Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIİptal etmek, ikna etmek

İptal etmek, ikna etmek

Bal gibi biliyorlar, çünkü mecburen hissediyorlar ki, karşılığında para kazandıkları şeyler hiç yapılmasa, kimse bir şey kaybetmeyecek. Kazançlarının kaynağının meşruiyetini müdafaa edemeyecekleri için, harcamalarının nitelikleri üzerinden bir masal imal etmek zorunda kalıyorlar. Kendilerinde varsaydıkları elitlikleri, ürettikleri, üretime yaptıkları katkı üzerinden değil, tüketimleri üzerinden.

Yunus Emre Erdölen 16 Ekim’de Serbestiyet’te, Obama’nın ABD demokratlarına sitem ettiği bir TV programının analizini yapmış. Anladığım kadarıyla Obama, “iptal etmeyin, ikna edin” diye özetlenebilecek bir mesaj vermiş demokratlara. Obama’ya yakışmış…

…da…

Bir problemimiz var. Neye ikna edeceğiz? Elimizde güzel, dünyanın ağrılarını kesecek bir ilaç var da Allah’ın cezası Trumpçılar onu kullanmayı reddediyor değil ki. Dünyanın ağrıları, büyük ölçüde, Obama’nın kendilerine “ikna edin” dediği kesimlerin manasız kabullerinden neşet ediyor.

Meseleyi kavrayabilmek mümkün mü bilmiyorum ama görebilmek için bile birkaç adım geri atmak gerekiyor. Onur Babacan namındaki derin fikirli gencimizin “Cahil Fakirler” başlıklı videosu bu hususta bize yardımcı olabilir. İzlemenizi tavsiye ederim. Esasen videoyu twitter’da paylaşanların alkışları da ufuk açıcı. Kendisinden son derece emin gencimiz, kendisine duyduğu güveni görünür kılmak için azami çaba harcandığı anlaşılan duruşu, surat ifadesi ve kamera açısıyla hepimize, cahil fakirler hakkındaki derin tahlillerini sunuyor. Öyle bir eda ki, zannedersiniz yıllarını verdiği sosyal araştırmaların neticelerini açıklıyor. Öyle bir ciddiyet.

Öğreniyoruz ki, cahil zenginler ultra zenginlere düşmanlık beslemezlermiş. İyi eğitimli orta sınıfları kıskanırlarmış. Çünkü ne kadar para kazanırlarsa kazansınlar, onlar kadar iyi yaşayamazlarmış.

Yani ne anlıyoruz? Memleketimizde —ve dünyada— iyi eğitimli orta sınıflar fevkalade iyi, kıskanılacak kadar iyi yaşıyorlarmış. Mesela Bodrum’da, Alaçatı’da manasız menülere manasız fiyatları ödeyerek gerçekleştiriyorlar bu iyi yaşama faaliyetini, biliyorsunuz. Veya şehrin dar sokaklarına devasa dört çekerlerini sokarak. Veya sadece bir çocuk yapmış oldukları halde kendilerine 400 metrekarelik dubleks villalar yaparak. Veya popolarını otomobillerinin koltuklarından kaldırmadıkları için aldıkları kiloları verme ümidiyle zırva spor salonlarına servetler dökerek.

Amasra’da yerin 300, 400 metre altına inip kömür çıkarmaya çalışan cahil fakirlerin eline para geçse bu manasızlıkları tekrarlayamaz mı, emin değilim. Onların fakir olduklarını nereden biliyoruz? Ölüm riskine rağmen bu işlere razı gelmelerinden. Cahil olduklarını nereden biliyoruz? Mesela Soma’da yaşanan faciaya rağmen hâlâ AKP’ye oy vermelerinden, bizim nadide tercihlerimize itibar etmemelerinden. Bu tespitlere yaslanarak, “müstahak bunlara” edebiyatına mutlaka siz de denk gelmişsinizdir. Hatta belki benzer bir öfke sizi de yoklamıştır.

“Biz eğitildik, bize öğretilenlerin hakkını verdik, kıskanılacak bir hayat kurduk, bizim becerdiklerimizi beceremediler ve bizi kıskanıyorlar, o yüzden Erdoğan’a, Trump’a oy veriyorlar” şemasıyla dünyayı kavradığını zanneden bu budalalara hitap ediyor Obama. Böylelikle demiş oluyor ki “bu nadide kavrayışınızı Erdoğan’a, Trump’a oy verenlere anlatın ve ikna edin.” Yani demiş oluyor ki, “sizin onlardan üstün olduğunuza, sahip olduğunuz her şeyi hak ettiğinize katılıyorum, ama bunu onlara da anlatın.”

Olacak iş mi?

Yani gideceksin adama ve diyeceksin ki, “ben pek akıllı biri değildim ama annem, babam özel ders aldırdı, zor bela iletişim planlaması, insan kaynakları yönetimi filan gibi manasız bir bölüme yerleştim, dört yıl sabrettim, bir diploma aldım, manasız bir plazada bir işe girdim, kazandığımı da manasız biçimlerde tüketiyorum, sen bütün bunları yapamadın, kaderine razı gelmeli, benim tercih ettiğimi tercih etmelisin”. Adam da “a, ne kadar haklı” diyecek. Adam bilmiyor sanki, Bodrum’da bir lahmacuna ödenen, adamın bir günlük mutfak parasını aşan meblağ emeğin, becerinin, üretime katkının karşılığında kazanılmıyor, kiraydı, hisse senedi getirisiydi, dolar faiziydi, bir yerlerden geliyor.

Olacak iş mi?

Böyle konuşup yazınca “elit düşmanlığı yapıyorsun” deniyor. Yahu bir yerlerde elitler olsa onlara düşmanlık yapalım. Kendisinin üstün olduğuna inanmış, üstün olmak için gereken herhangi bir vasfa sahip olmadığını da içten içe sezen, dolayısıyla kendisinin yaptığı tercihleri yapmayanları aşağılayarak kendisine izafi de olsa bir üstünlük çıkarmaya çalışan zavallılara acımakla elit düşmanlığının ne alakası var?

Netice olarak, Obama’nın hitap ettiği kitlenin kimseyi ikna edebilecekleri bir hikâyeleri yok. Esasen uzun süredir, kimseyi ikna etmek filan gibi dertleri de yok. Dertleri olsa enerjileri yok. Hayattan bütün beklentileri, kendi kendilerine imal edip inandıkları masalı birbirlerine tekrarlayıp durarak, ölene kadar zaman çalmaktan ibaret.

Bir videodan yola çıkarak bu kadar keskin sonuçlar çıkarıyor olduğumu düşünenlere basit bir teklifim var. ODTÜ’nün, Boğaziçi’nin, Galatasaray’ın, bir zamanların kolejlerinin, Ankara Fen Lisesi’nin mezunlarının WhatsApp gruplarında, internetteki yazışmalarında bir içerik analizi yapsınlar. ABD’de bu işi yapmak daha kolay, New York Times’ın köşe yazılarına, okur mektuplarına filan göz atmak kâfidir.

Altmışlardan bu yana, otomasyon ve işin örgütlenmesindeki gelişmeler sayesinde verim olağanüstü arttı. Verim artışı, belirli bir miktar üretim için ihtiyaç duyulan kaynakların azalması manasına geliyor, malum. Dolayısıyla üretim faktörlerinin hemen hepsinin imalattaki hisseleri azalırken, teknolojininki arttı. (Teknoloji derken sadece araç-gereçten söz etmiyorum, bilgi de teknolojinin bir bileşeni.) Üretilen ürünün bölüşümü emeğe endekslenmiş olduğundan, doğal olarak, üretim artarken —üretimin artışından hisse alanlar azaldığı için— talep üretebilecek nüfusun oranı düştü. Buna paralel olarak o nüfusa yönelik manasız üretim arttı. Bodrum’daki lahmacunlardan, dört çekerlerden filan söz ediyorum. Bu zevat, sadece daha çok para harcayabilecek kadar kazandığını göstermek amacıyla tüketim yapıyor. Adı da kıskanılan hayat oluyor. Kendisi bir tık daha çok kazananınkini kıskanıyor ya, onunkini de aşağıdakiler kıskanıyor diye vehmediyor.

Öte yandan verim artış eğilimi durmadı, ivmelendi. Giderek daha az kişi daha yüksek gelir sahibi olmaya başladı. Bunun üzerine manasız işler icat edildi. Kırk yılda dünya üniversitelerindeki branşların çeşitliliğindeki artışa bakın, nasıl bir çılgınlık içinde yaşadığımızı göreceksiniz. Bu manasız branşlardan mezun olanlar plazalara yığıldılar. Aralarında nispeten bir işmiş gibi görünen işleri yapanlar, mesela girdiğiniz internet sayfasındaki görmezden geldiğiniz reklamları gözünüze sokabilmek için ekrana tıkladığınızda sayfayı zıplatmak gibi cinlikler üzerine çalışıyorlar. Kalanları esasen o kadar bile iş yapmıyor.  Toplamda, fabrikalarda işler —ve dolayısıyla işçiler— hızla azalırken, idari binalar şehrin lüks semtlerine inşa edilen plazalara taşındı. Orada bulunanların sayısı hızla arttı, şişti. Otomasyonun sağladığı ekstra gelir, herhangi bir dişe dokunur işi becerebilecek vasıflara sahip olmayan diplomalılara üleştirildi. Üniversitelere bakın mesela, akademisyen sayısı artmıyor ama idari personel sayısı hızla artıyor, manasız iş unvanları hızla çeşitleniyor.

Dünyanın başını ağrıtan, altmış yıl boyunca şişmiş olan bu nüfus. Ve o nüfus, Obama’nın “ikna edin” diye seslendiği nüfus.

Olacak iş mi?

Tekrar pahasına özetleyeyim. Manasız bir iktisadi düzenimiz var. İnsanlık tarihi boyunca insan türünün temel problemi olan üretim darboğazını aşmışız ama ürettiğimizi paylaşmanın yolunu, yordamını bulamamışız. “Emeğin kadar kazanacaksın” takıntısı yüzünden, üretimi sürdürebilmek için lüzumsuz işler icat etmeyi politika zannetmişiz. Giderek zorlaşmış bu iş, giderek daha manasız işler icat etmişiz. Kamusal kaynakları makul biçimde paylaşmak yerine istihdam artırmaya kaynak transfer etmişiz. Bu süreçte olağanüstü artan para, üretimle hiç alakası olmayan yollarla, finans sistemi içinde belirli ellerde toplanmış. Nüfusun belirli bir kesimi, 1960’larda bir tık üstte olanlar, kendilerini —ve dolayısıyla çocuklarını— giderek daha yukarı atabilmişler bu süreçte. Şimdi sahip olduklarını kendi marifetleri zannedelim istiyorlar.

Bal gibi biliyorlar, çünkü mecburen hissediyorlar ki, karşılığında para kazandıkları şeyler hiç yapılmasa, kimse bir şey kaybetmeyecek. Kazançlarının kaynağının meşruiyetini müdafaa edemeyecekleri için, harcamalarının nitelikleri üzerinden bir masal imal etmek zorunda kalıyorlar. Kendilerinde varsaydıkları elitlikleri, ürettikleri, üretime yaptıkları katkı üzerinden değil, tüketimleri üzerinden yani.

Yani?

Yepyeni ve eskisinden çok daha geniş bir aristokrasi ile karşı karşıyayız. Bunların bir evvelki versiyonları da çalışmak zorunda kalmamakla övünür, bu hallerini görünür kılmak için tırnaklarını uzatır, tenlerine güneş değmemiş olmasına kıymet yüklerlerdi. Dünyaya yaptıkları katkı değildi değerlerini tayin eden, hiçbir katkı yapmadan ne kadar çok tüketebildikleri, cahil fakirlerden ne kadar farklı oldukları idi.

Obama da kendisini tüketimle tanımlayan bu kesimlere diyor ki, “ikna edin”. Olacak iş mi?

- Advertisment -