Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIİrlanda neden 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde “kadının yeri evidir” dedi?

İrlanda neden 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde “kadının yeri evidir” dedi?

İrlanda halkı geçen hafta 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde sandık başındaydı. Halkın %73’ü “kadının yeri evidir” diyen ve çalışmak zorunda kalmayarak ev işlerini ihmal etmemeleri için kadınların devlet tarafından desteklenmesini öngören anayasa hükmünün değiştirilmesine “Hayır” dedi. İrlanda’nın ilk eşcinsel başbakanı Leo Varadkar büyük bir hüzünle referandum sonucunu açıkladı. İrlanda hükümeti de dünya kamuoyu da büyük bir şok yaşamıştı: 2015’te eşcinsel evliliği halk oylamasıyla onaylayan ilk ülke olarak tarihe geçen, daha öncesinde kürtaj, boşanma ve evli kadınların istihdam edilmesi yasaklarını referandumlarla kaldıran İrlanda, nasıl 9 sene sonra böylesine cinsiyetçi bir anayasal hükmün değişmesine karşı çıkmıştı? 50 yıl önce toplumsal ve siyasal gücünü kaybeden Katolik Kilisesi tekrardan sahneye mi çıkmıştı? Kaybeden gerçekten de feminizm miydi?

87 yıl önce İrlanda’nın başkenti Dublin’deki Hükümet Konağı’nın önü öfkeli kadınlarla doluydu. Hükümet Konağı, eskiden parlamentonun toplandığı ve aynı zamanda Dublin Belediye Başkanı’nın şehri yönettiği önemli bir binaydı. Fakat en önemlisi İrlanda’nın bağımsızlığının da sembolüydü. 1918 Birleşik Krallık parlamento seçimlerinde İrlanda bölgesini temsil eden sandalyelerin çoğunluğunu kazanan bağımsızlık yanlısı Sinn Fein partisi, Britanya parlamentosunu tanımadıklarını ilan etmiş, Londra’ya gitmeyeceklerini ve Dublin’deki Hükümet Konağı’nda ayrı bir meclis kurduklarını açıklamış ve meclisin ilk oturumunda “İrlanda Cumhuriyeti Bağımsızlık Bildirgesi”ni kabul ederek bağımsızlık savaşını başlatmıştı.

Dáil Éireann meets in Mansion House

İrlanda’nın bağımsızlık bildirgesini açıklayan ilk meclis Hükümet Konağı’nda: “Dail Eireann”

2 yıl süren savaşın sonunda İngiltere, Kuzey İrlanda’yı hariç tutarak İrlanda’nın bağımsızlığını tanımış ve bu bağımsızlık anlaşması da yine Hükümet Konağı’nda onaylanmıştı. Bağımsızlık mücadelesinin zaferi bu binada ilan edilmişti, fakat aslında bağımsızlık tohumları çok daha öncesinde, 1916 yılındaki Paskalya İsyanı’nda atılmıştı. 

Easter Rising of 1916 in Ireland • Go-to-Ireland.com

Yaklaşık 1000 kişiden oluşan bağımsızlık yanlısı İrlanda Gönüllüleri 1916 yılında, postane binası dahil önemli kamu binalarını basmış ve tek taraflı bir bağımsızlık ilan etmişti. Bağımsızlık bildirgesini İrlandalı şair Patrick Pearse postane binasının merdivenleri önünden okumuş, 1 hafta süren isyan İngiliz ordusu tarafından bastırılmış, isyanın şair lideri dahil bütün liderleri infaz edilmişti. Toplu idamlar İrlanda kamuoyu nezdinde bağımsızlık yanlılarına yönelik desteği de arttırmış, İrlandalılar daha fazla örgütlenmeye ve silahlanmaya başlamıştı. 

A close up of a newspaper

Description automatically generated

Bağımsızlık bildirgesi

Patrick Pearse’nin postane merdivenlerinden okuduğu bağımsızlık bildirgesi, 1916 yılının dindar Katolik İrlandasına göre oldukça ilericiydi: “İrlandalı erkekler ve kadınlar” hitabıyla başlıyor, kadın-erkek eşitliğinin önemini vurguluyordu. 

Old Ireland in Colour 3 on X: "Patrick Pearse Pearse was born in Dublin in  1879, becoming interested in Irish cultural matters in his teenage years.  In 1898 Pearse became a member

İrlanda’nın bağımsızlık liderlerinden şair Patrick Pearse

Patrick Pearse sadece kadın haklarına önem veren liberal demokrat bir şair olduğu için bu vurguları bildirgeye eklememişti. Kadınlar en başından itibaren bağımsızlık mücadelesinin merkezindeydi. Paskalya İsyanı’na 200 kişilik bir kadın isyancı taburu da katılmış, silahlı mücadele vermişti. Bildirgede kadınlara özel bir vurgunun olmaması düşünülemezdi.

Women at an IRA training camp

İşte 1937 yılında İrlanda’nın bağımsızlık savaşının sembolü olan Hükümet Konağı’nın önündeki öfkeli kadınlar, erkeklerle omuz omuza verdikleri bu mücadelenin birikimiyle toplanmıştı. Geçen onca yılın ardından ihanete uğramış gibi hissediyorlardı. Pek de haksız sayılmazlardı. Hem silahlı mücadelenin komutanlarından hem de bağımsız İrlanda’nın kurucu liderlerinden İrlanda Başbakanı Eamon de Valera, İngilizlerle yapılan bağımsızlık anlaşması neticesinde şekillenen 1922 Anayasası’nı değiştirmek ve yeni bir anayasa yaparak devletin bağımsızlığını pekiştirmek istiyordu. Nitekim bir önceki anayasa Britanya monarkının onayıyla yürürlüğe girmiş, hala Britanya monarkının bir takım yetkilerini kabul ediyordu. Fakat 1937 Anayasası sadece ülkenin bağımsızlık kimliğini değil, aynı zamanda Valera’nın Katolik dindar kimliğini de yansıtıyordu. Valera, anayasanın yapım sürecinde çok yakın bir ilişkide olduğu Katolik Kilisesi’nin önemli isimlerinden ve 1940 yılında İrlanda Başpiskoposu makamına gelecek olan John Charles McQuaid ile beraber çalışmış, Katolik din adamlarının özellikle kadın ve aile konularındaki görüşlerini kendi partisindeki kadınların itirazlarına rağmen anayasaya aktarmıştı. 

Photograph of President de Valera kissing the ring of Rev. Dr. John Charles  McQuaid Archbishop of Dublin.] - UCD Digital Library

Daha sonrasında İrlanda Cumhurbaşkanı olacak Valera, Başpiskopos McQuaid’in elini öpüyor

Valera, Kilise’nin “devletin dini Katolikliktir” maddesini ekleme talebini reddetmişti, fakat Katolik piskopos McQuaid’un savunduğu birçok muhafazakar hüküm anayasaya aynen alınmıştı: Boşanma yasağı, Katolik Kilisesi’nin özel yeri, Hz. İsa’ya ve kiliseye atıf yapan bir başlangıç metni vb.. Üstüne üstlük kadınların özel olarak talep ettiği ayrımcılık yasağı maddesi de taslaktan çıkarılmıştı. Sadece anayasa hükümleri değil yasalar da oldukça cinsiyetçiydi. 1973’e kadar evli kadınların çalışması kısıtlanmış, evli kadınların kamu görevlisi olması yasaklanmıştı. Bu saçma yasağın dayanağı anayasa olarak gösteriliyordu. Zira Anayasa m.41/2 açıkça “kadının yeri evidir” diyor, devletin kadının evdeki görevlerini ihmal etmemesi için özel çaba göstereceğini öngörüyordu:

“Devlet, özellikle, kadının ev içindeki yaşamıyla, Devlete onsuz kamu yararının gerçekleştirilemeyeceği bir destek sağladığını kabul eder.

Bu nedenle Devlet, annelerin ekonomik zorunluluklar nedeniyle evdeki görevlerini ihmal ederek çalışmak zorunda kalmamalarını sağlamaya çalışır.”

Hükümet konağı önünde toplanan kadınlar, “kadının yeri evidir” maddesini protesto ediyor, bu madde nedeniyle kadınların çalışma hayatında zorluklarla karşılayacağı endişesini taşıyor, fakat en önemlisi bu cinsiyetçi dil sebebiyle ihanete uğradıklarını düşünüyordu. Bağımsızlık hareketinin feminist liderlerinden Hanna Sheeyh-Skeffington liderliğinde farklı görüşteki kadınlar toplanmış, önce Başbakan Valera’ya itirazlarını iletmiş, sonra ses gelmeyince protestolar düzenleyip bir kadın partisi kurmuştu. Kadınların kurduğu parti hiçbir seçimde başarılı olamadı ve silinip gitti. Valera’nın etkili olmaya devam ettiği 1970’li yıllara kadar Başpiskopos McQuaid siyasetteki ve toplumsal hayattaki etkisini devam ettirdi, McQuaidsim denilen muhafazakar Katolik dindarlığı yasalara şekil verdi, Valera’nın kararlarını ve kadınlarla ilgili görüşlerini yönlendirdi. 

A group of women walking down the street

Description automatically generated

Hanna Skeeyh-Skeffington (en solda) ve feminist yoldaşları

Her şeye rağmen, 1937 yılında omuz omuza bağımsızlık mücadelesi verdikleri erkeklerin ihanetine uğrayan kadınların “kadının yeri evidir” hükmüne karşı verdikleri mücadele unutulmadı. 87 yıl sonra bu mücadele, İrlanda siyasetini etkilemeye devam etti, İrlanda’yı yine ortadan ikiye böldü.  Fakat ne hazin ki, bu mücadelenin sonu 87 yıl önce olduğu gibi bir kez daha kadın hareketini hüsrana uğrattı. Hem de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde. 

Kilisenin anayasaya vedası

Valera’nın Cumhurbaşkanlığı süresinin dolduğu 1973 senesi aynı zamanda İrlanda için köklü bir değişimin başlangıcı oldu. Düzenlenen referandumda anayasa değiştirildi ve kilisenin özel yerine dair hüküm kaldırıldı, evli kadınlara yönelik istihdam yasakları iptal edildi. 1973 yılından günümüze değin İrlanda halkı birçok yenilik için sandık başına gitti ve referandumda idamın yasaklanması, kürtajın serbest bırakılması, eşcinsel evliliklerin yasallaşması, boşanma yasağının kaldırılması lehine oy kullandı. 

A large billboard with red and black text

Description automatically generated

Boşanma yasağının kaldırılmasına ilişkin oylamada dindar Katoliklerin yürüttüğü “Hayır” kampanyası: “Boşanmaya merhaba, babaya elveda”. Boşanma yasağı sadece 10 bin oy farkıyla kaldırıldı. Başa baş bir halk oylaması gerçekleşmişti. 

İrlanda, 2015 yılında %60 destekle eşcinsel evliliğe anayasal dayanak kazandırarak, eşcinsel evililiğin yasallaşmasını bir halk oylamasıyla onaylayan ilk ülke olarak tarihe geçti. Bir zamanlar dindar Katoliklerin yazdığı anayasa, artık boşanmaya, kürtaja, eşcinsel evliliğe izin veriyordu. Hem İrlanda hem anayasa değişmiş, Kilise’nin siyaset üzerindeki etkisi azalmıştı, fakat “kadının yeri evidir” hükmü hala yerli yerindeydi. 

Ireland same-sex marriage referendum: 'Yes' wins | CBC News

“Kadının yeri evidir” hükmü, 2016 yılında İrlanda Parlamentosu tarafından kurulan Vatandaş Meclisi’nin de gündemindeydi. Vatandaş Meclisi, ülke ortalamasını esas alınarak gelişigüzel bir şekilde kurayla seçilen 99 İrlandalının oluşturduğu bir danışma organıydı. Bu meclis, anayasadaki maddeleri teker teker ele alıp belirli anayasal reform konuları hakkında tartışmalar yürütüyor ve öneriler ileri sürüyordu. Vatandaş Meclisi devletin her türlü ev içi bakımı ve emeği destekleyeceğine dair bir hükmün konulması şartıyla m.41’in değiştirilmesini de önermişti.

About | Citizens' Assembly

İrlanda anayasasını tartışan Vatandaş Meclisi

Bu öneri, mevcut hükümet tarafından ancak 2023 yılında dikkate alındı. Ülkenin ilk açık kimlikli eşcinsel başbakanı Hint kökenli Leo Varadkar anayasadaki kadının evdeki görevleri ve aileyle ilgili konularda bir anayasal referandum düzenleneceğini açıkladı. Hükümet sadece m.41’i değil, aileyle ilgili anayasa hükmünü de değiştirmek istiyor, aile tanımını “evlilik veya uzun süreli ilişkiler sonucu oluşmuş” olarak değiştiriyor, ailenin evlilikle temellendiğine ilişkin hükmü kaldırıyordu. Hükümetin m.41 ile ilgili değişiklik önerisi ise şu şekildeydi: 

A white and black text

Description automatically generated

Anayasa değişikliği önerileri Parlamento’daki bütün partilerin desteğini aldı, sadece 1-2 isim itiraz etti. Ana akım medya ve kadın hakları örgütleri de değişikliğin arkasındaydı.. Anketlerde “Evet” oyları %60’larda seyrediyordu. Referandum tarihi 8 Mart Dünya Kadınlar günü olarak belirlenmişti. Kadınlar Günü’nde anayasadaki cinsiyetçi bir hüküm halk oylamasına sunulacaktı. Beklentiler yüksekti, böyle bir teklife karşı çıkanlar ise pek makbul görülmüyordu.

Fakat kampanya ilerledikçe durum değişti. Hiç tahmin edilemeyen itirazlar yükseldi. 

Bize kim bakacak?

Anayasa değişikliğine yönelik ilk itiraz tahmin edilebilir bir yerden, muhafazakarlardan ve Kilise’den geldi. İrlanda Katolik Piskoposlar Konferansı referandumda “Hayır” oyu verilmesine yönelik bir çağrıda bulundu. Değişiklik kabul edilirse hem evliliklerin sayısı azalacak, hem de annelik anayasadan silinecekti. Muhafazakarların evlilik dışı ilişkilerin artacağı ve kadının evdeki rolünün azalacağına ilişkin endişelerini LGBT hareketine karşı açıklamalarıyla gündeme gelen bağımsız Senatör Sharon Keogan Parlamento’da dile getirmiş, “Hayır” kampanyasına “Anneleri çalışmaya zorlamayın” pankartlarıyla katılmıştı. 

A sign on a pole

Description automatically generated

Fakat tek itiraz edenler muhafazakarlar değildi. Engelli ve yaşlı dernekleri de tepkiliydi. Birçoğu m.41’in cinsiyetçi dilinin değişmesini destekliyordu, fakat yeni önerideki sadece “aile üyelerinin bakımının” devlet tarafından desteklenmesine yönelik hükme tepkiliydi. Zira ailesi olmayan, tek yaşayan veya aile üyeleriyle arası iyi olmayan birçok engelli veya yaşlı İrlandalı da bakıma muhtaçtı ve devletin sadece aile üyelerinin sağladığı bakımı desteklemesinin öngörülmesi kabul edilemezdi. Madde tek yaşayan engellileri, yaşlıları kapsayacak şekilde değiştirilmeliydi. 

Öneriye karşı çıkanlar arasında feministler de vardı. Anayasa önerisi adeta klasik feministlerle yeni nesil feministleri karşı karşıya getirmişti: Bir anayasa hükmüyle kadının evdeki rolü, iş yoğunluğu değişmeyecek, çalışan kadınlar dahi hala erkek eşlerine göre daha çok ev işi ve çocuk bakımıyla uğraşacaktı. Bu nedenle kadınlar sistematik bir reform, özel hayatı etkileyen kapsamlı bir değişiklik olmadıkça her koşulda ev ve çocuk bakımı için emek harcayacak, devlet desteğine ihtiyaç duymaya devam edecekti. Anayasada kadının ev işlerindeki payının özellikle belirtilmesi bu desteğin devamı için kritikti. Anayasa değişikliği, kadın erkek arasındaki eşitsizliği değiştirmeyecek, sembolik bir gelişme yaşanacak ama uzun vadede kadınlara rahatlatan, hayatlarını kolaylaştıran özel destekler sıkıntıya düşebilecekti. Bir itiraz da özellikle tek yaşayan annelere yönelikti. Boşanmış veya hiç evlenmemiş anneler, kendilerine sağlanan çocuk destek paketlerinin bu değişikle sıkıntıya düşeceğini, aile sayılmadıkları için devletin desteğinin azalacağı endişesini duyuyordu. 

Değişiklik önerisindeki “çaba gösterir” ifadesi de muğlaktı. Nitekim referandumdan sadece günler önce Başsavcılığın raporu sızdırılmış ve başsavcılığın dahi “çaba gösterir” ifadesinden emin olamadığı, yerel mahkemelerin bu düşük profilli ifadenin devletin bakım ve ev işlerini üstlenen kişilere yönelik devlet desteği sorumluluğunu azaltıcı şekilde yorumlayabileceği endişesini taşıdığı ortaya çıkmıştı. 

Bütün bu endişeler Başbakan Varadkar’ın 8 Mart’taki referanduma günler kala çıktığı bir programda sarf ettiği sözlerle daha da artmıştı: “Beni birçok kişi gibi ailem büyüttü. Benimle ilgilendiler. Yaşlandıklarında, onlara bakıldığından emin olacağım. Tanrı korusun, kız kardeşlerimden birine bir şey olursa, yeğenlerime bakıldığından, bir evleri olduğundan, eğitim aldıklarından emin olacağım. Dürüst olmak gerekirse bunun Devletin sorumluluğu olduğunu düşünmüyorum. Bunun büyük ölçüde ailelerin sorumluluğu olduğunu düşünüyorum, ancak aileler Devletin desteğini hak ediyor ve bu madde, yani Anayasa’nın bu yeni bölümü de bunu söylüyor.”

Varadkar’ın bu soğuk sözleri, halihazırda devletin desteğinin kesilmesinden korkan engellilerin, yaşlıların ve kadınların endişelerini daha da arttırdı. Başbakan’ın devletin sorumluluğunu azaltıcı sözleri ters tepmişti. İşte İrlanda böyle bir atmosferde referanduma gitti. “Evet”i savunan dernekler ve hükümet yetkilileri ise anayasal değişikliğin olması durumunda somut hayatta nelerin değişeceğini, şimdiye kadar verilen sosyal desteklerin neden sıkıntıya düşmeyeceklerini anlatmakta yetersiz kaldı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde düzenlenecek olan anayasal değişiklikle cinsiyetçi bir dille yazılmış hükümlerin silinmesi üzerinden sembolik bir kampanya yaptı.

Nitekim 8 Mart Dünya Kadınlar gününün taşıdığı sembolik önem, endişeleri gidermek için yetersiz kaldı.  

İkna çabası rafa kalkınca

İrlanda halkı, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde sandığa katılım oranının %44 olduğu bir referandumda hem ailenin tanımına hem de “kadınının yeri evidir” olarak bilinen hükmün değiştirilmesine yönelik teklifleri reddetti. Kadının evdeki yerine ilişkin değişiklik oylamasında “Hayır” oyları  %73 oldu.

Varadkar criticised over 'gimmicky' referendum campaign after crushing  defeat | Leo Varadkar | The Guardian

İrlanda Başbakanı Leo Varadkar

İrlanda’nın ilk eşcinsel başbakanı Leo Varadkar, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde “cinsiyetçi anayasamızı değiştirdik, artık kadının ev içindeki yaşamını vurgulayan, evdeki görevlerini ihmal etmemesi için devlet desteği öngören anayasal hükmümüz yok” açıklaması yapamadı. İrlandalı seçmenler “Hayır” oylarıyla bir Netflix dizisini andıracak bu sahnenin yaşanmasını engelledi. Fakat yaşananlar yine de akıllara Margaret Atwood’un “Handmaid’s Tale” (Damızlık Kızın Öyküsü) kitabındaki cinsiyetçi distopik sahnelerini getirmedi. 

Zira ne feminizm kaybetmiş, ne de anti-woke hareket kazanmıştı. Referandumda hayır oyu verenler sadece muhafazakarlar değildi. Birçok feminist, engelli hakları ve yaşlı hakları aktivistleri de “Hayır” oyu vermiş veya sandığa gitmemişti. Seçimin en büyük kaybedeni, feminizm değil, müzakereydi. İkna çabasıydı. 

Hükümet, ana akım partiler, medya ve feminist örgütler, referandumun 8 Mart’ta düzenlenmesinin ve cinsiyetçi ifadelerin anayasadan silinecek olmasının zafer için yeterli olduğunu düşünmüş, anayasa değişikliği neticesinde ortaya çıkacak somut sonuçları ve etkileri halka aktarmamış, birçok insanın makul endişesini karşılamamış, yok saymıştı. Bir devletin en temel kurucu belgesi, halkın temel hak ve özgürlüklerinin devlet gücü karşısında koruyucu senedi olan anayasayla ilgili yapılan değişiklikler ciddi bir şekilde ele alınmamış, gündelik hayata yönelik endişeler geçiştirilmişti. Halk da tepkisini sandıkta göstermişti: ne hayat bir Netflix dizisinden ibaretti, ne de sembolik zaferler gündelik hayat endişelerini unutturabilirdi.

Nitekim bütün bu tartışmaların gölgesinde, bir zamanların en tutucu Katolik ülkesi olmasına rağmen eşcinsel evliliği 2015 yılında dünyada bir ilki gerçekleştirerek halk oylamasıyla serbest bırakan İrlanda, 9 sene sonra Batı dünyasındaki en cinsiyetçi hükümlerin kaldırılmasını yine halk oylamasıyla reddetti. 

Bağımsızlık mücadelerini kadın-erkek omuz omuza, kapı kapı gezerek, adım adım büyüyerek inşa eden İrlandalıların, sanırım artık anayasadaki bu cinsiyetçi hükümleri değiştirmek için toplumun bütün kesimlerini dikkate alarak bir müzakere süreci başlatmaları,gündelik hayattaki sonuçları dikkate alarak kapsayıcı bir metin hazırlamaları, kampanya sürecinde sembolik zaferlere değil, halkı ikna etmeye odaklanmaları gerekiyor. Bunun için 1937 yılında başbakana mektuplar yazan, hükümet binalarının önünde protestolar düzenleyen, kendilerini anlatmak için bir siyasi parti dahi kuran İrlandalı kadınların mücadelerini hatırlamaları yeterli. 

- Advertisment -