Geçen Cumartesi (14 Ocak) İsrail’in Hayfa, Kudüs ve Tel Aviv gibi büyük kentlerinde düzenlenen gösterilere yaklaşık 80 bin kişi katıldı.
Muhalefet liderlerinin, akademisyenlerin, emekli askerlerin, sağcı ve solcu siyasetçilerin, sanatçıların, baro başkanlarının yer aldığı kalabalık gösterilerin nedeni yolsuzluk, hayat pahalılığı veya güvenlik sorunları değildi. Belki ilginç gelecek fakat 80 bin İsrailli, Türkiye’deki Anayasa Mahkemesi’ne denk gelen Yüksek Mahkeme’yi, mahkeme kararlarının bağlayıcılığını ve hukukun üstünlüğünü korumak için sokağa çıkmıştı.
Göstericilerin hedefinde Kasım 2022 seçimlerini kazanarak yeniden İsrail başbakanı seçilen Netanyahu’nun yargı reform paketi vardı. 2021 seçimlerini kazanan sağcı, solcu, merkez, milliyetçi ve Arap partilerin oluşturduğu 8’li muhalefet koalisyonu 2022 seçimlerini kaybetmiş, böylece 1,5 senelik aradan sonra Netanyahu başbakanlık koltuğuna geri dönmüştü. Netanyahu geri dönerken yanında daha önce mecliste hiç bu ölçüde temsil edilmemiş, bakanlık koltuklarına oturmamış radikal sağcı Siyonist partileri de beraberinde getirmişti.
Netanyahu ve radikal sağcı koalisyon ortaklarının ilk hedefinde ise Yüksek Mahkeme vardı. İsrail Adalet Bakanı Yariv Levin, yeni bir yargı reformu paketi açıkladı. Pakete göre, Yüksek Mahkeme’nin hukuka, insan haklarına aykırı olduğu için iptal ettiği kanunları meclis aynen kabul edebilecek, Yüksek Mahkeme’nin buna itiraz hakkı bulunmayacak, böylece Yüksek Mahkeme kararları meclis ve hükümetin siyasi iradesi üzerinde artık bağlayıcı olmayacaktı. Kısacası, İsrail Yüksek Mahkemesi anlamını tamamen yitirecekti.
Bakana ilk yanıt, fiilen kapatılmak istenen İsrail Yüksek Mahkemesi’nin başkanı Esther Hayut’tan geldi. Hayut, geleneği bozarak hükümete doğrudan yanıt verdi, Netanyahu hükümetini çok ağır bir şekilde eleştirdi: “Hükümetin önerdiği reform paketi, yargıçların bağımsızlığına son darbeyi vuracak. Bu reform paketi, ülkemizin demokratik kimliğini hiç tanıyamayacağımız bir hale getirecek. Demokrasi sadece çoğunluğun hükmü değildir. Ülkemizin kuruluşunun 75. yılı demokrasinin ölümcül bir darbe aldığı bir yıl olarak hatırlanacak.”
Hayut’a cevap gecikmedi. Adalet Bakanı Levin, mahkeme başkanını vesayeti savunmakla suçladı: “Bu duyduğumuz sözler bir kamu görevlisinin değil, bir siyasetçinin sözleri. Demek ki ülkemizde seçimlere girmeyen, mecliste temsil edilmeyen bir siyasi parti daha varmış.”
Adalet Bakanıyla Yüksek Mahkeme’yi karşı karşıya getiren bu tartışmadan da anlaşılacağı üzere Netanyahu ve dostları için Yüksek Mahkeme halkın iradesinin üstünde bir vesayet organıyken, sokağa çıkan İsrailliler için Netanyahu’nun hedefindeki demokrasinin son kalesiydi.
Anayasasız bir demokrasi?
İsrail’deki Yüksek Mahkeme’den dünyanın neredeyse her yerinde olduğu gibi “Anayasa Mahkemesi” diye bahsetmememin çok temel bir sebebi var, çünkü İsrail’in yazılı bir anayasası yok. 1948’de bağımsızlığını ilan eden İsrail, dünyadaki neredeyse bütün ülkelerin aksine yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki ilişkileri, devletin temel niteliklerini ve temel hak ve özgürlüklerin korunması rejimini yasaların üstünde bağlayıcılığı olan “anayasa” adını taşıyan özel bir metinle düzenlemiyor.
İsrail’in meclisi Knesset, bu tür temel insan hakları, yargı ve devlet kurumlarına dair temel nitelikteki konu başlıklarını normal yasama sürecini izleyerek “temel yasa” denen kanunlarla düzenliyor. 1948’den beri çıkarılan toplam 13 Temel Yasa bulunuyor. 1995 yılında bir üst temyiz mahkemesi olarak faaliyet gösteren İsrail Yüksek Mahkemesi, tarihi bir karara imza atarak bu temel yasaların “anayasal” nitelikte olduğuna karar verdi ve meclisin kabul ettiği yasaların bu temel yasalara aykırı olamayacağına, aykırı olması durumunda bu yasaların Yüksek Mahkemece iptal edilebileceğine karar verdi.
Böylece İsrail’de de Yüksek Mahkeme’nin anayasal denetimi başladı, mahkeme temel yasalardaki temel hak ve özgürlükler rejimine, demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı gördüğü yasaları iptal etmeye başladı. İsrail’deki Yüksek Mahkeme, dünyada anayasal yargı denetiminin doğmasına vesile olan ABD Yüksek Mahkemesi’nin 1803 tarihli Marbury v. Madison kararında olduğu gibi anayasal denetim yetkisini kendi elde etmiş, yasaların denetlenemez olmasının doğurduğu boşluğu bizzat kendisi doldurmuştu.
İsrail Yüksek Mahkemesi kendi elde ettiği bu yetkiyi kullanmakta çekinmedi. Mahkeme, 1995 yılındaki tarihi kararından sonra 22 yasayı temel yasalara aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etti: Filistinlilerin güvenlik güçlerinden gördüğü zarar için tazminat talep etmesinin yasaklanması, gözaltına alınan şüphelinin gözaltı süresinin bizzat katılamadığı mahkemece uzatılması, avukatla görüştürülmesinin engellenmesi, özel şirketlerin hapishane açabilmesine izin verilmesi. Mahkeme, verdiği kararlarla Filistinlilerin çok daha ağır hak ihlallerine uğramasının önüne geçti, aynı zamanda dindar Ortodoks cemaatlere ilave ayrıcalıklar verilmesini de engelledi. Tevrat çalışan dindar öğrencilerin zorunlu askerlikten muaf tutulmasını, dini Yeşiva okullarında okuyan öğrencilere özel devlet bursu verilmesini, yine dini okullara kayıtlı yetişkin erkeklere özel vergi indirimlerini iptal etti, sekülerlerin ve solcuların içini rahatlatırken, dindar ve sağcı kesimlerin tepkisi çekti.
Yüksek Mahkeme, İsrail’de pek rahat konuşulamayan konular hakkında da önemli kararlar verdi: Siyonizmi ve İsrail’in Filistin politikalarını eleştiren Arap milletvekillerine verilen siyasi yasakları bozdu, uluslararası hukuka aykırı olarak Filistin topraklarında kurulan bazı yasadışı yerleşimlerin hukuken tanınmasını engelledi. En son 2022 bahar döneminde, İsrailli fanatik dindar Yahudilerle Araplar arasında çatışmaların yaşandığı Şeyh Cerrah mahallesinde evlerinden çıkartılmak istenen 4 Filistinli ailenin tahliyesini geçici olarak durdurdu, yine radikal sağ kesimlerin tepkisini çekti.
Tabii ki her şey toz pembe değildi. Mahkeme tarihindeki ilk Arap Müslüman yargıç ancak geçen sene atanabildi. Yine Yüksek Mahkeme, İsrail güvenlik güçlerinin belirli durumlarda işkence uygulayabileceğine hükmetti, boğma, dövme gibi işkence tekniklerini normalmiş gibi tartıştığı korkunç bir karara imza attı.
Fakat Yüksek Mahkeme’nin bu çekingen tutumu dahi radikal sağcıların hedefi haline gelmesini engelleyemedi.
Yüksek değil, etkisiz mahkeme
Kasım 2022 seçimlerinde Netanyahu ve radikal sağcı ortakları 120 milletvekilinin 64’ünü kazandı ve Knesset’te çoğunluğu elde etti. Geçmişte Filistinli çocukların yakılarak öldürülmesini kutlayan, suikaste uğrayan eski başbakan İzak Rabin’in arabasının amblemini çalıp, “bunu yaptık, devamını da yapabiliriz” imalı tehditlerde bulunan radikal sağcı Itamar Ben-Gvir gibi isimler oylarını yükseltip meclise girmekle kalmadı, Netanyahu, Ben-Gvir gibi radikal sağcı isimlere Güvenlik Bakanlığı gibi önemli pozisyonlar verdi.
Netanyahu hükümetinin ilk önceliklerinden biri uzun zamandır özellikle dindar Ortodoks cemaatlerine tanınmış ayrıcalıkları eşitlik ilkesine aykırı olduğu için iptal eden Yüksek Mahkeme’nin etkisini kırmak oldu. Yeni Adalet Bakanı, Ocak ayında hükümetin meclise getirmeyi planladığı yargı reform paketinin detaylarını kamuoyuyla paylaştı: Paketle, Yüksek Mahkeme’nin hukuka aykırı olduğu için iptal ettiği yasaları aynen yeniden kabul etme ve yürürlüğe koyma yetkisi meclise verilecek, hükümete tavsiye veren hukuk müşavirlerini doğrudan siyasiler atayacak, hükümetin yargıç atama süreçlerindeki payı arttırılacaktı.
Netanyahu hükümetinin önerisi çok basitti. Yüksek Mahkeme artık “yüksek” olmayacak, meclis çoğunluğu temel yasalara aykırı, insan haklarını ihlal eden yasaları rahat bir şekilde kabul edebilecekti. Örneğin, bu önerinin yasallaşması durumunda Arap partilerinin kapatılmasına ilişkin bir yasa kabul edilebilecek, Yüksek Mahkeme bunu eşitliğe ve hukuk devletine aykırı bulup iptal etse bile meclis iptal edilen yasayı aynen kabul ederek tekrardan yürürlüğe sokabilecek, böylece Yüksek Mahkeme kararının bağlayıcılığı yok sayılıp hukuka aykırı olmasına rağmen partiler kapatılabilecek.
Netanyahu’nun bu önerisi, İsrail demokrasisini temelden sarsacak bir öneri. Bir ülkede yasama organını bağlayacak, hukuka aykırı yasaları iptal edecek bağımsız ve üst merci bir yargı organı olmadığı zaman gerçek bir hukuk devletinden, anayasal bir demokrasiden bahsetmek pek de mümkün değil.
Fakat ülkenin bu duruma gelmesinin, demokrasinin son kalesinin hedef haline getirilmesinin tek sorumlusu da Netanyahu ve “kötü” arkadaşları değil.
Kazanıp da yönetememek var
2019 Nisan seçimlerinde 10 senedir başbakanlık görevini üstlenen Netanyahu seçimleri kaybetti, fakat hiçbir ittifak hükümet kuramadığı için erken seçim kararı alındı. Eylül 2019’daki seçimlerde de Netanyahu ve Netanyahu karşıtı koalisyonun lideri, eski Genelkurmay başkanı merkez solcu Benny Gantz hükümet kuramayınca tekrardan seçim kararı alındı. Mart 2020’deki seçimlerde iki blok yine uzlaşamadı, fakat pandemi nedeniyle Gantz ve Netanyahu geçici bir koalisyon anlaşması yaptı. Netanyahu başbakan, Gantz meclis başkanı oldu. Hükümet, bütçesi mecliste reddedilene kadar ülkeyi yönetti. İsrail bir sene sonra yine seçime gitti ve Mart 2021 seçimlerini Netanyahu karşıtı koalisyon kazandı.
Birbirinden farklı 8 parti; Yahudi yerleşimcileri savunan sağcılar, solcular, merkez sağ ve merkez solcular, İslamcı Araplar, seküler milliyetçiler ortak bir koalisyon kurmayı başardı.
2021 seçimlerinden sonra kurulan 8’li masa.
Fakat 8’li koalisyon içerisinde Yahudi yerleşimcileri savunan sağcı parti Yamina’daki bazı milletvekillerinin istifası üzerine koalisyon kısa bir süre içerisinde dağıldı. Ülkedeki radikal sağcılar Yamina’daki milliyetçi ve dindar vekillerin evlerinin önünde protesto gösterisi düzenledi, Arap ve solcularla iş birliği yapmalarına tepki gösterdi. Başbakanlık, koltuğu az milletvekili sayısına rağmen Yamina liderli Bennett’teydi ama geniş koalisyonun politikaları radikal sağcıları memnun etmemişti. Seçim öncesi detaylı program oluşturmayan, koalisyonu halka anlatma imkânına sahip olmayan 8’li masa böylece dağıldı ve ülke son dört yıldaki beşinci seçimine gitti.
Kasım 2022’de düzenlenen beşinci genel seçimlerde ise Netanyahu radikal sağcı Yahudi yerleşimcilere seçim ittifakı çağrısında bulundu. Böylece Ben-Gvir’in liderliğindeki Yahudi Gücü gibi radikal sağcı partiler Dindar Siyonistler İttifakı altında seçime girdi ve ülke tarihinde radikal sağcı bir partinin aldığı en yüksek oya ulaştılar. Seçim sonuçlarına göre, bu radikal sağ ittifak yüzde 10 oy aldı ve 120 kişilik Knesset’te 14 milletvekilliği kazandı.
Sekizli masayı oluşturan Araplar, Yahudiler, milliyetçiler, dindarlar, solcular, liberaller İsrail’i herkes için ortak bir vatan haline getirmeyi başaramamış, detaylı politikalarla ülkeyi yeniden şekillendirememiş, yeni bir devlet-vatandaş ilişkisi, yeni bir hikâye ortaya koyamamıştı. Hikâyeyi Netanyahu ve radikal sağcı ortakları tamamlayacaktı.
Masa dağıldı, iş başa düştü
İsrailler, geçen haftadan beri sokakta. Netanyahu’yu destekleyen hukuk profesörleri dahi yargı reform önerisini eleştiriyor, hukuk hocaları üniversitede gösteri yapan öğrencilerden gösterilere devam etmelerini istiyor, farklı görüşlerden insanlar yan yana yürüyor.
Sekizli koalisyon dağılmadan önce masada bulunan dünün başbakanı, bugünün taze muhalif liderleri ise ancak polise mektup yazıp “göstericilere müdahale etmeyin” diyebiliyor, ellerine aldıkları megafonlarla insanları sokağa çağırabiliyor. Bir araya gelip farklılıklarını aşamamalarının, ülkeyi yönetmek için zihnen ve manen hazır olamamalarının bedelini İsrail demokrasisi ödüyor.
Ülkeyi yönetebilmek de seçimleri kazanmak kadar önemli. Yoksa yarım kalan hikâyenizi “artık yenildi, bir daha seçilemez” dedikleriniz tamamlıyor. İsrail örneğinde Netanyahu’yu emekliliğe yollamayı planlayanların evdeki Yüksek Mahkeme’den olması gibi, işler çok hızlı bir şekilde tersine dönebiliyor.