Muhalefet kazanabileceği –hatta kaybetmesinin zor olduğu- bir seçimi kaybetti. Ancak muhalefet liderlerinden hiçbiri, halkın önüne çıkıp mağlubiyetin sebepleri hakkında bütünlüklü bir değerlendirme yapmadı. Sanki Mayıs-2023 hiç yaşanmamıştı; kimse istifa etmedi, herkes yerinde kaldı ve hatta seçmenlerden dolu dolu, samimi bir özür bile esirgendi.
Elbette, muhalefetin ortak adayı olması hasebiyle, bunu ilk yapması gereken Kemal Kılıçdaroğlu idi. Sorumluluğun büyüğü ondaydı. Ancak bundan imtina etti ve kamuoyu önünde açık bir seçim muhasebesi yapmadı. Oral Çalışlar, kısa bir süre önce Kılıçdaroğlu ile görüştü ve ona bu minvalde “Kamuoyu önünde bir özeleştiri yapsanız daha iyi olmaz mıydı?” şeklinde bir soru yöneltti. Cevap, tuhaftı:
“Seçimden birkaç gün sonra kamuoyu önüne ekibimle birlikte çıkıp hesap vermeyi, bir özeleştiri yapmayı gerçekleştirebilirdik. Aslında parti kademelerinde bunu yaptık. Ama açıktan herkesi bilgilendirici bir değerlendirme yapmamış olmamız bir eksiklik.”
Yani hesap vermemiz gerekirdi, verseydik iyi olurdu ama vermedik. Kusura bakmayın, olur böyle şeyler!
“Biz buraya nerden düştük?”
Millet İttifakı’nın ikinci büyük partisi İYİP’in Genel Başkanı Meral Akşener de, seçmenlere açıklama yapma borcu olanlar arasında –Kılıçdaroğlu ile birlikte- ön sırada bulunuyordu. Ancak Akşener de uzun bir süre suskun kaldı ve parti adına görüşler onun kurmayları tarafından dile getirildi. Ama Akşener 26 Ağustos’ta ağzını bir açtı açtı. Artık Akşener’i durdurabilene aşk olsun!
Akşener’in konuşmalarının dikkat çekici iki özelliği var:
Birincisi, Akşener, iktidarı eleştiriyor ama muhalefet kanadına yönelttiği oklar hem daha fazla hem de daha sert. Evet, iktidarın ne dününü ne de bugününü matah buluyor ve elindeki iğneyi iktidara batırmaktan kaçınmıyor. Fakat asıl mesaisini muhalefete harcıyor ve deyim yerindeyse –kendisinin de bir parçası olduğu- muhalefeti yerle yeksan ediyor.
Onu dinleyen muhalefet seçmenlerinin hayretten hayrete düşmemeleri elde değil. Çünkü seçim döneminde seçmenin hayali başkaydı: Onlar, destek verdikleri liderlerinin iktidarı yenmek için güç birliği yaptıklarını, birlikte hareket ettiklerini, her şeyi ince eleyip sık dokuduklarını ve beraber karar aldıklarını düşünüyorlardı.
Ancak Akşener’in sözlerinden anlaşılıyor ki, gerçek hiç de düşündükleri gibi değilmiş. O liderler birbirlerinin ayağını kaydırmak için çabalıyormuş, birinin aldığı karadan diğerlerinin haberi yokmuş ve incelikli bir şekilde yürütülmesi gereken ittifak işleri karga tulumba, kör topal ilerliyormuş. Her gün böylesi yeni bir ifşaatla karşılaşan muhalif seçmenin herhalde azımsanmayacak bir kısmı “Biz buraya nerden düştük? Bu tufaya nasıl geldik?” diye düşünüyordur.
Akşener’in beyanlarıyla muhalefetin itibarı giderek daha çok aşınıyor ve bu da hem geçmişe hem de geleceğe taalluk ediyor. Geçmişe dönük pişmanlık duyan seçmenlerin sayısı artıyor, muhalefet cenahında “İyi ki seçimi kazanmadık” diyen seslerin yükselmesi, bunun en iyi güzel göstergesi. Keza, geleceğe dair ümitsizlik de koyulaşıyor. Muhalefetin ne kadar iş bilmez olduğu, bizzat muhalefetin kendisi tarafından ilan edildikçe, kamuoyunda bu ‘beceriksiz’ muhalefetin iktidara karşı bir şansının olmadığı düşüncesi de pekişiyor.
“Ateşten gömleği giydirmedim”
İkincisi, Akşener seçim sonuçlarından ötürü halktan, diğer liderlere –bilhassa da Kılıçdaroğlu’na- nazaran, daha açık bir özür diledi. Kılıçdaroğlu seçimin kaybedilmesinin faturasını muhalefeti anlamayan halka çıkarırken, Akşener tercihinden ötürü millete bir laf edilemeyeceğini, arızanın milletin oyunu alamayan siyasetçide olduğunun altını çizdi.
Lakin Akşener’in özründe de kekremsi bir tat var. Zira o kendi hatalardan dolayı özür dilemektense, özrünü hep başkalarının yaptığı yanlışları engelleyememekle sınırlı tutuyor. Ona göre, mealen, Kılıçdaroğlu kendi ihtiraslarının peşine düşmüş, kendi geleceğini ülkenin geleceğinin önüne koymuştu. İttifakın diğer liderleri, Akşener’i dışlamıştı. Muhalefet medyası, kendisini cadı kazanında kaynatmıştı.
En büyük darbeyi de İmamoğlu ve Yavaş’tan yemişti. İki belediye başkanının seçimi kazanacağını görmüş ve –kendi partisinden olmasa da sırf seçimi kazanmak adına- onları aday göstermişti. Ama başkanlar yeteri kadar cesur çıkmamışlardı. Akşener, kendisini siper etmesine rağmen, başkanlara “ateşten gömleği giydirmemişti.”
Seçim sürecinin her evresinde Akşener yanlış olanı görmüş, doğru olanı işaret etmiş, ne var ki yoğun çabası doğru olanın yapılmasına yetmemişti. Millet İttifakının başarılı olması için kendisi fedakârlık yapmış ve yürekli davranmıştı. Ama ortakları ne fedakârdı ne de yürekli. İşte Akşener, onlar adına da özür diliyordu.
Hülasa karşımızda şöyle bir anlatı var: Akşener daima doğruları savunmuş ve hep doğru yerde durmuştu. Ancak, çok gayret sarf etmesine karşın, birlikte iş tutuklarını bu doğrulara ikna edememiş ve onların yüzünü doğru tarafa döndürememişti. Halkın bunu böyle bilmesi gerekiyordu; Akşener’in varsa bir kusuru, o da buydu.
E bu kadar kusur, kadı kızında da olurdu!
“Kumar masası”
Ancak bu anlatıda derin bir açık var. Akşener her şeyi ortaya döküyor ama iki suali ısrarla es geçiyor.
İlk sual, ülkedeki hemen herkes Kılıçdaroğlu’nun aday olma niyetinden haberdarken, Akşener’in bunu neden masaya getirmediğine ilişkindir. Gerçekten, Millet İttifakı bir yıl boyunca çok sayıda toplantı gerçekleştirdi. Fakat bu toplantılarda liderler, belki de ilk olarak karara bağlanması gereken ve konuşulması en lazım gelen adaylık meselesine dokunmadılar. Acaba Akşener açısından bu siyasi garabetin bir izahı var mıdır?
Kılıçdaroğlu’nun adaylığını “bir dayatma” olarak niteliyor Akşener. Madem bir dayatma, peki, bu dayatmaya zemin hazırlayan Akşener değil midir? İktidarın adayı üç yıl öncesinden belliyken, muhalefetin adayını son dakikaya bırakmasında ne gibi bir hikmet aranıyordu? Adayın yumurta kapıya dayanmadan belirlenmesi gerekmez miydi? En kritik konunun takvim sıkışmadan bir açıklığa kavuşturulmasını engelleyen neydi? Akşener’in elini kolunu bağlayan, ağzını kapatan mı vardı?
İkinci sual ise, Akşener’in 3 Şubat’ta kalktığı masaya 6 Şubat’ta geri dönmesiyle alakalıdır. Akşener masadan neden kalktı, sonra tekrar neden oturdu? “Kumar masası” diye andığı ve hışımla terk ettiği bir masaya, hiçbir şey olmamış gibi tekrar gelmesini sağlayan neydi? Üç gün içinde bu kadar keskin bir dönüş yapmak normal midir? Akşener, bu gel-gitlerinin muhalefete maliyetini düşünmüş müdür?
Her iki soru da öyle “kadı kızının kusuru” denip geçiştirilecek sorular değil, mühim sorular. O nedenle, sürekli başkalarını masaya yatırmaktansa Akşener’in öncelikle bu iki soruya eğilmesi ve cevap vermesi gerekir. Yoksa bugün tuttuğu yol kimseyi tatmin etmez.