulunması durumunda uygulamakla mükellef. Fakat bazı hukukçular görevdeki devlet başkanının ve üst düzey hükümet yetkililerinin diplomatik dokunulmazlığından dolayı bu yükümlülüğün söz konusu olmadığını da belirtiyor. Fakat bu Netanyahu’nun içine rahatlatacak nihai bir hukuki yorum değil. Her ülke çatışan farklı hukuki kuralları ve teamüller sonucu farklı çıkarımlarda bulunabilir. Örneğin, böyle bir karar çıkması durumunda Norveç açıkça Netanyahu’yu tutuklayacağını belirtirken, Statü’ye taraf olmayan ABD Mahkeme’nin İsrail üzerinde yetkisi olmadığı için bu kararın uygulanmaması gerektiğini şimdiden deklare etti, diğer ülkeleri ikna etme çalışmalarına başladı. Bu hukuki tartışma bile ileride Netanyahu’nun başını ağrıtmaya yetebilecek düzeyde. 2022 yılında hakkında tutuklama kararı olan Putin, kendisini açıkça tutuklamayacağını belirten Güney Afrika’daki BRIC zirvesine katılmama kararı almıştı. Zira Güney Afrika hükümeti her ne kadar tutuklama işlemi yapmayacağını belirtse de ülkedeki hukukçular ve muhalefet sert tepki göstermiş ve aylar süren bir hukuki tartışmanın yaşanmasına sebep olmuştu. Bu da Putin’de işini sağlama alma, bu tür tartışmaların bir parçası olmama isteği doğurmuştu.
Bu nedenle, Karim Khan’ın başvurusunun Netanyahu ve İsrail’in başını ağrıtmaya devam edeceği kesin. Nitekim Karim Khan’ın bu karara varmadan önce Batılı ve İsrailli siyasetçiler tarafından neredeyse taciz boyutunu aşacak şekilde tehdit edilmesi, Batılı bir lider tarafından kendisine açıkça ve utanmazca “Mahkemenin sadece Afrikalı liderler ve Putin” için kurulduğunun dahi ima edildiği, mahkeme çalışanlarına aileleri ve mülkleri gösterilerek göz dağı verildiğini kısaca hatırlarsak olası bir tutuklama kararının İsrail’i ne kadar paniğe sevk edeceğini anlamak oldukça kolay.
Tehditlere rağmen el ele
Karim Khan’ın Netanyahu ve Hamas yöneticileri hakkında tutuklama kararı talebinde bulunması büyük bir sürpriz değildi. Netanyahu ve İsrail kanadı uzun bir süredir bu ihtimali engellemek adına hem Biden yönetimi hem de Amerikalı Cumhuriyetçi senatörler üzerinden yoğun bir lobi faaliyeti yürütüyordu. Önde gelen Amerikalı Cumhuriyetçi senatörler her türlü diplomatik teamülü askıya alarak çok sert bir tehdit mektubu dahi yazdı: “İsrail’i hedef alırsanız, biz de sizi hedef alacağız. Çalışanlarınızı ve ortaklarınızı yaptırımlarla cezalandıracağız; sizi ve ailenizi Amerika Birleşik Devletleri’ne sokmayacağız” Karim Khan ise bu mektup başta olmak üzere kendisine yönelik tehditlerin yargıya müdahale olduğu belirterek bunun da Roma Statüsü m.70 uyarınca ayrı bir suç teşkil edebileceğini vurgulayarak yanıt verdi.
Karim Khan büyük ihtimalle Pakistan kökenli bir İngiliz olduğu için İsrail’e yönelik bu tür bir girişime öncülük ederken çok daha dikkatli ve siyasi tartışmaları, önyargıları göze alması gerektiğini düşünmüş olsa gerek ki karar sürecinde kendisine yol göstermesi için çok donanımlı ve temsil kapasitesi yüksek bir danışma kurulu oluşturdu.
Yıllar önce İsrail’e verdiği tavsiyelerle hem Uluslararası Adalet Divanı hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi yargılamalarını bu tür ihtilaflar doğmadan önce hukuka uyarak engellemesini belirten 94 yaşındaki Theodor Meron işte bu heyetin bir parçasıydı. Danışma Kurulu 6 uluslararası hukuk uzmanından oluşuyordu: Sir Adrian Fulford, Theodor Meron, Amal Clooney, Danny Friedman, Barones Helena Kennedy ve Elizabeth Wilmhurst. Karim Khan, 6 kişilik heyette 2 Yahudi hukukçunun yer almasına özen göstermişti. Lord Justice Fulford, 27 sene yargıçlık görevinde bulunmuş deneyimli bir uluslararası hukukçu. Danny Friedman ise terörle mücadele konusuna odaklanmış bir insan hakları ve uluslararası hukuk uzmanı Yahudi avukat. Barones Helena Kennedy ise Uluslararası Baro Birliği İnsan Hakları Enstitüsü başkanı, Elizabeth Wilmshurst ise tecrübeli bir uluslararası hukuk akademisyen.
Hiç şüphesiz bu isimlerin arasında en çok dikkat çeken kişi ünlü insan hakları avukatı Amal Clooney’di. Lübnan doğumlu hukukçu Amal Clooney, her ne kadar 2014 yılında evlendiği ünlü oyuncu George Clooney ile dünyanın yakından tanıdığı bir isim olsa da birçok davada adını duyurmuş tecrübeli bir insan hakları ve uluslararası hukuk uzmanı. Özellikle Müslüman bir ailede büyümesi ve İsrail’in geçmişte saldırdığı Lübnan’da doğmuş bir hukukçu olması nedeniyle son zamanlarda Filistin’e dair tek bir söz etmemesi, İsrail’i kınamaması nedeniyle sosyal medyada sıklıkla eleştiriliyordu. Amal Clooney sessizliğini Karim Khan’ın 20 Mayıs’ta yaptığı basın açıklamasıyla bozdu. Bugüne kadar sessizliğinin sebebi Karim Khan ile birlikte delilleri değerlendirmesi, özellikle hangi suçların ileri sürüleceği, nasıl bir süreç izleneceği konusunda aktif olarak çalışmasıydı. Amal Clooney, Khan’ın açıklamasının hemen ardından kendi vakfı üzerinden bir açıklama yaptı, danışma kurulundaki isimlerle birlikte Financial Times’ta İngilizce, İbranice ve Arapça kısa bir makale yazarak dünyanın ilgisini çekmeyi amaçladı. Amal Clooney, son ana kadar beklemiş, somut bir adımın atılmasını sağlamış, ardından kendi sahip olduğu ünü kullanarak İsrail’i çok etkin bir şekilde eleştirmişti: “Benim yaklaşımım, çalışmalarım hakkında bir yorum yapmak değil, çalışmalarımın kendi adına konuşmasına izin vermektir.”
Danışma Kurulu’nun dediği üzere bu tutuklama kararı talebi henüz bir başlangıç. Savcılığın Gazze’nin hedef fark etmeksizin kolektif bir sorumlulukla bombalanması üzerine yürüttüğü soruşturmalar devam ediyor. Karim Khan ve ekibinin İsrailli yeni isimler hakkında tutuklama kararı talep etmesi önemli bir olasılık. Mahkemenin ne yönde karar vereceği, sürecin nasıl ilerleyeceği, tutuklama kararlarının verilmesi durumunda bunların hangi ülkelerce nasıl uygulanacağı meçhul. Fakat Karim Khan ve ekibinin stratejisi işe yaramış, İsrail’in dokunulmazlık zırhı şimdiden delinmiş durumda.
İsrail: Haksız ve tek başına
Karim Khan, kendisine ve mahkemeye yönelik her türlü tehdide rağmen itibarlı isimlerden oluşan ekibiyle birlikte tam zamanında Netanyahu’ya yönelik bir tutuklama talebinde bulundu. Zira tam da bugünlerde İsrail en sıkı müttefiki ABD ile Refah saldırısı doğrultusunda bir uyuşmazlık yaşıyor, ABD başkanı Biden ilk kez İsrail’e silah yardımının kesilebileceğini ima ediyor, Uluslararası Adalet Divanı’nda Güney Afrika’nın açtığı soykırım davası kapsamında İsrail’in Gazze’deki askeri saldırılarının durdurulmasına yönelik yeni geçici tedbir kararları talep ediliyordu. Nitekim Khan’ın duyurusunun hemen ertesinde Avrupa’da tarihi bir gün yaşandı ve İspanya, İrlanda ve Norveç aynı anda Filistin’i resmen bir devlet olarak tanıdıklarını açıkladı.
Farklı dini inançları nedeniyle Pakistan’da polgrom ve katliamların hedefi olan Ahmedi cemaatine mensup bir Pakistanlı göçmen babanın ve İngiliz annenin oğlu olan Britanyalı Karim Khan, tehditlere boyun eğmeyerek ve ekibine güvenerek tarihi bir eşikte tarihi bir adım attı. Sonuçtan bağımsız olarak çok büyük bir başarıya imza attı bile.
Günün sonunda Netanyahu tutuklanmayabilir, sanık sandalyesine (en azından uluslararası bir mahkemede, Filistin’de yaptıkları sebebiyle) çıkmayabilir; Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin nihai kararları beklentilerin altında sonuçlanabilir; hukuki teknik detaylar umut dolu siyasi hedeflerin önünü tıkayabilir. Bu aşamadan sonra bunların pek bir önemi yok. Dünyanın dört bir yanından gelip el ele veren hukukçular yıllardır kimsenin yapamadığı bir şeyi başardı: İsrail’in dokunulmazlık zırhını deldi, İsrail’i desteklemenin yükünü ağırlaştırdı.
İsrail Başbakanı Netanyahu ve radikal hükümetinin Savunma Bakanı Gallant, artık adları Ömer el-Beşir, Putin ve Kaddafi gibi diktatörlerle anılan kişiler. İsrail dünyanın en önemli iki mahkemesinde sanık sandalyesine oturtulmaya çalışılan bir ülke. Batı nezdinde İsrail’i desteklemek artık eskisi kadar tartışmasız değil. Dünyanın saygı duyduğu kurumların verdiği kararları bir kenara itmek pek kolay değil. Nitekim İsrail’e yönelik en ufak eleştirinin “antisemitizm” olarak yaftalandığı Almanya bile olası bir tutuklama kararının gereğini yerine getireceğini ima eden bir açıklama yaptı. Fransa, İngiltere ve ABD’den farklı olarak kararı eleştirmedi, mahkemenin yanında konumlandı. Karim Khan’ın bir açıklaması, tutuklama talebi dahi Batı’daki İsrail desteği “güç birliğini” sarstı. Nihai bir tutuklama kararının nasıl sarsıntılara sebep olacağını tahmin etmek pek zor değil.
Britanyalı Kerim, Lübnanlı Amal, Holokost mağduru Polonya Yahudisi Theodor, Amerikalı ve İngiliz savcılar; sadece İsrail’in Filistin’de işledikleri savaş suçlarının hesabını sormuyor, el birliğiyle paramparça edilen uluslararası hukuku da kurtarıyor. İsrail’in Filistin’de işlediği suçların, katlettiği masum insanların hesabını vermemesi ve dünyanın buna göz yumması durumunda dün Ukrayna’da savunulan, bugün Filistin’de unutulan uluslararası hukuk kurallarını yarın Tayvan’da, Afrika’da, Rusya’nın işgal edebileceği küçük bir Baltık ülkesinde hatırlayacak, hatırlamak isteyecek kimse kalmayacak. Savaşlarda sivillerin bilinçli bir şekilde hedef alınmaması, hastanelerin ve okulların vurulmaması, açlığın bir savaş metodu olarak kullanılmaması gibi kuralların askıya alınmasına mağdur Filistinliler olunca göz yumulursa, yarın öbür gün mağdurlar değiştiğinde askıdan indirilecek bir kural da kalmayacak.
Bu nedenle Karim Khan ve arkadaşlarının mesaisi yeni başlıyor. Sadece İsrail’i sanık sandalyesine çıkarmayacak, aynı zamanda Irak’ın işgalinden beri paramparça edilen uluslararası hukuku yeniden canlandırmaya çalışacaklar. Zor bir süreç. Fakat başarıyla bu süreçten çıkmaları, Amal Clooney’in George Clooney’in eşi değil, George Clooney’in Amal Clooney’in eşi olarak anılacağı küresel bir ün ve itibarlara kavuşmaları kuvvetle muhtemel.
İlgilisine öneriler:
- Karim Khan’ın basın açıklaması: https://www.icc-cpi.int/news/statement-icc-prosecutor-karim-aa-khan-kc-applications-arrest-warrants-situation-state
- Amal Clooney ve Theodor Meron’un yer aldığı danışma kurulunun raporu: https://www.icc-cpi.int/sites/default/files/2024-05/240520-panel-report-eng.pdf
- Tutuklama kararı çıkması durumunda görevdeki devlet başkanının başka ülkelerce tutuklanıp tutuklanamayacağına dair hukuki tartışma hakkında Prof. Dr. Ceren Zeynep Pirim’in kaleme aldığı makale: https://dosya2.gsu.edu.tr/page/2024/1/31/gsuhfd_c-22_s-2_aralik2023_dergi-569.pdf