Atalarımız “umut fakirin ekmeği” demişler. Bu sözü biraz daha uzatıp şu şekilde formüle edenler de var: “umut fakirin ekmeği, yenmezse de sofrada olmalı.” Bence umut sadece fakirin ekmeği değil, hayatta olmanın, bizzat yaşamın en önemli kaynağıdır. Zira umutsuzluk kadar insanı yıpratan, hayattan soğutan başka bir şey olamaz. Umudun bitip- tükendiği an hayatın ışık ve aydınlığı da söner. Kısacası umut biterse hayat da biter. O halde siz siz olun, sakın ola ki umutsuzluğu kapılmayın.
Mesela ben her umutsuzluğa kapıldığımda, orijinali Kürtçe olan bir marangoz ustasının hikayesini hatırlarım. Beni hikâyede her bir şeyden daha çok, ustanın hanımın, eşini teselli ederken söylemiş olduğu kafiyeli Kürtçe sözler derinden etkiler. Hikâye kısaca şöyledir: Padişahın, Necar adında bir baş marangozu var. Aslında “Necar” Kürtçe’de bizzat “marangoz” anlamına gelir, lakin usta ve mesleği o kadar özdeşleşmişlerdir ki, artık adı “Necar” olur çıkar. Herkes onu “Hosta Necar” diye çağırır. Hanımı bile ona “Hosta Necar” der, çocukları bile babalarının gerçek adını bilmez, adını “Hosta Necar” olarak bilirler. Derken günün birinde padişah baş marangozuna kızar, hiddete gelir ve danışmanlarına şöyle bir emir verir: “O marangoz paçavrası Necar’a söyleyin, ya bu gece sabaha kadar, elindeki testere ile benim bu samanlığımı kereste talaşıyla dolduracak kadar kereste keser ve oyar ya da kendisine bir tabut hazırlar.”
Hosta Necar, tam marangozhanenin kapısına kilidi vurup eve doğru yol alacakken, padişahın danışmanları yanına varır şöyle derler: “Hosta Necar, Padişah efendimiz dedi ki, ‘ya bu gece sabaha kadar, elindeki testere ile benim bu samanlığımı kereste talaşıyla dolduracak kadar kereste keser ve oyar, ya kendisine bir tabut hazırlar.’”
Hosta Necar bunun bir ölüm fermanı olduğunu anlayacak kadar güngörmüş, devir geçirmişti. Değil sabaha kadar çalışsa, belki birkaç yıl durmadan kol gücüyle çalışsa bile Padişahın samanlığını dolduracak kadar kereste talaşı toplayamazdı. Hosta Necar danışmanlara dönerek “hay hay” dedi. “Padişahımızın emri başımızın üstünedir” deyiverip, dükkânı usulca kapattı ve evin yolunu tuttu.
İyi ama, durup dururken neden padişah Hosta Necar’ın ölüm fermanını ilan etmişti? Hangi dava, hangi sorun, hangi kin, hangi nefret, hangi intikam hırsı onu böyle bir karar almaya mecbur bırakmıştı. Acaba bu keyfi bir karar mıydı? Bilemiyoruz. Kimileri padişahın, Hosta Necar’ın güzel hanımına göz koyduğunu söylerler. Kimileri de farklı farklı şeyler söyler. Bu konu muğlaktır. Sevgili dostum, değerli ağabeyim Prof. Dr. Sabri Tekir’in çok severek kullandığı deyimiyle, bu meselede “rivayet muhtelif.” Hakikatten de bu konuda “rivayet muhteliftir.”
Hosta Necar eve varınca, evde hanımına meseleyi anlatıp anlatmamakta tereddüt geçirdi, ancak sonunda hanımına anlatmaya karar verdi, zira vasiyetini etmeden bu dünyadan göç etmek yakışık kalmazdı. Hazır ne zaman öleceğini de bildiği için bunu yapması gerekirdi. Hem zaten onun hanımı ve çocuklarından saklayacağı bir şeyi de olmazdı. Hosta Necar bütün bunları düşünüp her zamanki gibi usulca evin kapısını çaldı. Ancak hanımı kapıyı açar açmaz, kocasının yüzüne bakmasıyla bir şeylerin ters gittiğini anladı. Çünkü Usta Necar, eve uğramadan önce mutlaka fırına uğrar, sıcak bir ekmek alıp eve gelirdi. İlk defa bu gece eve ekmeksiz gelmişti. Üstelik çok derin düşüncelere dalmış ve oldukça yorgun görünüyordu.
Hosta Necar salondaki sedire oturduğunda, hanımı usulca yaklaştı ve “ne oldu” diye sordu. Hiç kimse onun kadar kocasını yakından tanımazdı. Adeta eşinin ruhunu biliyor ve her bir sıkıntısını hemen anlıyordu. Hanımıyla adeta ruh ikiziydiler. Kimden bir şey saklamaya kalksa da hanımından hiçbir şey saklayamazdı. Zaten Hosta Necar bu tür durumlarda bir şeyler saklamayı istese de beceremezdi. Olup biteni hanımına anlattı ve sözlerini şöyle bağladı: “Artık vasiyetimi gönül rahatlığıyla yapabilirim dedi.”
Oldukça dindar ve imanlı olan hanımı, olup biteni dinledikten sonra, azıcık gülümsedi, bir tebessüm ettikten sonra eşine dönerek şöyle dedi:
-Hosta Necar, Hosta Necar!
Rabe rûnê wekî her car!
Xwedê yek e, derî hezar!
Bu sözleri mealen Türkçeye şöyle çevirebiliriz: “Hosta Necar, Hosta Necar! Aldırma, her zamanki davran/ Allah birdir, kapılar bindir!” Hosta Necar, hanımının bu kadar sakin ve sükûnetli davranması karşısında hayrete düşmüştü. Galiba hanım bizi anlamadı diye de içten içe üzülmüştü. Hanım ve çocuklar üzülmesin diye, bu dünyadaki son gecesini zehretmenin bir anlamı yoktu. Hanımı dinleyip her zamanki gibi davranmayı, hatta çocukları olup bitenden haberdar etmemenin daha iyi ve hayırlı olacağını düşünmüştü. Öyle de yaptı.
Sanki hiçbir şey olamamış gibi akşam çocukları öptükten sonra yatağına uzandı. Kendi kendine “sabah ola hayır ola” dedi. Her zamanki gibi sabahın çok erken, karanlık saatlerinde kalkıp ibadetini yaptı. Tam kahvaltı yapıp evden çıkacağı sırada, kapı hızla çalınmaya başlandı. İçinden, “padişahın adamları geldiler” diye geçirdi. Haklıydı, gelenler padişahın danışmanlarıydı. Tam da kendisine o kötü ve uğursuz haberi getiren danışmanlarıydı. Hosta Necar, kapıyı usulca açtı. Baş danışman, kapıyı açan Hosta Necar’a şöyle dedi:
“Hosta Necar! Padişahımız hakkın rahmetine kavuştu. Sizden ricamız, biraz erken gelip kendisi için güzel bir tabut yapmanızı istiyoruz.”
Hosta Necar’ın, usulca kapı arkasında duran hanımı, söylenenleri işitmişti. Hosta Necar, eve girip derhal ceketini aldı. Çıkarken hanımına göz attı. O her zamanki nezaket ve sevgiyle, “Oxir be!” (Güle güle) dedi. Daha sonra, akşam eve gelirken, “fırından o sıcak ekmeği almayı unutma” deyiverdi.
Bu hikâyeye bir yorum eklememeyi, herkesin kendince yorumlamasını daha uygun gördüm. İnsan oğlunun en çok hikayelerden öğrendiğini, Hz. İsa’nın en önemli mesajlarını hikayeler yoluyla insanlığa aktardığını biliyor ve yorumu siz okuyuculara bırakıyorum. Buyurun, siz yorumlayın. (Kerem kin, hûn şîrove bikin)! En iyisi ben yine sözleri tekrarlayıp, ardadan çekileyim.
-Hosta Necar, Hosta Necar!
Rabe rûnê wekî her car!
Xwedê yek e, derî hezar!