Yazı dizimde dolaşan ve geçen pazar Antik tarihteki minderinde oturan kediler itibarlı, hatta kutsal canlılar. Çok tanrılı (tanrıçalı) dinlerde, en çarpıcı haliyle Mısır’da, Çin’de, Uzak Doğu’da, bazı İskandinav mitolojilerinde Kedi Tanrıçaların dokunulmazlığı, ilahi güçleri var.
Normal… Onca tanrı-tanrıça arasında şahsına münhasır kedinin kendisine atfedilen gizemli saygıyı, kutsal değeri, tanrılaştırılan “insan”dan daha çok hak ettiğini düşünmek mümkün. Zira insan suretindeki tanrılar olağanüstü gücünü, ihtişamını, gerektiğinde dehşetini doğadan, hayvanlardan, onların -tapınılacak- özelliklerinden araklıyor, şahsına mal ediyor.
Tek tanrılı dinlerle birlikte bu mirasın, “kedi duruşu”nun göze batmaması zor. Öncelikle putperestlerin taptığı hayvanlar arasında. Huyu suyuyla, bağımsızlığıyla, otorite tanımazlığıyla her melanete uygun kavramların da timsali.
Papa’nın kedi manifestosu
Monoteist inanca ise Antik dönemdeki gibi “kedi kafalı” tanrıçalar değil, tanrının elçisi, işbirlikçi, naif, zararsız, kelebek yahut minik kuş kanatlarıyla iyilik melekleri, efsanelerine şirin pericikler uygun elbette. Kedi ise o eski, şeytanî inançların sembollerinden.
Orta Çağ’la birlikte kedi alerjisi, düşmanlığı, kedinin dâhil edildiği kötülükler, uğursuzluklar tarihte müstesna bir bölüm oluşturuyor. 13. yüzyılda Papa IX. Gregory’nin kedi, hatta başdüşman olarak “kara kedi” nefreti, kaynaklardaki popülerliğini hâlâ koruyor mesela.
Göz atarken metnine rastlamadığım ama varlığından hep söz edilen “Papalık Mektubu” aynı zamanda ölümcül kedi manifestosu. Bazı kaynaklarda Papa’nın doğrudan kedilerin yok edilmesini buyuran bir “fetva”sının bulunamadığı, ancak o mektupta Luciferian (Şeytanî) bir tarikatın -kedili- ayinleri nedeniyle kedileri hedef aldığı savunuluyor. Şifahen öldürmeyin de etkisiz hâle getirin mi diyor, bilemiyorum.
Çan kulesinden fırlatılan kediler
Papa öyle ya da böyle kediler ile şeytan arasında bağlantı kurunca, “Kedi şeytandır, katli vaciptir” demeye getirince, kedi katliamı başlıyor. Cambridge’de kedilerin “gizemli” bir şekilde katledilmesi tarihte yerini alırken, aynı yüzyılda Belçika’nın Ypres şehrindeki kedi katliamı dinsel bir ritüel.
Korkunç katliamda kötü ruhlarla, büyücülerle, cadılarla bağlantısı Papa Mektubu’yla da “kesin” olan kediler, çan kulelerinden fırlatılarak öldürülüyor. Cadıları da yakıyorlar. Bugün o katliam, Belçika’da Kedi Festivali (Kattenstoet) adıyla tarihi, turistik bir festival. Temsili festivale kedi, cadı kostümleriyle katılanlar çan kulesinden atılan pelüş kedileri tutmak, kurtarmak için bekliyor.
Ben fazla şahit olmadım ama kötülülük insanın ayağına dolanıyormuş ya… Papa’nın talimatıyla tetiklenen kedi katliamının farelerde nüfus patlaması yarattığı, korkusuz, pervasız farelerin Avrupa’yı sarsan veba salgınına yol açtığı rivayeti yayılıyor bu kez. Lâkin veba IX. Gregory’den 100 yıl sonra yaşanan bir felaket.
Cadı-kadın-kedi şeytan üçgeni
Olsun, miras kalan efsanevi düşmanlıkların kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığını, hatta katlandığını, çokça aklandığını biz de iyi biliyoruz. Hâlâ birçok “temel kaynak”ta yer alan bu rivayet, kara kedi-kara veba-kara ölüm, o dönemde kullanışlı bir şeytan üçgeni. Şeytanın patisinin intikamı!
Ötesi Papa bir başka şeytan üçgeninin cadılığın, cadı avlarının da çalakalem tasarımcısı; şeytan-kadın-kedi. O şeytanî üçgen de cadılığın ilmeğini kadınların boynuna neredeyse tarih boyunca geçiriyor. Cadı kadın, kadının cadılığı, erkekte muadili olmayan “belirtili isim tamlaması” zaten. Kullanışlı…
Zaman çizelgesi yine oturmasa da Papa’nın kedileri, cadıları, dolayısıyla öyle ya da böyle “uygunsuz” kadınları şeytanî listeye ekleyen o mektubunun 200 yıl sonra başlayan cadı avı katliamlarına zemin hazırladığı iddiası bâki. Zaten “Luciferian (şeytanî)” kedi de, Papa da öyle meselelerde (de) kullanışlı. Onun döneminde bir musibet var anlaşılan, Papalık Engizisyonu’nu kuran da oymuş.
Süpürgedeki, kazandaki cadılık
Cadı deyince kestirmeden kadınlara ve o bereketli patikadan “kedi-kadın” meselesine geliyoruz. En gösterişli, dehşetengiz haliyle cadılık, kedili bir müessese, başrolde kedi(li) kadının olduğu bir tiyatro eseri. Gişesini sadece üç asır süren cadı avlarıyla değil, onu bugün bile güncelleyen şehir efsaneleriyle, masallarla, rivayetlerle, kulak çınlatan teşbihleriyle de yapıyor.
Cadı çizimlerinin, mefhumunun demirbaşları arasında kedi (çoğunlukla kara kedi), karanlığın hükümdarı yarasalar var. Standart alâmet-i fârikası ise “ev hanımları”nın masum, onlarla bütünleşen gereçleri… Amma velâkin tarihine uygun, muteber bir gözle bakıldığında hiçbir kadın masum değil.
Nitekim cadı kadınların çok farklı, karanlık niyetlerle kullandıkları çalı süpürgesi, uçan süpürge… Ev ahalisine yahni yaptıkları dev tencere de aslında iksir kaynattıkları büyü kazanı. Sıkı, başarılı kurgu, vaka örgüsü sağlam. Şeytan, cadı evinizde, mutfağınızda, hatta vamp kedi kadın suretiyle yatağınızda olabilir!
Kedi neden dokuz canlı?
O minvaldeki “tarih”le haşlananO nohut kadar aklımızı almak için cadılar öyle hafifmeşrep kisvelere, edebiyatta, sinemada mirasını oradan alan fettan “Kedi Kadın” tiplemelerine bürünmediyse… Mendeburluğunun, çirkinliğinin altını çizmek, özünü, aslını hatırlatmak, belki kadınların onlara özenmesini de engellemek için vesikalığında koca bir cadı burnu, sivilceleri, taraz taraz saçları, eğri büğrü sırıtan dişleri filan var. Şiddetin, vahşetin, nefretin toplu, kadınlı-kedili tarihinin popüler silueti. Kadınların cadıya, cadıların kediye, kedilerin cadıya, kadına dönüşebildiği, konvertibil, ataerkil tarih.
Öyle ki “Kediler dokuz canlıdır” efsanelerinde, hâlâ kabul gören o rivayette bile bu şeytani birlikteliğin, dönüşümün temeli, payı var. Cadılar sonsuz maharetleriyle kediye dönüşebiliyor. Ancak sadece dokuz kere kedi kisvesine bürünebiliyor.
Dokuzuncuda artık kedi olarak kalıyor, “cadı kadınlar” da hayatına artık “kedi kadınlar” olarak devam ediyor. İsabet ki erkeği (o müfredata uygun kadını da tabii) o konuda eğiten, uyaran literatür kuvvetli ve sürekli güncelleniyor. O sayede “kedi kadın”ı hemen tanıyor, onun büyüsüne kapılmazsak tedbirimizi baştan alıyor, onlarla mücadele taktiklerini, dilimizi geliştiriyoruz.
Postmodern cadı kadınlar
“Cadılık” sıklıkla Orta Çağ’a, o döneme iliştirilse de öyle değil. Yeni Çağ’a, 14. Yüzyıl’dan 17. Yüzyıl’ın ortalarına uzanan üç asırlık bir dönem. Cadı avlarında, mahkemelerinde geceleri sokaklarda dolaşan kediler ve onları, peşine takılan o “uğursuz sürü”leri besleyen, yönlendiren kedi(li) kadınlarla da delillendiriliyor mesele.
O dönem, o inanışlar geride kalsa, bizde Batı’daki “cadı kültürü”, tarihi -adıyla sanıyla- olmasa da… “Millet”in tepkisinden ürktüğü için sokak kedilerini gece besleyen kadın siluetlerini kendi dilindeki, söylemindeki anlamıyla bir tür cadı figürü olarak görenlerin artık kalmadığını iddia edemezsiniz.
Hayvansever, hayvan hakları peşindeki “tuhaf”, her mimiğiyle eylemci kadınların “cadı”, aykırı, asi, geçimsiz, küstah olduğu, “solcu kızların çirkin, çirkin kızların solcu olması” kadar muteber bir dünya görüşü. Öyle, o yolla “benzetmeler” eskimiş, miadını doldurmuş gibi görünse de, aslında yerine yenileri geldiği, güncellendiği için öyle sanılıyor. “Kedi kadınlar” onlar.
“Arabesk rap”in kalesi Virgin Radio’da Şanışer’in sözleri (“şiir”i), yorumuyla, sadakatsiz, “nankör” sevgiliye sitemkâr “Aşk Şarkısı” her gün defalarca çalıyor: “Haklı bir vejetaryen gururla sokaklarda kedi sevmiştin…” O ayrıksı prototip, bir cümleyle canlanıyor ulusal gözümüzde. İşte öyle bir şey.
Kedinin değil insanın kötülükleri
Kara kedilerin uğursuzluğuna, meşumluğuna olan inanç ise ne zaman başladığı bir yana, ne zaman biteceğiyle de belirsiz bir muamma. Kara kedinin önünden geçmesini önlemek için hızlanıp kaldırım değiştireni biliyorum.
Ne yapsın, ardında koca bir tarih, öğreti, “Ya gerçekten uğursuzsa…” tedbiri, işkili yatıyor. Kara kediyle karşılaşınca kulağını çekip, tahtaya filan vurmak da iş görüyor bence. Aynı tıklamayı müstakbel kayınvalidelerin dedikodu günlerinde mahalledeki olası gelin adayları arasındaki kedi kızlara karşı yaptığını kanıtlamam için de yaşım yeterli.
Kedi huyları da türlü türlü… Kelt mitolojisindeki kara kedi (Cat Sith) ölülerin ruhlarını çalan bir cadı, misal. Cenaze sırasında görülürse vay haline. O mitolojide de cadıların dokuz kez kediye dönüşme hakkı var. O dönemde cadıların yanısıra ölen/öldürülen kedileri yakmak da yaygın bir inanış, pratik bir tedbir. Bir salgın varsa çözümü yakmak.
Edgar Allan Poe da cadı eşlikçisi kara kedilere, “eski, yaygın inanışlarda kedilerin kılık değiştirmiş cadılar” olduğu rivayetlerine değiniyor. Ancak bütün bu kötülüklerin aslında kedinin değil “insanın kötülükleri”, onun kediye tevil ettiği kendi özellikleri olduğunu iki asır önce açık bir dille, hatta kendisini de işin içine katan çağrışımlarla ortaya koyuyor.
Poe ve düşüncedeki kötü tohum
Poe’nun öykülerinde yazarın sevecen, kedisever dokunuşlarıyla dolaşan kediler, “Kara Kedi” hikâyesinde değişiyor, dehşetin odağına, zalimliğin hedefine oturuyor. Alkolizmin de etkisiyle ruhunu yitiren, “yerine içkiyle beslenen fesat bir iblis” yerleşen adam hem güçlü bir sevgi, hem de saygı duyduğu kedisi Pluto’dan rahatsız olmaya başlıyor.
Kedisinin huysuzlaştığını, ne zaman adamı görse kaçtığını, artık adamdan hoşlanmadığını düşünmeye başlıyor. Poe adamın kendisinden kediye yönelen düşmanlığının, nefretinin (ve korkusunun) usulca ama kuvvetle çoğalan, tüm kedileri kapsayan seyrini ayrıntılarıyla, uzun uzun anlatıyor.
İnsanın düşüncesindeki kötü tohumun nasıl büyüdüğünü, nerelere ulaşabildiğini, gittiğini dehşetle okuyoruz. Evet, düşüncede, derinlerde, bir kuytuda kötü tohum var, hatta güncel siyasette hibrit tohumlardan bile söz etmek mümkün herhalde.
Masal kedileri de tuhaf
Bir iki bahaneyle kedisinin önce gözünü oyuyor, işkence ediyor, sonra onu bahçedeki ağaca asıyor. Adamın kendi içindeki kötülüklerin, işkillenme patolojisinin kurbanı oluyor kedisi.
Onun yerine bulduğu kediye de nefreti, endişesi büyüyor. Kedinin kendisini sevmesinden tiksiniyor, sinirleniyor, öfkeleniyor her yanaştığında.
Sonra sıra eşine geliyor, kedileri seven o kadına… Nefretin her şeyi etkisine alan, egemenlik alanına, kitlesel cinnete çağıran bir şey olduğunu Poe’nun hikâyeleriyle de hatırlıyoruz. Amma velâkin Poe hatırlamanın öğreticiliği ve tövbe konusunda da insana pek güvenmiyor.
Masallardaki kediler bile “kedi gazabı”ndan pek kurtulamıyor. Çizmeli Kedi “bir entrika dehası”, kurnaz, hilebaz, düzenbaz, yalancı, kandırıkçı, insanları kullanıyor. Uysal mı uysal “Kül Kedisi” prensese dönüşürse güzel, makbul.
“Kedi kadınlar güvenilmezdir”
Bütün bu külliyatı güncel, yol gösterici bir anafikirde toplamak, bir cümleyle toparlamak gerekirse… Kediler en fazla eğlenilecek canlılar; öyle “ev”lenebilecek, “sahip”lenilebilecek türden değil. Erkeklerin bayıla bayıla etiketlediği “kedi kadınlar” da öyle; göz alıcı, cazip, seksi, zeki, baştan çıkarıcı. Lâkin “ama”sı fena.
Batman’in yaratıcısı Bob Kane’in “Catwoman”ı “Tüm Zamanların En Büyük Kötüleri” listesine de yerleşen bir film kahramanı mesela. Kane yarattığı “Kedi Kadın” karakterinin temel gerekçelerini sıralarken -benzetmek gibi olmasın- kediden bile cüretkâr, “küstah”:
“Kadınların kedi yaratıklar olduğunu ve erkeklerin daha çok köpek gibi olduğunu hissettim. Köpekler sadık ve arkadaş canlısıyken, kediler soğukkanlı, mesafeli ve güvenilmezdir. Etrafımda köpekler varken kendimi çok daha rahat hissettim, kedileri anlamak kadınlar kadar zor. Kadınları her zaman kol mesafesinde tutmanız gerekir yoksa ruhunuzu ele geçirirler.”
“Mağara(daki) adam”ın playboyluğu
İnsan böyle temel kaynakları okuyunca “Bana bunlarla, böyle itiraflarla gelin” deyip keyifle şezlonguna yaslanıyor, aklına “bütün kötülüklerin anası” şeytanî iksirler, büyülü sigara dumanları düşüyor. Yarasa Adam’ın babası Kane’in belki aklına bile gelmeyen ironik mesele ise o kedi yaratıkların, yani sizi büyüleyen, ruhunuzu ele geçiren cadı kadınların kedi dışında yarasalarla da içli dışlı olması.
Yarasa azmanı Batman’in mağarasının teknolojik olmasının onu “mağara adam”dan ne kadar, ne anlamda uzaklaştırdığı da şüpheli. Doğrusu seri filmlerini tam izlemedim ama Batman Bruce Wayne karakterinin aynı zamanda sıkı bir playboy olduğunu yazıyor kaynaklar. Yaşadığı şatonun, uşaklı saltanatının, şahsına mahsus adaletinin tarihte hangi dönemi, “izm”i simgelediği de aşikâr.
“Catwoman”a çağdaş rötuşlar
Filmdeki, çizgi romandaki, siyah deri dekolteli “Kedi Kadın”lara yıllar geçtikçe, yaratıcı ilk zihniyet biraz demode olunca yapılan pozitif rötuşlar, ayarlar da şaibeli. Misal “yeni” Batman’lerde ahlakî kodları belirsiz, hatta hırsız “Kedi Kız” bazen sevimli; sokak çocuğuna, kediye has becerikliliği, o hayattan gelen enteresan, tuhaf bir cazibesi var.
Ama öyle uygunsuz özellikleri gündüz insan gece hırt Bruce Wayne’in onunla ilişkisi sayesinde ayarını, yolunu buluyor. Şato çocuğuyla sokak çocuğu arasındaki öğretici, törpüleyici, malum iletişim. Aşk da kediye insanî özellikler katıyor o örnekte, az biraz çekidüzen veriyor. Bağımsız kızın aşkını, bir nebze, insan içine çıkacak kadar ütülüyor.
Korku filminin kara figüranı
Sinemadaki, James Bond filmlerindeki fettan, ölümcül, yırtıcı kedi kadınlar bir yana… Sinemaya uyarlanan her türden “cadı kadınlar”ın eşliğinde bir kedi yoksa cast baştan yara alıyor. Gerilim, korku filmlerinin en kritik anlarında izleyiciyi hoplatan sürprizlerde hâla kediden medet umulması da filmatik bir gelenek.
Kahramanımız usulca bir kapıyı açarken, bir eve, odaya girerken ortaya, aniden, çığlık figan atlayan şeyin katil, cadı, şeytan, kötü ruh filan değil de sadece bir kedi olduğu anlaşılmasının seyirciyi ne kadar rahatladığı da şüpheli. Hele bir bakalım ne menem bir kedidir.
Kedi Kadın Batman filmlerinde, çizgi romanlarında “hırçın,hırslı ve hırsız” olması bir yana neredeyse tüm ahlakî sapmaları bünyesinde taşıyor. Kediler kadar olmasa da (!) “ahlâk”tan yoksun yahut en insaflı betimlemede bile “belirsiz ahlâkî kodlar”a sahip bir canlı türü. Ne yapacağı belli değil, asla güvenemezsin. Sadakat dersen hiç arama… Buralardan “Kedi, kedi kadın ve sadakat” meselesine geliyoruz ki, sadakat felsefesindeki “Kedi Okulu”na da gelecek pazar değinmeye çalışacağım.