Bir tepedeyiz. Biri büyük diğerleri küçük taş yapılar arasında dolaşıyoruz. Hrant ve İpek’le (Çalışlar) Trabzon yakınlarındaki manastırı arıyoruz. Sonunda buluyoruz. Hrant, bize bir şeyler gösteriyor ve ardından açıklamalara girişiyor.
Onun Trabzon’a gelişi, oradaki konuşmaları, yöre halkına yaptığı çağrılar, unutulmak istenen bir tarihi önümüze seriyor. Unutmamamız gerekenleri hep unutmuşuz. Evet buralarda Ermeniler yaşamış. Bu yörenin zengin kültürü içinde Rumlar, Lazlar, Acaralar, Gürcüler, Türkmenlerin yanı sıra Ermeniler de varmış. Birlikte gittiğimiz hemen her köşede yeni bir hikaye yazılıyor, yeni bir tarihe kapı açılıyor. Malatya Arguvan’da bir köy evinin damında, o köyden bir yurttaş, “Hrant Bey, babaannem Ermeni’ydi” diye söze başlıyor. Belki de Ermeni kökenini ilk kez açıklıyor…
Bir başka yolculuktayız, Antalya’dayız, bu Hrant’la ikinci gelişimiz. Akdeniz Üniversitesi’nde, bir açık oturuma katılacağız. Aldığımız davet, bize yönelik oluşturulan hava, tedirgin edici. Hrant, ben ve ayrıca iki konuşmacı daha var. Salona girince, karşımızda, önceden hazırlanmış bir senaryo…
Bütün salona küçük Türk bayrakları dağıtılmış. Bir grup, örgütlü şekilde bayrakları bize doğru sallıyor ve sloganlar atıyor. Hrant konuşmaya başlıyor. Yavaş yavaş saldırgan hava dağılıyor. O sırada Hrant’ın mahkum edilmesine yol açan bir makalesi tartışılıyor. Ermenilere yönelik bir eleştiri içeren, özetle “İçinizdeki Türk zehrini atınız” diyen bir makale. “Vay sen Türk zehri dedin” diye kıyametler koparılıyor.
Halbuki, Hrant, Ermenilere bir çağrıda bulunuyor. Onları içlerine sinmiş Türk zehrinden kurtulmaya çağırıyor. Salondaki ürkütücü hazırlık sonunda sönümleniyor, biz de o tehlikeyi atlatıyoruz. Toplantının ardından yemekhanede otururken, bir genç kadın elinde resimlerle geliyor. Hrant’la yalnız görüşmek istiyor. Ailesini arıyormuş, Hrant’tan yardım bekliyor. Bu arayışlar artık Hrant için yeni keşiflerde bulunmanın ön adımları. Bir anda İstanbul’un orta yerinde tüm Ermeni dünyası için bir başvuru noktasına dönüşmüş durumda. Hrant Dink’i tam 17 yıl önce kaybettik… O gün doğan çocuklar, bugün 17 yaşında. Muş’tayız.
Hrant’ın öldürülmesinin üzerinden 6 yıl geçmiş. Şehrin önde gelen ailelerinden birinin evinde akşam yemeğine davetliyiz. Namazını bitiren ev sahibi kadın geliyor ve “Ben ailemi arıyorum. Siz Hrant Bey’in arkadaşıydınız, bana yardımcı olabilir misiniz?” diyor. Sonraki günlerde Agos gazetesi aracılığıyla ailesini buluyor, dualar ediyor. Yalnız Ermenilerin değil, tüm ülkenin hak ve hukukunu savunmayı görev edinmiş.
Hrant, Anadolu’nun çok sesli geçmişinin bir özeti olarak hep aramızda. Çok sesliliği kabullenme denemelerinden geçtik ve ne yazık ki bu sınavda başarı gösteremedik. Hrantlı bir Türkiye, bugün çok başka bir yerde olabilir, çok daha ileri bir noktadan sorunlarını konuşmaya devam edebilirdi. Olmadı… Hrant’ın gidişinden sonra Türkiye hep eksik. Yanı başımızda hepimizi heyecanlandıran, uyaran, umut yaratan ses yok artık.