Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI"Hükümsüzleştirme" sürecinde yaklaşan CHP davası

“Hükümsüzleştirme” sürecinde yaklaşan CHP davası

“Hükümsüzleştirme”, bir şeyin kendi gerçekliğinde yok olması halidir. Genelde varsınız; ancak özelinizde yoksunuz.“Hükümsüzleştirme” her alana yayılmış durumda. Etnik, inanç, kültür ve son olarak da hukuk mecraına… Bu ülkede “Hukuku hükümsüzleştirmek” için “iltisak”, terör” “örgüt” veya “suçüstü hali” kavramlarından birini gelişi güzel kullanmanız fazlasıyla yeterli. İşlenen her günah cezasını da beraberinde getirmeyip ertelendikçe biz bunları yaşamaya devam edeceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yaklaşan “Kurultay İptal Davası” na da bu çerçeveden bakmak gerekir.

“Bir sabah uyanıyorsunuz ve yoksunuz.

Aynaya bakıyorsunuz, yüzünüz aynı yüz, elleriniz aynı eller.

Bedeninizi yokluyorsunuz, orada duruyor.

Ama siz hükümsüzleştirilmişsiniz, yoksunuz.

Tapındığınız Allah’ın kitabı da dâhil olmak üzere her şey, herkes değişmiş, tanımıyorsunuz.”

Yukarıdaki sözler Alev Alatlı’nın “Aydınlanma değil, merhamet” isimli kitabından.(Gogol’un izinde-1. Kitap)

Rahmetli Alatlı, gençlik yıllarımdan beri ilgiyle takip ettiğim bir yazardı.

Kadim dostum Zekeriya Özkan ile birlikte kendisinden randevu istediğimizde bizi evine davet etme nezaketini göstermişti.

1993 yılının karlı bir kış gecesi Levent’teki evinde derin sohbetler eşliğinde neredeyse sabahladık diyebilirim.

Biz ondan kitaplarına, sanata ve edebiyata dair konuşmasını beklerken, daha çok o bizi konuşturmuştu.

Gecenin bir yarısı elleriyle yaptığı menemeni ikram etmesi, nezakete bürünmüş anaç bir tavırdı.

O tarihte, Zekeriya abi ve ben ikimiz de yüzbaşı rütbesindeydik.

Belki de bize gösterdiği bu yakın ilginin nedeni, kendisinin de bir subay çocuğu olmasından kaynaklanıyordu.

Gelelim konumuza…

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 4-5 Kasım 2023’te düzenlenen 38. Olağan Kurultayı ile 6 Nisan 2025’te gerçekleşen 21. Olağanüstü Kurultayı’nın iptali talebiyle iki ayrı dava açıldı.

Ancak usul hukuku gereği iki ayrı mahkemede açılan davalar Ankara 42’nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nde birleştirildi.

Mahkeme, ihtiyati tedbir kararlarının reddine karar vererek duruşmayı 30 Haziran 2025 tarihine erteledi.

Şu sıralar sadece ortalık değil, kafalar da karışık.

Hukuki süreç ve sonuçları konusunda tam bir fikir birliği yok.

Bu da Alev Alatlı’nın deyimiyle bir “hükümsüzleştirme”den kaynaklanıyor.

Yani görünürde varsınız ama gerçekte yoksunuz.

“Hükümsüzleştirme” her alana yayılmış durumda.

Etnik, inanç, kültür ve son olarak da hukuk mecraına…

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi veya Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan Yargıtay veya yerel bir mahkemenin yaptığı şey tam da budur.

Yani Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay konusunda verdiği ihlal kararının uygulanmaması “hukukun hükümsüzleştirilmesi” nin güzel bir örneğidir.

Malumunuz Yüksek Mahkeme Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Atalay’la ilgili hak ihlali kararını uygulamamasının hukuki değerden yoksun olduğuna; Yargıtay kararının TBMM Genel Kurulu’nda okunmasıyla, Atalay’ın milletvekilliğinin düşmüş sayılamayacağına hükmetmişti.

Eski korgeneral Metin İyidil’in davasını hatırlayalım:

İstinaf mahkemesi beraat kararı ile birlikte tahliye kararı verince itiraz üzerine bir başka istinaf mahkemesi beraat eden İyidil’i tekrardan tutuklamıştı.

O tarihte yazdığım bir yazı da şöyle demiştim:

Beraat eden bir sanığın tutuklanması sadece hukuka değil, fizik kurallarına bile aykırı bir durumdur.

Bu olayda da tipik bir “hükümsüzleştirme” söz konusudur.

İrlandalı yazar Oscar Wilde “Dorian Gray’in Portresi” isimli romanında şöyle bir tespitte bulunuyor:

“Komşularımız, bize çıkar vaat eden erdemleri onlara dayattığımız için kendimizi iyi kalpli sayarız.”

Milliyetçilikte sınırı aşmış biri ben Türküm ama en yakın arkadaşım Rum veya Ermeni dediğinde dayatılan bir erdem (çıkar vaat eden) söz konusu olur.

Zira o Rum veya Ermeni milliyetçilik yapmadığı ve yapmaması dayatıldığı için yakın arkadaş veya komşu olarak kabul görür.

Benzer bir durumu bu kez bir Türk için Ermenistan veya Yunanistan’daki aşırı milliyetçi bir anlayış karşısında görmek mümkündür.

Bu da etnisite ve kültür açısından bir “hükümsüzleştirme”dir.

Yani var olan bir şeyin kendi gerçekliğinde yok olması halidir.

Genelde varsınız; ancak özelinizde yoksunuz.

Konumuza devam edelim!

Ankara 42’nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin vereceği karar konusunda yorumlar gırla gidiyor.

Hukuki süreci en sağlıklı yorumlayanlardan birisi de Avukat Rezzan Epözdemir.

Bana göre de Ankara 42’nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 30 Haziran’da vereceği karar ya “sadece iptal” ya da “mutlak butlan ve yokluk nedeniyle iptal” dir.

İkisi arasında hukuken büyük farklar var.

Mahkeme sadece iptal kararı verirse bu karar geriye yürümez.

Olağan kurultay iptal edilir; ancak bu iptal hiçbir sonuç doğurmaz.

Çünkü olağanüstü kurultay ile CHP yeni genel başkanını ve parti organlarını yeniden seçtiğinden böyle bir iptalin pratik bir yararı olmaz.

Ancak mahkeme, olağan kurultayla ilgili “Delegenin iradesi fesada uğradı, kurultay kesin hükümsüzdür; yokluk ve mutlak butlan hali vardır,” derse, bu karar geriye yürür.

Bunun anlamı şudur: İlk kurultay yok hükmünde olacağından, yok hükmünde olan bir kurultayca alınan 2’nci kurultay kararı da yok hükmünde olacaktır.

Bu durumda olağan kurultayın tekrar yapılabilmesi için eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibinin yeniden partinin başına geçmesi gerekir.

Eski Genel Başkan bu görevi kabul etmezse, mahkeme parti üyeleri arasından bir heyet görevlendirerek partiyi seçime götürür.

Fakat böyle bir ihtimalin vücut bulabilmesi için mahkeme kararının kesinleşmesi gerekir.

Karar, istinaf ve temyiz aşamaları tamamlandığında kesinleşecektir.

Olağanüstü bir durum olmazsa bu süreç nereden bakarsanız birkaç yıl sürer.

Yani 30 Haziran 2025 tarihinde yokluk ve mutlak butlan gerekesiyle çıkacak bir kararın akabinde Kılıçdaroğlu ve ekibi hemen partinin başına geçemeyecek.

Dolayısıyla Özgür Özel’in  “2 milyon üye seçimsiz gelecek adamın alnını karışlar,” çıkışı yakın zamanda alıcı bulamayacak bir söylem.

Yine CHP ve Özgür Özel karşıtlarının “Özgür Özel 30 Haziran’da gidecek,” şeklindeki beklentileri de uykuya dalmadan rüya görmeye çalışmak gibi bir şey.

Diğer bir ihtimal ise karar kesinleşinceye kadar partiye ihtiyati tedbir bağlamında kayyum atanması.

Bu, hukuken hiç mümkün değil.

Zira yürürlükteki Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göre esas yerine geçecek şekilde ihtiyati tedbir kararı verilemez.

Mesela bir tapu iptal ve tescil davasında tedbir olarak ancak tapunun 3. kişilere devredilmemesi yönünde tedbir kararı verilebilir.

Tapu’nun geçici olarak davayı kazanana tedbir olarak verilmesi esas yerine geçen bir hüküm olur.

CHP’de de öyle…

Karar kesinleşinceye kadar Parti’nin başına birini tedbir niyetine atamak esas yerine geçecek bir hüküm olacağından herkes paşa paşa kararın kesinleşmesini beklemek zorunda.

Umarım bu hukuki süreçle ilgili yazdıklarım 30 Haziran sonrası “La Fontaine’den masallar dinlediniz” kategorisinde yer almaz.

Girişte “Hukukun hükümsüzleştirilmesi” konusuna bu yüzden vurgu yapmıştım.

Şu ana kadar gördüğümüz manzara maalesef bütün öngörülerimizi yerle bir edecek düzeyde.

Bu ülkede “Hukuku hükümsüzleştirmek” için “iltisak”, terör” “örgüt” veya “suçüstü hali” kavramlarından birini gelişi güzel kullanmanız fazlasıyla yeterli.

Hukukumuzda, bir kamu kurumunda bir yolsuzluk duyumu alındığında ilk önce kurumun bağlı bulunduğu bakanlık devreye girerek idari soruşturma başlatması gerekir.

Olası bir suç şüphesi tespit edildiğinde ise derhal ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunulur.

Yerel yönetim birimi olan belediyeler için de aynı şey söz konusudur.

Normalde İç İşleri Bakanlığı’nın İstanbul’daki belediyelerde idari soruşturma başlatıp suç şüphesi gördüğünde suç duyurusunda bulunması gerekirdi.

Bu usul, kamu hizmetlerinin aksamaması ve halkın mağdur olmaması açısından öngörülen bir yöntemdir.

Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmanın başına “örgüt” kavramını ekleyerek Adana’nın Seyhan ve Ceyhan Belediye Başkanlarını bile aynı torbaya atmaktan kamu yararı adına zerre kadar endişe duymamıştır.

Benzer bir hukuk dışı uygulama 2016 yılında şimdilerde Anayasa Mahkemesi Üyesi, dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı tarafından da yapılmıştı.

Kamuoyunda “MİT Tırları Davası” olarak bilinen soruşturma kapsamında Ankara Jandarma Kriminal Dairesi personeli hakkında İstanbul’da başlatılan soruşturma neticesinde bilirkişi raporunda imzası bulunan bütün askerler tutuklanmıştı.

Bizatihi davanın avukatı olarak yaptığım itiraz neticesinde dosya Ankara’ya gönderilmiş; yapılan yargılama sonucunda tutuklanan personel önce tahliye edilmiş, akabinde beraat etmişti.

Bu personelin birçoğu hala aslanlar gibi görevlerinin başında.

Fakat bu personelin 8 ay tutuklanmasına ve yaklaşık 7 yıl meslekten ihraç edilerek mağdur edilmesine neden olan o meşhur Başsavcımız da hala Anayasa Mahkemesi’ndeki görevinin başında.

Ayrıca sıra dışı bir terfi ile bu göreve getirildiğini unutmayalım!

Sonuç itibariyle, işlenen her günah cezasını da beraberinde getirmedikçe biz bunları yaşamaya devam edeceğiz.

Bu yüzden de Oscar Wilde kişileri günah işlemekten alıkoymayan şeyin nedenini cezasının ertelenmesine bağlar ve şöyle der:

“İnsanın adaletli bir tanrıya ettiği dua, ‘Günahlarımızı affet!’ değil de ‘Hatalarımız için bizi derhal cezalandır!’ şeklinde olmalıydı.”

Kaldı ki suç ve günah konusunda içinde bulunduğumuz süreç günbegün bir öncekine rahmet okutacak düzeyde.

Oscar Wilde bu durumu da “Eski günahların anılarını yepyeni günahların deliliğiyle yok etmek,” şeklinde açıklar.

Dolayısıyla 30 Haziran’ı bekleyip göreceğiz.

Beklentim, bu kez böyle bir günah işleme özgürlüğünün “hükümsüzleştirilmesi”ne tanık olmak.

Gülmeyin!

Umut fakirin ekmeği değil midir?

- Advertisment -