Karabük Üniversitesi’nin merkeze yerleştiği haber tam soğumaya başlamıştı ki, Bolu Belediye Başkanı konunun yeniden açılmasına vesile oldu. Başkan, Bolu İzzet Baysal Üniversitesi’nde artan yabancı öğrenci sayısına dikkat çekiyor ve onlara zamlı ulaşım sunacağını söylüyor. Haberi okuyunca Karabük’teki gibi çok bileşenli bir olayla karşı karşıya olmadığımızı, Başkan’ın yabancı öğrencilerinin artmasından rahatsız olduğunu anlıyoruz. Dolayısıyla Karabük’ü merkeze alarak tartışmak daha verimli olacak gibi görülüyor.
Karabük’te salgın hastalık haberlerinin merkezine kısa süre içinde Karabük Üniversitesi yerleşti. Habercilerden üç şey öğrendik: Bir; üniversite çevresine yuvalanmış fuhuş çeteleri var. İki; Karabük Üniversitesi’nde çok sayıda yabancı öğrenci var. Üç; siyah öğrencilerden yayılan HPV ve HIV salgını var.
Bunlardan ilki kriminal bir olaya işaret ediyor. Emniyetle ilgili; dolayısıyla tartışmanın dışında tutuyorum. İkincisi yüksek öğretimle ilgili, başlı başına bir tartışma gerektiriyor. Hemen akla gelen bir noktaya değinerek ikinci olguyu da bir kenara alıyorum. Karabük Üniversitesi daha 2007 yılında kurulmuş. 2022-23 yılı kayıtlarına göre 45,358 öğrenci var. Bunların 11,890’ı yabancı uyruklu. Toplam öğrenci sayısının yaklaşık %25’inin yabancı olması dikkate şayan. Bu yoğunluk il nüfusunun %5’ine denk geliyormuş. Bir üniversitenin yabancı öğrencilerin tercihi olması, o üniversitenin akademik başarısından kaynaklanır. Bu, üniversitelerin klasik varoluş tarzına ait bir olgudur. Karabük Üniversitesi’nin bu klasik forma uymadığı açık. Zira Karabük Üniversitesi’nde 17 profesör, 22 doçent ve 54 doktor öğretim üyesi varmış. Mukayese için İstanbul Üniversitesi’ndeki öğretim üyelerinin sayısını alıyorum: İstanbul Üniversitesi’nde 911 profesör, 346 doçent ve 566 doktor öğretim üyesi varmış. Karabük Üniversitesi’nde öğrenci ve öğretim üyeleri sayısı arasında muazzam bir orantısızlık olduğu gün gibi açık. En azından bu orantı, yabancı öğrenci tercihinin, klasik üniversite formatının dışında başka dinamiklerden kaynaklandığını gösteriyor. Bu dinamikler uzun boylu tartışılmalı. Yabancı öğrenci yoğunluğu konusunda hemen dikkat çeken nokta da bu öğrencilerin yoğunlukla Afrika kökenli olması.
İmdi, üzerinde asıl olarak düşündüğüm konuya geliyorum: İddia, siyah öğrencilerin cinsel hastalıklar yaydığı. Böyle bir iddia somut verilerle kanıtlanmadığı durumda -ki kanıtlanmış değil- zahiri olanın arkasındaki hakikati tartışmak zorunlu hale geliyor. Bu hakikat de siyah öğrencilere karşı muazzam bir ırkçı saldırının başlatılmış olması. Dolayısıyla tartışılması gereken ırkçılık. Ama ırkçılığın genel bir teorisi değil, spesifik bir boyutu. Irkçılığın cinsellik üzerinden nasıl işlediği.
Irkçılığın 15-16 yüzyıldaki klasik formu, biyolojik gösteren üzerinde yükselir. Temel olarak köleleştirilen insanların deri rengi üzerinden kurulmuş bir ırkçılıktır. Siyaha yönelen ırkçılıkta; alt insan olma, aptal olma, ahlaki düşüklük, pis kokma ve abartılı cinsellik, şehvet düşkünlüğü vb ifadeler içeriği doldurur. Bu ırkçılığın yerleşmesi sadece plantaj aristokrasisi (plantokrasi) üzerinden işlemez. Plantokrasinin ırkçı ideolojisinin yerleşip yayılmasında, Kilise ve bilim (üniversite) de görev üslenir. Kilise siyahın alt insan oluşunu ve ahlaki yozlaşmasını anlatırken, üniversiteler muazzam ve fakat sahte bir ırklar bilimini anlatır. Daha da düşündürücü olan, birçok büyük filozofun ırkçı olmasıdır.
Irkçılığın biyolojik gösterene dayanan bu klasik formu, hem anlatılan ırklar biliminin sahte oluşunun ortaya çıkması, hem de Nazi iktidarı ve Apartheid politikalarının icraatları sonucu savunulmaz olmuştur. Bu durumda ırkçılık biyolojik gösterene dayanmayı bir kenara bırakır ve kültürel ırkçılık denen bir formda işlemeye başlar. Ancak klasik ırkçılığın bir birleşeni olan siyahın cinselliğinin” hayvaniliği”, şehvet düşkünlüğü, biyolojik gösterene yapılan vurgun silinmesiyle ortadan kalkmaz. Cinsellik üzerinden sürdürülen ırkçı ifadeler, kültürel ırkçılık formunda da sürer. Cinsellik, ırkçı ideolojinin vaz geçmediği bir uğrağıdır.
Irkçı anlatımda siyah insan hafif meşreptir, kayıtsızdır, sefildir, ahlaksızlıkla şehvet düşkünlüğüne, yalana sevk olmuştur ve de çok eşlidir. Köleleştirilmiş siyah kadının cinselliği, beyaz efendinin sınırsız kullandığı bir haktır. Ama bu kaba cinsel sömürünün yerini zamanla, edebiyat, dans ve resim üzerinden işlenen “zenci” kadın figürü alır. Bu üç alan da “zenci” kadını şehvetin ve erotizmin simgesi olarak işler. “Zenci” kadın güzel, çıplak ve şehvetlidir. Özellikle Fransız egzotizminde “zenci” kadın merkezi bir noktaya yerleştirilir. Siyah kadın hafif, elde edilmesi kolay, her an hazır ve itaatkâr olarak betimlenir. İşte bu şekilde betimlenen siyah kadın, beyaz erkeğin fantezi dürtülerini harekete geçirir.
Siyah erkek kölenin, beyaz kadınla cinsel yakınlaşması düşünülemez bile. Ancak zamanla edebiyatta, siyah erkeğin cinselliğinin, beyaz kadına “aydınlanma” benzeri bir şeyler yaşattığı işlenir. Ama siyah erkekle cinsel ilişkinin bedeli ağırdır. Beyaz kadına bu ilişkiden geriye bir yıkım kalmıştır ve bütün cazibesini kaybetmiştir (Achille Mbembe).
İmdi, Karabük’te olanlar cinsellik üzerinden ifade bulan bir ırkçılıktır. Konuyla ilgili paylaşımlar sadece siyah kadın öğrencilerin hastalık yaydığını anlatmıyor; siyah erkeklerin de yerli kadınlara hastalık bulaştırdığını söylüyor. İşte bu, en katlanılmaz olan! Karabük’te tanık olduğumuz ırkçılık, ırkçılığın en kaba biçimidir. Dahası, bu ırkçılığın üniversite merkezinde cereyan etmesinden, hicap duyulur. Üniversitenin üniversal olamadığını gösterir ve tanımıyla çelişir.