CHP’deki değişim tartışmalarına dair iki temel düşüncem var:
İlk olarak, CHP’de bir kan değişiminin zaruri olduğuna inanıyorum. Çünkü Mayıs 2023 seçimleri, Kılıçdaroğlu için elde kalan tek şanstı. Erdoğan’a karşı kazanılacak büyük bir galibiyet, onun geçmişteki bütün mağlubiyetlerinin üzerini bir şal gibi örtecekti. Ve Kılıçdaroğlu, Türkiye siyaset tarihinin en güçlü aktörünü yenen bir lider olarak tarihteki yerini alacaktı.
Ne var ki, olmadı. Muhalefet kanadında bugüne kadar görülemeyen bir uzlaşmayı sağlamasına ve ittifakın adayı olarak seçime girmesine rağmen, cumhurbaşkanlığı yarışını kaybetti. Böylelikle son kurşununu da boşa harcadı. Seçimlerin kaybı, muhalif seçmenin ümitlerini kırdı, onlarda telafisi güç bir moral kaybına yol açtı. Kılıçdaroğlu bu neticenin en önde gelen müsebbibi olarak görüldüğünden, kendisine açılan bütün krediyi de kaybetmiş oldu.
Bir başka ifadeyle; seçime muazzam bir beklentiyle gidildi. Muhalefet seçmeninin beklentileri azami bir seviyeye çıkarıldı. Ama sandıktan muhalefet çıkmadı ve seçmenin hevesi kursağında kaldı. Muhalefet, topyekûn, ağır bir sükût-u hayale düştü. Tabiatıyla faturanın büyüğü de Kılıçdaroğlu’na kesildi.
Doğrusu bu, altından kalkılabilecek bir fatura değil. İş bu raddeye varmışken, Kılıçdaroğlu’na yeni bir kredi açılması da mümkün değil.
Yenilgi ile özdeşleşmek
Zira onun ismi yenilgi ile özdeşleşti ve bunu tersine çevirmenin ihtimali de yok gibi. Kılıçdaroğlu, muhalefet adına bütün şartların olgunlaştığı ve iktidarın hem siyasi hem de iktisadi açıdan en zayıf olduğu bir anda yapılan bir seçimi kaybetti. Seçmen bunu ne hazmedilebilir ne de unutulabilir. Kılıçdaroğlu, artık 25 milyonluk muhalif seçmen kitlesine bir heyecan aşılayamaz, onları kenetleyemez, onları bir macera için motive edemez.
Adı öyle konmuş olsa da olmasa da, Kılıçdaroğlu bu tarihi seçimde aslında bütün siyasi hayatını ortaya koydu. Kazancı da kaybı da devasa olacaktı. O, büyük oynadı ve büyük kaybetti. Şimdi yapması gereken, meydana çıkan bu tablonun sonuçlarıyla dürüst bir şekilde yüzleşmesidir; yani kaybın sorumluluğunu üstlenmesi ve kenara çekilmesidir.
Aksi bir tavır -hangi gerekçelerle meşrulaştırılmaya çalışılırsa çalışılsın ve hangi ulvi ambalajlara sarılırsa sarılsın- zarardan başka bir şey getirmez. Kılıçdaroğlu’nun vadesi doldu; ısrarla bunu görmezden gelmenin bedeli çok yüksek olur; hem kendisine hem partisine ve hem de genel olarak muhalefete.
Değişimin cazibesi
İkinci olarak da, CHP’de değişim mecburiyetinin derinliğine karşın değişim taleplerinin çok yüzeyde seyrettiği kanısındayım. Daha açık söylemek gerekirse, CHP’de içerikten yoksun bir değişim tartışması yapılıyor. “Değişim” kavramının cazibesinden ötürü herkes, hatta fiili olarak değişime karşı duranlar bile, değişimden yana olduğunu belirtiyor ama bu değişimin yöntemi ve muhtevası hakkında kallavi tek bir laf etmiyor.
Gerçekten de akla gelebilecek çok sayıda sual var ama bunar hakkında ortada elle tutulabilir bir fikir, bir yaklaşım bulunmuyor. CHP’de ne değişecek? Değişim hangi yolla gerçekleşecek? CHP yeni bir siyasal kimlik edinecek mi? Edinecekse bu kimlik hangi belirleyici özelikleri taşıyacak? Kemalizm ve geçmişle bir yüzleşme olacak mı? Yeni CHP liderliğinin alamet-i farikası ne olacak? Partiye nasıl bir liderlik yapılacak? Parti içi demokrasinin tesisi için ne yapılacak? Dindarlarla ve Kürtlerle köprüleri kurma yönünde Kılıçdaroğlu’nun girdiği yola devam edilecek mi, yoksa bu yoldan dönülecek mi? Türkiye temel sorunlarının çözümü için nasıl bir siyaset izlenecek? Dünya ile ilişkiler hangi ilkeler üzerinden kurulacak?
Soruların fazlalığı, CHP’deki problemlerin fazlalığına işaret! CHP iddia ettiği gibi bir sosyal demokrat parti değil. Evrensel özgürlükçü değerlerden ziyade sert modernleşmeci ve milliyetçi değerlere teşne bir parti var orta yerde ve bu partinin tarihinden getirdiği yükleri ağır, geniş kesimlere ulaşma becerisi zayıf, yönetme ve problem çözme mahareti düşük, toplumla güven ilişkisi sorunlu.
Şeffaf siyaset
Bünyesinde böylesine yapısal sorunları olan bir partiyi değiştirmeye soyunmak, her şeyden evvel, bir iddia sahibi olmayı gerekli kılar. Bir değişim yaratmak niyetinde olan biri, iddiasını ileri sürer, partiyi hangi ilkeler ve mekanizmalarla değiştireceğini açıklar, bir istikamet belirler ve bütün bunları toplumla yüz yüze ve şeffaf bir şekilde konuşur. Değişimin ciddiyeti ve sahiciliği bu yolla sağlanır.
Fakat CHP’de süreç böyle ilerlemiyor. En güçlü aktör olarak beliren İmamoğlu dahi, değişim talebini doğrudan parti tabanına ve halka taşımak yerine dolaylı yöntemleri tercih ediyor. Kapalı kapalı ardında yapılan görüşmelerden, hiçbir işe yaramayacağı belli olan internet sitelerinden, dolambaçlı imalardan medet umuyor. Oysa daha yüksek bir makama gözünü dikmekle birlikte bulunduğu makamı da riske etmek istemeyen bu mütereddit ve ürkek tarzla, İmamoğlu menzile varamaz.
Değişim; şeffaf bir siyasete, ideolojik bir açılıma ve topluma yeni bir hikâye sunmaya ihtiyaç duyar. CHP’nin derdi Kılıçdaroğlu’nun hikâyesinin bitmesi ama onun yerine talip olanların da bir hikâyesinin olmamasıdır. Gerçek bir değişimi arzulayanlara düşen, kaçak güreşmeyi bırakıp, açık bir mücadele yürütmeleri, yeni bir hikâye yazmaları ve bunu halka anlatmalardır.
Gerisi nafile iş!