2023 sadece Cumhuriyet’in 100. Yıldönümü değil, Ankara’da işlenen ilk siyasi cinayetin de yıldönümü.
Donanmadan ayrılmış bir binbaşı olan, ihtisasını ABD’de yapmış çok iyi İngilizce konuşan Ali Şükrü Bey, Meclis’teki muhalif İkinci Grup’un en önemli ismi ve muhalif Tan gazetesinin sahibiydi.
Meclis’teki muhalefetinin dozu Lozan görüşmeleri sırasında yükselmişti. 19 Ocak 1923’de İstanbul’dan Ankara’ya taşıyıp başyazarlığını yaptığı Tan gazetesi de Ankara’daki muhalefetin sesi olmuştu.
Ali Şükrü Bey, 27 Mart 1923 akşamı ortadan kayboldu. Aramalara rağmen bulunamadı. İki gün sonra konu Meclis’e geldi. İkinci Grup üyeleri, hükümeti sorumlu tutan konuşmalarla Ali Şükrü Bey’in bulunmasını istediler. Basın ve muhalif milletvekilleri ayağa kalkmıştı.
Muhalefetin bastırması ve Başbakan Rauf Bey’in inisiyatif almasıyla başlatılan soruşturmada savcı ve polis müdürü Çankaya’ya giderek Mustafa Kemal Paşa’nın bile ifadesini aldı.
Nihayet Ali Şükrü Bey’in cesedi Ayrancı’daki Papazınbağı mevkiinde gömülü olarak bulundu. Bu bir cinayetti.
Soruşturmada tüm deliller ve parmaklar Topal Osman’ı gösteriyordu.
Topal Osman, Çankaya Köşkü’nde Atatürk’ün muhafız alayının komutanı silahlı bir çete lideriydi.
Çember daralmaya başlayınca, Topal Osman adamlarıyla koruduğu Çankaya Köşkü’nü kuşattı. Mustafa Kemal, Çankaya’dan ayrıldı. Topal Osman’ı yakalaması için askerler Çankaya Köşkü’ne yollandı. Çıkan çatışmada Topal Osman öldürüldü.
Fakat Meclis tatmin olmamıştı. Topal Osman’ın öldürülüp öldürülmediğine inanmak istiyordu. Bunun üzerine ceset gömüldüğü yerden çıkarıldı ve Meclis’in önünde ayağından baş aşağı asılarak teşhir edildi.
Topal Osman’ın bu cinayeti neden ya da kimden talimat alarak işlediği ise aydınlatılamadı.
Bu siyasi kriz üzerine , 1 Nisan 1923 tarihinde TBMM, seçimin yenilenmesine karar verdi ve 23 Nisan 1920’de kurulan Meclis dağıldı.
Bu ilk siyasi cinayetten neredeyse tam 100 yıl sonra Ankara’nın ortasında işlenen bir başka faili meçhul siyasi cinayet, yine iktidarı çok zor durumda bırakmış görünüyor.
30 Aralık 2022 günü Ankara’da siyasetçilerin oturduğu, en iyi korunan ve en hareketli yerleşim yeri
Çukurambar’da güpegündüz öldürülen Sinan Ateş cinayetinin üzerinden 4 hafta geçti.
Ortada hala tetikçi, öldürülme nedeni ve emri verenler yok.
İstanbul Barosu’na bağlı Ülkücü avukatların kurduğu Hür Hukukçular birliğinin dördüncü haftasına giren Sinan Ateş cinayetiyle ilgili açıklamasının girişi son durumun iyi bir özeti:
“Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Doç. Dr. Sinan Ateş’in 30 Aralık 2022 günü Ankara ili Çukurambar semtinde, motosikletli iki kişi tarafından beş kurşun ile katledilmesinin üzerinden tam dört hafta geçti.
Saldırıyı gerçekleştiren kişilere, para, barınma, kalacak yer sağladıkları, olay öncesi atış talimi yaptırdıkları, olay sonrası kaçırdıkları iddiasıyla, aralarında polis memurlarının da bulunduğu toplam 18 kişi tutuklanmıştır. Suikastin tetikçisi ise hala yakalanamamıştır. Kamuoyunda infial yaratan böyle bir olayın failinin dört haftadır kaçak oluşu, tetikçinin birileri tarafından hala yardım gördüğüne işaret etmektedir.
Gelinen noktada, tutuklanan kişilerin kimlikleri, geçmişleri ve bağlantıları hususunda kamuoyuna yansıyan bilgiler ile merhum Sinan Ateş hakkında saldırı öncesi yapılan bazı sosyal medya paylaşımları ve haberler göz önüne alındığında, soruştur- ma dosyası incelenmeden dahi bu menfur saldırının adi bir cinayet değil, karanlık bağlantıları olan organize bir suikast olduğu açık biçimde anlaşılmaktadır.
11 Ocak 2023 tarihinde İçişleri Bakanı tarafından yapılan; “Olayın failleriyle ilgili herhangi bir bilinmezlik söz konusu değil. Bir kişimiz var. Onu da birçok yere baskın yaptık, bulmaya çalışıyoruz.” şeklindeki açıklamanın üzerinden 16 gün geçmesine rağmen tetikçi hala yakalanarak adalete teslim edilememiştir.”
İçişleri Bakanı’nın cinayetinin hemen ardından yaptığı bu “herhangi bir bilinmezlik söz konusu değil” açıklamasından sonra aralarında MHP ve Ülkü Ocakları’nda üst düzey yöneticilik yapanların da olduğu 15 kişi daha yakalandı ve tutuklandı.
Ama Bakan’ın “bir çok yere baskın yaptık” dediği tetikçi bu açıklamanın üzerinden geçen dört haftada hala bulunamadı.
Neredeyse her gün bir konuda konuşan, polemiklere giren, operasyonları duyuran İçişleri Bakanı, bu dört hafta içinde Ankara’nın en kalabalık yerleşim yerlerinden, pek çok siyasetçinin oturduğu Çukurambar’da güpegündüz meydana gelen cinayetle ilgili bir daha konuşmadı.
Sezen Aksu’ya, Gülşen’e bile cevap veren, her gün beş ayrı yerde konuşan Cumhurbaşkanı da 4 haftadır Ankara’nın orta yerindeki bir cinayet için şu ana kadar tek bir cümle kurmadı.
Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı’nın ve AK Partililerin Ankara’nın ortasındaki bu faili meçhul cinayetle ilgili sessizliği durumun ne kadar hassas olduğunu ortaya koyuyor.
MHP liderinin “surda gedik açtırmam, arkadaşlarımı feda etmem” çıkışı da…
Muhtemelen en başta İçişleri Bakanı’nın ilk açıklamasındaki gibi cinayet hızlıca ‘aydınlatılıp’ bu cinayetin bir siyasi krize dönüşmesi engellenecekti.
Ama anlaşılan devlet içerisinde, bir Ülkü Ocakları başkanının böyle öldürülmesini hazmedemeyenler buna izin vermediler.
Dört hafta sonunda MHP ve Ülkü Ocakları’nın yöneticilerinin özel kalem müdürleri, gelen başkan yardımcıları, parti il yöneticileri, MHP genel merkezine çat kapı girebilen avukatlar, milletvekilinin evinden çıkan eski ocak yöneticilerine kadar soruşturma geldi.
Şu ana kadar ki en üst düzey isim bir Ülkü Ocaklar genel başkan yardımcısı ve MHP genel başkanının özel kalem müdürü.
Onun polis ve savcılık ifadesinde ne anlattığı gizemini koruyor. Medyaya henüz sızmadı.
Ama artık cinayeti işleyen tetikçi dışında, tetikçiler ve ikincil pozisyondaki isimlerin hepsi yakalanmış görünüyor.
Geriye artık sadece varsa talimatı veren esas isimler kaldı.
Bu yüzden de soruşturmada bundan sonra atılacak ilk adım bir siyasi krize neden olabilir.
Peki o adım atılabilecek mi?
Kolay değil.
Çünkü o adımın atılması seçime dört ay kala Cumhur İttifakı’nın sonunu getirebilir.
Ama 17 tutuklamadan sonra ve soruşturmanın bu aşamasında bu cinayet soruşturmasını seçimden sonraya ertelemek de kolay değil.
Çünkü cinayet sokakta gazeteci, siyasetçi dövdürmek gibi üzeri kapatılabilecek, görmezden gelinebilecek bir suç değil.
Özellikle de devlet katında da uzantıları olan sessiz ve derinden büyük bir öfke yayılırken.
Bu öfke karşısında daha önce üstten ve nobran bir dil kullanan MHP’li yöneticiler sessizliğe gömüldü, konuşanların ses tonları düştü, üslupları yumuşadı.
İlk gün daha mutedil açıklamalar yapan, hatta cinayetle ilgili Meclis’te soru önergesi verilmesine bile karşı çıkan Sinan Ateş’in eşinin dün MHP genel başkan yardımcısına cevap verdiği mektup da korku duvarının yıkıldığının bir kanıtı:
“Menfur bir suikast üzerinden siyasi çıkar elde etme çabasındaki izansızlar, zan altında bıraktıkları masum ve suçsuz insanların ailelerini ve çocuklarının duygularını bile göz ardı etmektedir” diyen MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’a cevap Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’ten geldi: “Bütün çocuklar elbette ki masumdur ancak bu beyefendi iki yetim evladın hayatları boyunca yaşayacakları travmayı görmezden gelip suçsuz oldukları sabit görüldüğü takdirde serbest kalacak olan isimlerin çocuklarını mı düşünmektedir?”
“Eşimin Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevinden ayrılmasından şehit edildiği güne kadar yaşanan süreçlerden dolayı öncelikle kendisini temize çıkarması gereken bu beyefendi, yaşadığımız tüm acılara rağmen soruşturmanın sağlıklı yürümesi adına biz konuşmazken hangi ihtiyaca binaen masum çocuklar üzerinden duygu sömürüsü yapmaya çalışmaktadır?
Maksadım, satır satır şerh düşebileceğim talihsiz açıklamaya dair cevap vermek değildir. Ülkücü Şehit Sinan Ateş’in evlatları bu siyasetçinin iğreti bir şekilde kullandığı gibi mazlum değildir, aksine mağrurdur. Çünkü benim evlatlarım; hayatı &oyunca tertemiz yaşamış ve evlatlarına şerefli bir miras bırakarak şehit düşmüş bir babanın çocuklarıdır.
Bizi herhangi partinin iç meselesi, diğer partilerle meseleleri ilgilendirmemektedir. Şehidimiz ile adalet arasına kim girmeye çalışıyor, bu vicdanları yaralayan suikasti kim aydınlatmaya çalışıyor biz ona bakıyoruz.
Gerisi bizim için lafügüzaf.
“Kör değiliz, sağır değiliz, dilsiz değiliz. Duam ve beklentim odur ki şehidimizin kırkı çıkmadan gerçekler ortaya çıksın. Tüm gerçekler belgeleriyle ortaya çıktığında bugünlerde yapılan bu ve benzeri açıklamaların mahiyeti daha iyi anlaşılacaktır. Dua ile …”
Ama aynı cesareti muhalefetin gösterdiği, bu cinayeti aydınlatılması için hala iktidarı yeterince sıkıştırdığı söylenemez.
Kılıçdaroğlu ve Davutoğlu’nun ilk günden bu yana sürdürdüğü cinayetle ilgili kararlı tavra, cinayetin dördüncü haftasında Akşener de MHP yerine Erdoğan’a yüklenerek katıldı.
Ama hala cinayetle ilgili konuşamayacak kadar köşeye sıkışmış iktidarı zorlayan çıkışlar değil bunlar.
Halbuki seçimlere dört ay kala iktidarın başındaki en büyük bela, en zayıf karnı enflasyon değil, açık ki bu cinayet.
Faili meçhul siyasi cinayetler konusunda duyarlı sol ve liberal kamuoyu, sivil toplum da bu cinayet konusunda yeterince sesini çıkarmıyor.
İdeolojik engeller var bunun önünde.
Halbuki karşımızda Hrant Dink, Abdi İpekçi cinayetinden farksız, özel harekât polislerinin bile kullanıldığı örgütlü, bir siyasi cinayet var.
Ve bu siyasi cinayetle ilgili soruşturma şu anda devletin adli ve polis yapılanmasında büyük bir iç hesaplaşmaya neden olmuş durumda ve siyasi bir dirençle karşı karşıya.
Bu direnç ancak Susurluk dönemindeki gibi sivil toplumun ve siyasetin bastırmasıyla kırılabilir.
Bu cinayetin aydınlatılması için ses çıkarmayı sadece muhalif Ülkücülere ve ailesine bırakarak değil.
Bundan 100 yıl önce Ali Şükrü Bey cinayetinin aydınlatmayan iktidar muhalefetin tepkileri üzerine Topal Osman’ı teslim etmek ve Meclis’i feshetmek zorunda kalmıştı.
100 yıl sonra Cumhuriyet’in 100. yılında, Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarı için yapılacak en önemli iş de kutlama programları düzenlemek değil, Sinan Ateş cinayeti soruşturmasını gittiği yere kadar götürüp, aydınlatmaktır.
Yoksa Türkiye, 100 yıl sonra yine Ankara’da siyasi cinayetlerin işlendiği, iktidarların bu cinayetleri aydınlatmamak için ayak sürebildiği bir ülke olarak Cumhuriyet’in 100. yılına girer.