Sanat otoritenin burnunun büyüdüğü, alanını pervasızca genişlettiği her devirden nasibini alıyor. Sözeli, görseli de, gösteri sanatları da… Mutlaka oraya da uzuyor zira. Tablodan heykele, fotoğraftan karikatüre, sahneden konsere örnekleri hep güncel.
Edebiyat “adam”akıllı yol geçen hanı zaten. Düzenine kafiye olan manzûmelerin hâmîsi olan, uymayana, “farklı”ya burun kıvıran her kisveden hamâsî “muhafazacı”lar bir yana… Edebiyatı kökündeki “edep”le sınırlayan muhafızlar da sesini yükseltiyor.
Yazarı, şairi kendi edebine, “iyi ahlâk”a, törelere, manifestolara, istenen “ölçü”lere, “nizam”a uydurma, “terbiye” etme, haddini bildirme hevesi, o mutat deyişle bile fikriyatını dışa vuruyor; “Edebiyat yapma”… “Felsefe, caz yapma!” da ekleniyor öte-berisine.
Yeraltı edebiyatı kat kat
Fikir zikir “kabaca” böyle olunca edebiyat doğuştan netameli de, böyle bir nizama muhalif sanat da gelişiyor, hatta “Yeraltı edebiyatı” ortaya çıkıyor. Onlar da “günah”ı, kabahatiyle kat kat.
Belki Halk, Âşık Edebiyatı’nın teşbihten tarize “söz sanatları”yla, hicviyle sınır, otorite, tabu, “ayıp” tanımayan ozanlarıyla estiren, “Nedîm Dîvânı”ndan kalkıp “Orhan Veli’nin “Garip” şiirlerine “sere serpe uzanıp yatıveren” ahbaplarıyla kat be kat sıralanıyor bugünlere.
Kıyamete “eş” cinsellik!
Cinsellik her devirde ayrı kat. “Edep”e aykırı, açık seçik-saçık cinsellikten “hüküm” giyenleri bekleyen o katta yârin “koynundaki memeler turunç olmuş kokuyor”, yataklar “gel soyun” diyor da zaten… “Öte” yandan sevgili, mahbup ile mahbube “mey” ile birbirine karışıyor bazen. Divan Edebiyatı’nda (da) sevgilinin cinsiyetini, hüviyetindeki rengi belirlemek “fena halde” zorlaşıyor.
Sonrası kıyamete “eş” cinsellik! “Çalgıcı Veli’nin oğlu” Orhan’ın Yüksekkaldırım’da güpegündüz Eleni’yi öpüvermesi, Mualla’yı sandala atıvermesi bir yana… Tam “Haco Hanım”a “vay” derlerken, “düğmeleri sırmalı lacivert ceketli”, gökkuşağı fularlı “Fena Halde Leman” soyadından mülhem “Korkut”uyor herkesi. “Ölçüler”e aykırı temsilcilerine itirazlar, naralar edebiyat çevrelerinden bile yükseliyor: “Olmaz ki böyle de yazılmaz ki”.
“Gözleri sığmıyor yüzüne”
Bir dudağı yeraltında, bir dudağı gökte işte… Aklıma ilk gelenlerden birisi altı yıl önce 3 Temmuz’da hayata veda eden küçük İskender. Bir söyleşide (²) “Yeraltı şairi tanımı iltifattır; oysa ben altkültüre meraklı bir araştırmacıyım” dese de hemen dile getirilen afili örneklerinden. Öyle olunca “infaz”ın her türüyle de karşılaşıyor. Hem şair, hem de “aykırı” herkesten.
1988’de yayınlanan ilk şiir kitabına, “Gözlerim Sığmıyor Yüzüme”ye aldığı ilk şiirinin başlığı “Her şairin infazı kalem tutmasıyla yazılır!”: “(…) Lise defterlerimi dilerim idam etmezsiniz /üniversite kimlik kartımı, dostlarımı, pasomu”. Sonra şiirleri, metinleri defterler dolusu…
O “Evren”den bu evrene…
“Yeraltı”ndan şiirleri neredeyse 40 yıl önce. O günlerde de burnunu her yere sokan Kenan Evren hâlâ cumhurbaşkanı. Bülent Ersoy’a keyifle koyduğu sahne yasağı anca o yıl, yani sekiz yıl sonra kalkmış.
küçük İskender ikisini de 2007’de yayınlanan “Lucifer’in Bisikleti”ne bindiriyor. O Evren’se yedi yıl sonra “uzaktan” yargılanacak. Açılan davaya müdahil olmak isteyenler arasında Siyah Pembe Üçgen İzmir LGBT Derneği de var.
Bu satırları yazarken kesintisiz süren gözaltı-tutuklama furyasında İrfan Değirmenci’nin, birkaç gün önce tahliye edilen Basel’in de aralarında olduğu 42 göstericinin gözaltına alındığını okuyorum haberlerden. TİP’in “Haziran Buluşması”nın da yine yeri-zamanı değil. “Onur Haftası” zira. “Onur Yürüyüşü” nedeniyle de başta İstanbullular için yine “olağanüstü gün”. Sert önlemler olağan!
“Edepiyat” nizamına aykırı
küçük İskender’in de sadece şiiri, metinleri değil “edepiyât” nizamında “kimliği”, varlığı, hayatı da aykırı. Kelimeleri yasak, kelime “oyun”ları Tabu, metaforu zülfiyâra dokunuyor… Hem de kendi deyimiyle “imge çapkını”. Hayalleri de fena halde sakıncalı…
Kırk yıl önce Nietzsche’ye ithaf “Ecce Homo’seksüel..” şiiri mesela. Epigrafı bile “tüyler ürpertici”: “Siz ey bugünün yalnızları, ey çekilenler, /siz ilerde bir ulus olacaksınız: sizden, /kendini seçmiş kişilerden bir ulus doğacak”.
Doğumgünü de ezeli sızı
küçük İskender 1964’de, “Edip Cansever’in öldüğü gün”, 28 Mayıs”da doğuyor. 22. yaş gününe “o gün” damgası vurunca sızısı hep bâki. Kendi sözleriyle hikâyesi de “İskenderce”:
“Gençliğimde Edip Cansever’in kitabını duvara çarptım, ‘böyle şiir mi olur’ diye. Babam komünist olduğu için Cansever’i, Nazım Hikmet’i, Orhan Kemal’i okutuyordu. Benzememi değil, onlar gibi olmamı istiyordu; ikisi farklı şeyler. Bu yüzden İkinci Yeni şiirine de soğuktum.
17 yaşındayım, arkadaşlarımla Bodrum’a tatile gidiyoruz. Otobüs bir tren yolunun önünde beklerken gözümü açtım, bir köpek gördüm. Köpek uzaklara bakıyor. Onun baktığı yerlere bakmaya çalıştım, hiçbir şey yok, sadece dağlar.
O zaman Cansever dizeleri aklıma geldi; ‘kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam’. Bodrum’a iner inmez bir Edip Cansever kitabı aldım. Ben onu anlayacak kapasitede değilmişim, kabahat bende, ben salağım çünkü. Şairleri anlamıyorsak bizimle ilgili bir sorundur o.
Tam tanışacaklar ama…
Yetmedi Edip Cansever’in yaptığı. İstanbul’a dönünce tanışmak istedim. Tanışmayı ayarladım da. Ama ben tanışamadan öldü, üstelik doğum günümde. Üstelik cenazesi benim o sıra yaşadığım Teşvikiye’den kalktı. Hayatımda bu kadar dayak yediğimi hatırlamıyorum.” (¹)
Cansever’in yeri hep ayrı: “Cansever büyük keşifti dünyamda: Aradığım her şeyi onda buldum. Bugün bile üzerimde afrodizyak etkisi sürmekte; ne zaman bir şiirini okusam yazma arzusu kaplar içimi. Aşk benzeri bir saplantı. Zaten bir şiir sizi heyecanlandırabiliyorsa şairini ayrı yere koyarsınız. O sizin mücadele arkadaşınızdır. İkizinizdir. Sırdaşınızdır. Suç ortağınızdır.” (²)
“Ben küçük kalacağım”
Doğum adı Derman İskender Över ama o kendine isim olarak “Büyük İskender’in 5 yaşında öldürülen, hiç büyümeyen oğlu”ndan ve “herkesin kendine büyük büyük isimler yakıştırması”ndan hareketle “küçük İskender”i seçiyor:
“Ben küçük kalacağım… (…) Beni bıraksalardı da hiç büyümeseydim ve bütün gün oyun oynasaydım. Çünkü yaşadığım zamanda ve gezegende bu hayatı hiç sevmiyorum. Yani çocuk kalmak benim için en güzeldi. O yüzden küçük İskender ismini iyi ki koymuşum. En azından ismim yaşlanmayacak diye düşünüyorum cismim yaşlansa bile.”
Örnek çocuk olmayı reddetmek
Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi… Lâkin son sınıfta okulu bırakıyor. Ardından İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü; üç yıl sonra o da terk.
Üniversiteleri bırakmasının nedenleri de kendi sözleriyle “derdim, niyetim hiç para kazanmak, yuva kurmak, sistemin içine girmek, orada tutunmak olmadı”. Esasında Patti Smith’in “Çoluk Çocuk” kitabındaki başkaldırının özeti gibi: “Ben kimsenin ‘örnek çocuğu’ olmayı kabullenmiyorum, reddediyorum.”
“Sadece kendim olmak istiyordum, Peter Pan klanından geliyordum. Biz asla büyümezdik” diyen Smith gibi belki. Beat kuşağı… Masal kahramanı Peter Pan da “Varolmayan Ülke”de kuşlarla perilerin arasında kalabilmek için büyümek istemeyen, kuşlar gibi uçabilen bir çocuk.
“Periler Ölürken Özür Diler”
Perilerin hikâyesi ise hüzünlü: “Yeni doğan bir bebek ilk kez güldüğünde, gülüşü kırılıp bin parçaya bölünmüş ve hepsi zıplaya zıplaya etrafa dağılıp gitmiş. Periler böyle doğmuş işte…
Şimdiki çocuklar çok şey biliyor ve çok geçmeden perilere inanmaz oluyorlar. Ne zaman bir çocuk ‘perilere inanmam’ dese, bir yerlerde bir peri düşüp ölüverir.” Şair küçük İskender de “Periler Ölürken Özür Diler” kitabında mevzua katılıyor:
“Perilerin öldükleri, öldürüldükleri ülkelerde farklı olduklarını düşünen birileri varsa, onlar cesetleri yerde değil, gökte arar. Güzel ölen, samimi ölen göğe gömülür çünkü. Ölürken özür dilemek aklınızdan hiç geçmemişse, peri sayılmazsınız…”
“Sanat da hastalığı hissetme biçimi”
Üniversitelerde geçen senelerini de “kaybolan yıllar” olarak nitelendirmiyor: “Tam tersi, ben patalojiyi öğrendim, psikiyatriyi öğrendim, dâhiliyeyi öğrendim, insanı öğrendim, var olmak nedir, ölüm nedir, şiire ne kadar büyük bir malzemeymiş… Bence bütün şairler, Edebiyat Fakültesi’ne gitmekten öte Tıp Fakültesi’ne gitmeliler.
Bedeni doktorlar gibi görmek çok daha ağır. Hastalanmadıkça ne kadar farkına varıyoruz ki bedenimizin? Hastalandığınız zaman hissediyorsunuz. Edebiyat ve sanat da hastalığı hissetme biçimi değil mi aslında? İçinizde bir sıkıntı olması, farkında olmanız. Kendinizi yalaya yalaya tedavi etmeniz.” Sosyoloji’de de “Prens Sabahattinleri öğrenmiş”.
“Sözcükler (de) bağımsızlığını kanıtlamalı”
Kendi deyimiyle “Varolmayanla değil varolmasına izin verilmeyenle yüzleşiyor” hep. Ve soruyor; “niçin sanki bazı insanlar yalnızca herkese ayak uydurmak için vardır?” Belki kanatları durma koparıldığı, içindeki periler öldüğü/öldürüldüğü içindir.
Asi, uçarı; “yasaklanan alevi kanat çırpışlarını /ve gerekirse bana uçmayı öğretin /ya da uçan kuşlar gibi onurlu ölmeyi” diyor da… “Cinden yapılma kolyeler takan çocuğu /almayacak gece annesi mis eve /o: bir kuşa tüy verdiği için suçlu /bulutlar: kuşların konuşma balonu”. Şiirlerinde “kuş dili” dâhil her dili kullanıyor, “aynaların lisanıyla konuşanlar”ın, “kendinden başka dil bilmeyenler”in dünyasında sunturlu argoyu da… O dilden “kopuk” gidiyor, kanatlanıyor sık sık. Dalları seven, dalında kuruyan kelimeler değil hevesi: “Sözcük, taşıdıklarından kurtulup bağımsızlığını kanıtladıkça (kanatlandıkça) özgürlüğüne kavuşur şiir.”
Mücadelenin “taşıyıcı kolonlarından”
Sert bir dil de… “Hayatın, hayatımızın iktidarları küstah ve acımasız; şairlerin, muhlis yaklaşımı çoktan terk etmiş olması gerekirdi. İki seçenek var: Ya tabiata kaçacaksınız ya da kentleşmiş yerküre ile dövüşeceksiniz. Bireyi kendine yeten bir canlı olarak adlandırıp bu sürüye toplum diyen zihniyetin karşısında sert şiir bile tek başına çözüm değil. Şiir slogan giysisinden soyunup eylem giysisini giymeli.”
2003’de Berlin’deki “İlk Türkiyeli Eşcinsel Kongresi”nde deklaresiyle kürsüde. Toplantılarda, dergilerde, yayınlarda hep mücadelenin içinde. Ölümünün hemen ardından yayınlanan bir ithaftaki benzetmeyle “Express’te 1995-96 yıllarında önce Gay & Lezbiyen, sonra GL adıyla süren düzenli sayfanın taşıyıcı kolonlarından”…
“Coming out of closet”
Socrates dergisinde 10 yıl önce yayınlanan yazısı içindeki-dışındaki mücadelenin küçük bir özeti: “Dayatılandan farklı cinsel yönelimi olan kişinin -‘içinde’ dönenleri bir kenara bırakırsak- en büyük sıkıntısı; ailesi, dostları, iş arkadaşları, yaşadığı muhit, okul arkadaşları veya yoğunluğunu hissettiren dini kurumlarca dışlanması, şiddete uğrama olasılığıdır.
Kıta Avrupası bu baskıyı kısmen aşmış görünse de ‘dışlanmayı göze alarak dışarı çıkmak’ – İngilizce söylersek ‘coming out of closet’ (dolaptan/ saklandığı yerden dışarı çıkmak) yani kısaca ‘coming out’ heteroseksüeller (düzcinseller; kendi sözleriyle “düzgün”ün kısaltması) için de bir donma, bir duraklama nedenidir: Çünkü top auta çıkmıştır ve oyun durur.”
“Sahip olduğu iyiliklerin katilleri”
Yaman mesele… Çok içki, çok sigara, ardından Haziran 2018’de “saptanan tümörler, metastazlar, o, bu” diye ifade ettiği kanser… Eskilerden bir şiiri kehânet gibi: “Beni bir tümör emzirmiş şimdi öğrendim /Hasar çok Hasan /(…) Beni konuşturup da boşuna arızanın yerini arama /Hasar çok Hasan”. Beykoz Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde yoğun bakımdayken 3 Temmuz 2019 gecesi ayrılıyor hayattan. 55 yaşında… İncecik bir siluet.
Doğrusu başucu şairlerimden değildi, bazı dizeleriyle uğradı zaman zaman. Ama “emsali”ydi hayata, şiire, direnişe dair birçok mücadelenin. Öyle de uğradı, sitemiyle de değdi gönlüme: “kötü olduğumu söyleyenlerin hepsi, sahip olduğum iyiliklerin katiliydi…” Tanısam Edip Cansever sevgisiyle “suç ortağı” olurduk belki.
Mezarlıktan geçerken müziği açmak
Son yerine, küçük İskender’den mülhem “kederli kelimeler sakardır muhtemelen” diyerek, mezartaşına da nakşolan şiirini bırakayım… “Mezarlık önünden geçerken müziğin sesini kısmak yerine, -ölüler de eğlenebilsin diye- daha da açan” şaire bestesi hicrana kalmış hüzzam bir şarkı niyetine:
“Ben ölürsem, karakutumu bulamayacaklar /ne bir aşk zerafeti /ne bir hayal tabiri.. /küçücük ömrüm /hep rüzgar gülleri kokacak /(…) ben ölürsem karakutumu bulamayacaklar /ne bir buz yorgunluğu /ne bir sinema perdesi yırtık.. küçücük kabrim /bir çocuk kalbi gibi haylaz olacak!”
(¹) “küçük İskender’le Sözünü Sakınmadan: Halk ‘marjinal’ olmuş, ben sıradanım!”, sabitfikir, 9 Eylül 2011. (Sabit Fikir ve İstanbul Modern işbirliğiyle düzenlenen “Sözünü Sakınmadan” sohbetlerinin dördüncüsü, Semih Gümüş ve Ömer Türkeş’in küçük İskender’le söyleşisi)
(²) küçük İskender: “Şair kitap yazmaz, şiir yazar. Kitap yazanlar nesir düşkünleridir.”, Semih Gümüş, Oggito, 3 Temmuz 2019.