Katharina’yı hatırlıyor musunuz? Hani 1970’lerde onuru çok fena çiğnenen genç bir Alman kadın vardı ya… Kitabı okuduğumda kendisiyle tanışıyormuşuz gibi hissediyordum. Roman kahramanı olarak fazlaca kanlı canlı ve gerçekti. Arkadaşlığımızın, birbirimizi anlama çabalarımızın etkileri hala üzerimdedir. Sık sık aklıma gelir. Acaba hangi boşluktan başını kaldırıp nasıl bir bağla bağlanıvermiştir o Baader-Meinhof’lu anarşiste? Nasıl iç güdülerle başına gelenleri hazmetmeye çalışmış, hangi aşamada içinde büyüyen şiddeti dışarı püskürtmüştür?
“Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru” (1974) Nobel ödüllü Alman yazar Heinrich Böll’ün en bilinen romanıdır. Gencecik sıradan birinin hayatının medya devlet işbirliğiyle nasıl karaltıldığını anlatır. Çokça çıkmaz sokaklarda dolaşmaya davet eder bizi. O soğukkanlı genç Alman kadınla tekinsiz bir hayatı kısa bir süreliğine de olsa paylaşırız. Kişisel hayatı deşildikçe, onuru çiğnendikçe bizim de içimiz düğümlenir.
“Kitap bir bakıma, Almanya’nın terörle yüz yüze geldiği, Baader-Meinhof’lu yılların ürünüdür. Tüm kişisel değerleri ayakları altına alınan, hem yakın çevresi hem de tüm toplum karşısında savunmasız bırakılan Katharina Blum’un tek suçu bir anarşistin sevgilisi olmaktır. Böll, satış uğruna yalan haber veren basına da, teröristleri izlerken anti-demokratik yollara başvuran polis ve yargı mekanizmasına da acımasız eleştiriler yöneltir. Özel yaşam karşısında medyanın sorumsuzluğunu ve güvenlik güçlerinin bireysel özgürlükleri kayıtsızca çiğnemesini evrensel bir yaklaşımla ele alarak eleştirir.”
Yukarılarda yaşayanların kendi hayatlarının eksiklerini gediklerini kapatmaya, hatalarını örtmeye çalışırken adil olmakla nasıl hiç ilgilenmediklerini görürüz. Bir nev’i “kader planı”nda vicdansızlık olma hâli… Öylesine rahat rahat yani. Gencecik, alt tabakadan bir kızın devletin büyük planlarını neredeyse parmağını kıpırdatmadan bozduğunu hazmetmek zordur, Katharina’yı “canavar” hâline getirmek, halkın sansasyon merakını kaşımak ise gayet kullanışlıdır. Bir taşla iki kuş…
Hayatının lime lime edilmesini tepkisizce izler Katharina. Kenarda köşede kalmıştır. Düzenin insanı değildir. Kanunlar, kurallar teorik olarak herkes içindir ama uygulamada onun gibilerin hayatlarının harcanmasının araçları olarak kullanılırlar. Cılız birkaç itirazdan fazlası elinden gelmez. Birkaç gün içinde yaşananlar öyle bir hâle gelir ki, Katharina’nın korunmasızlığı ile çaresizliği birleşerek net bir tepkiye dönüşür: Bir ya da belki iki cinayet işler. En barışçıl insanın bile onun gözünden bakınca anlayabileceği bir tepkidir bu. Olur mu olur… Üstelik, bunun bir film olmasının verdiği rahatlıkla, bu sayede içimiz soğur, adalet duygumuz yerine gelir, normalde hiç de onaylamayacağımız bir şey ile, yani cinayet ile umudumuz biraz da olsa artar. Hiçbir kötülük karşılıksız kalmamalıdır!
İlgi çekici bir film, kitap ve hatta şarkı hakkında düşünmek çeşitli nedenlerle heyecan verici olabilir. Eserden uzaklaşıp farklı açılardan bakmak, eserin kişisel tecrübelerimizde nereye ne şekilde denk geldiğini fark etmek ve neden bizi çektiğini anlamak imkânı sağlıyor. Başka bir gözle görmek, bağlantılar kurmak, ders çıkarmak ya da belki de sadece boş boş atıp tutarak içimizi temizlemek…
Bunun tek istisnası eserin çok kasvetli olması, daha da fenası bir umut ışığı görülmeksizin bitivermesi olabilir benim açımdan. O umut ışığının illâ ki bir yerden belirmesi gerekir, velev ki bir cinayet yoluyla olsun.
Asghar Farhadi’nin 2021 yapımı Kahraman (Ghahreman – A Hero) filmini izlerken aklıma yine eski arkadaşım Katharina Blum geldi.
Aynı onun gibi pek makbul bir vatandaş olmayan Rahim Sultani’nin başından geçen ikircikli olayları izliyoruz bu filmde. Bu kez 2021 yılındayız, İran Şiraz’dayız, yani gayet doğuda bir yerdeyiz. Üstelik artık medya deyince aklımıza sadece gazete, televizyon gelmiyor, koskoca bir sosyal medya ağı içinde yaşamaktayız.
Filmin kahramanı Rahim Sultani, iş kurmaya çalışırken tefecilerden aldığı parayı ortağına kaptırır ve borcunu ödeyemediğinden hapise düşer. Bu durumda karısı yeni bir hayat kurma yolunda Rahim’i ve oğlunu bırakır gider. Rahim önce, sokakta “hanım” arkadaşının bulduğu bir çantadaki altınları bozdurarak borcunun yarısını ödemeye ve belki de hapisten çıkma kapısını aralamaya çalışır ama daha sonra bu süreçte oluşan aksilikleri işaret kabul ederek, sahibini bulup altınları geri vermeye karar verir.
Gazetelerde, televizyonda ve sosyal medyada Rahim kahraman ilan edilir. Herkes işine gelen bir yerinden tutar konunun ve hep birlikte Rahim’in hikayesi kesilip biçilerek ve hatta parlatılarak göz önüne getirilir.
Ama devir sosyal medya devridir, sosyal medyada olgular hiçbir yerde olamadığı kadar ağırlıkta işe geldiği gibi kullanılır, aynı verileri kullanarak birini “kahraman” ilan etmek de, “namussuz” ya da “hain” ilan etmek de mümkündür. Dahası çoğunluk sadece yapabileceği için bile yapar bazı şeyleri, yani vicdanlar devreye girememektedir. Diğer bir deyişle, “kader planı”nda vicdansızlık vardır bazılarının. Vicdanların devreye girmediği yerde, kötülükle iyilik arasında bir fark kalmamaktadır.
Gencecik sıradan birinin, hayattan nasibini zaten çok alamamış birinin, hayatının nasıl karaltıldığı anlatılır yine. Bu da, pek tabii ki, boğazda düğümlenmeler, çıkmaz sokaklara girmeler, battıkça batmalar anlamına gelir.
Çok önem verdiği onuru rahatlıkla çiğnenen Rahim hata üstüne hata yapar, her an her şeyin düzeleceğine olan inancını kaybeder ve sosyal medyaya daha beter malzemeler sağlamaya başlar. Diğer bir deyişle eski “kahraman” yeni “şerefsiz” Rahim, onuruyla oynadıklarını düşündüğü kişilere şiddet uygular. Ya da içinde kendine uygulamaya başladığı şiddeti sorumlu olduklarını düşündüklerine yöneltmezse, artık çatlayacak olduğunu gösterir bizlere.
Her iki anlatı da hayatın içinden başlar, hayatın içine doğru herhangi bir ucuzluğa sapmadan akar. Her iki karakter de gerçekten yaşamış karakterlerden ilham alınarak kurgulanmıştır. Böll’ün verdiği ses ile Katharina Blum, Farhadi’nin verdiği imaj ile Rahim Sultani gerçek hayatta olduklarını, bir gazete haberinin ya da belgeselin konusu olabileceklerini bize net olarak hissettirirler.
Çünkü gerçek hayatta da, haksızlığa uğradığını düşünen bir insanın kendini anlatamaması, kendisi açısından her şey bu kadar net iken her kurtuluş hamlesinde yeni bir darbe alması, gösterdiği tahammülü kimsenin takdir etmemesi olsa olsa çok ağır sonuçlarla karşılaştırır bizi.
Geçtiğimiz ay intihar eden Nahit Emre Güney hakkındaki haberleri okurken bu iki “kurgumsu” karakter geldi aklıma.
Nahit Emre Güney, üniversite sınavında aldığı derece ile “kahraman” ilan edilirken, 15 Temmuz’un hemen ardından Danıştay üyesi babasının tutuklanmasıyla ailesiyle beraber aniden “hain” kategorisine girivermiş. Kişisel hayatlar çok daha fazla detay içerir, çok daha karmaşıktır, kabul. Yine de hikâyenin bizim gördüğümüz çerçevesinde bile, ne kadar çok çabaladığını, ne çok zorlukla uğraştığını ama gittikçe gösterdiği mücadelenin daha fena şekilde anlaşılamadığını gördüğünü ve her şeyin boşa çıktığını anlayabiliyoruz. Bir aşamadan sonra nasıl mücadele edeceğini, bu mücadeleyi kimin göreceğini, adil bir hayat ihtimalini artık tahayyül edememiş gencecik Nahit. Ölmeyi tercih etmiş.
Adalet hissi belki hiç olmadığı kadar zedelenmiş durumda Türkiye’de. 1 Kasım 2022’de medyaya yansıyan haberlerde Anayasa Mahkemesi BaşkanıZühtü Arslan 123 bin bireysel başvurunun olduğunu belirtiyor, “Dünyanın hiçbir anayasa mahkemesinde, hiçbir ulusal insan hakları mahkemesinin önünde bu kadar başvuru yok” diyordu. Bunlar belki de, hâlâ içinde bir parça umut taşıyanların başvuruları. Mecali kalmayanların sayısını bilmiyoruz.
Katharina bir ya da iki cinayet işledi.
Rahim borçlusuna ve/veya kendine şiddet uyguladı.
Nahit intihar etti.
Herkesin sesini duyurma yöntemi farklı. Hayat her zaman kurgudan daha acımasız. Duyabileceği sesleri duymamak “kader planı”nda vicdansızlık olanlar için konforlu. Umutlu olmak ise hepimiz için bir görev. Ama bazılarımızın bu görevi yerine getirecek gücü hiç mi hiç kalmamış olabilir.
Peki, hiç olmazsa, adalet ihtimalinin hâlâ var olduğu bir hayatı kurgulayamaz mıyız?