1978’den beri silahlı örgüt olarak sahnede yer alan PKK’nın liderliğini yapan Abdullah Öcalan, örgütün kendini feshetmesi çağrısında bulundu. Çağrı salt bir fesih talebinin ötesinde, yarım asırdır süren silahlı mücadelenin sona erdiğinin ilanıydı. Öcalan –farkında veya değil- fıkıh usulünde kullanılan “Makasidu’ş Şeria” yöntemini kullandı.
Bu yönteme göre hükümler illete mebnidir, aslolan maksattır; illet devam ettikçe hüküm devam eder, illet değişirse hüküm de değişir. Abdullah Öcalan, silahlı mücadeleye karar verirken üç illet saymaktadır: a. Soğuk Savaş döneminin şartları b. Reel Sosyalizm perspektifi c. Devletin, Kürtlerin haklı taleplerine olumlu cevap vermemesi. Öcala’a göre bu üç illet de bugün geçerliliğini kaybetmiş bulunmaktadır; yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Yeni dönemde aa. Ulus devlet talebi, bb. Özerklik, cc. Kültüralist haklar artık anlamını kaybetmiştir.
Öcalan uzun zamandır “dinin görmezlikten gelinemeyeceğini, din faktörünün yeterince kaale alınmadan bu sorunun çözülemeyeceğini” söylemekte, hatta İslamcıların 19. Yüzyıldan beri savundukları İttihad-ı Anasır-ı İslam’a denk düşecek “Ortadoğu Konfederasyonu” projesini önermektedir.
Abdullah Öcalan’ın ilk aşamada çağrısı genel bir kabul gördü, çağrı nasıl bir seyir takip eder, şimdiden bilemiyoruz; sorunun çözülmesini istemeyen iç ve dış odaklar, güçler olduğu kesin. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ve Türk milliyetçisi MHP’nin lideri Devlet Bahçeli’nin sürece aktif katılımı da büyük bir avantaj. İnşallah süreç akamete uğramaz. Ancak bizim için önemli olan Öcalan’ın bu hayati sorunla ilgili 1978-2025 arası paradigmayı yürürlükten kaldırmış olması; Kürt hareketini, grupları, oluşumları adeta boşluğa düşürmesidir.
Bu aşamada sorunu yeniden ve alternatif bir perspektiften ele almanın zamanıdır; buna sorunla ilgili tüm aktörlerin samimiyetle katılmasında fayda var. Benim yazılarım da bu meyandadır.
Bundan önce konuyla ilgili yazdığım dört yazıda iki noktaya vurgu yaptım: 1. Kürt sorununa “seküler” açıdan bakmak mümkün olduğu gibi, dini/İslami bir soru olarak da bakmak mümkün, sorunun özünde “din” konusu vuzuha kavuşmadıkça, sağlıklı, tatminkâr çözüm de bulunamaz; 2. İslami referanslar, tarihi tecrübe ve bugünkü reel durum açısından bakıldığında Kürtler, diğerleri (Türk, Arap, Fars, Peştu, Çeçen vs.) gibi bir “ulus” değil, bir kavimdirler.
Bu durumda önümüze çıkan soru şudur: Kavimlerin hakkı nedir?
Bir asırdır sorun yaşayan Kürtlerin vazgeçilemez haklarını tespit ederken, her kavim için geçerli olan Kürtler için de geçerlidir. Nüfus, dil, coğrafi mekan sorunun çözümünde ve model arayışında etkileyici faktörler olarak rol oynasa da, asıl belirleyici olan kavimlerin değişmez, evrensel ve değiştirilemez temel haklarıdır.
Binaenaleyh tarihsel ve aktüel/reel olgu olarak içinde yaşadığı bölgeye, dinine, mezhebine, rengine ve etnik kökenine bakılmaksızın her kavmin dört temel hak ve özgürlüğe sahip olduğunu söylemek mümkün.
BİR: Her kavmin, kendisi tarafından belirlenmiş ve deklare edilmiş kavim kimliğinin veri olarak kabul edilip yasal ve kamusal olarak tanınması; bir başkası tarafından yapılan tanım veya isimlendirmenin reddedilmesi. Kişi veya topluluk kendini ne olarak beyan ediyorsa, kişi veya topluluk odur. Hiçbir kavim bir başka kavmi küçük göremez, tezyif edemez, ona karşı üstünlük iddiasında bulunamaz (49/Hucurat, 11) Din kardeşliği (49/Hucurat, 10) kavim kimliğinin tanınmasına ve kardeşler arasında hukuk temelinde icab ve kabule göre sözleşmeler imzalanmasına mani değildir. Medine Sözleşmesi’nde Müslüman Blok’u teşkil eden kabileler isimleriyle tek tek zikredilmiş, siyasi birliğin kurucu özneleri sayılmışlardır (Md. 2). Kur’an-ı Kerim, bir topluluğun kavim kimliğini, rengini, baskın karakterini “Allah’ın birliğine işaret eden ‘ayet’” olarak saymıştır (30/Rum, 22).
İKİ: Har kavmin kendi ana dilini özgürce kullanması, çocuklarına öğretebilmesi, eğitimini ana diliyle yapma hakkına sahip olabilmesi temel bir haktır (30/Rum, 22).
ÜÇ: “Örf” niteliğindeki beşeri-toplumsal, maddi-manevi, gelenek ve göreneklerini özel, sivil ve kamusal alanlarda yaşayabilmesi, kendini ana dili ve gelenekleriyle görünür kılabilmesi dört temel hak arasında yer almaktadır. (7/A’raf, 199); Kavimler arası ilişkilerin esasını asimilasyon, inkâr, baskı değil “muarefe” teşkil eder (49/Hucurat, 13). (1)
DÖRT: Daha kabule şayan olanı (ideal politik form) tahakkuk edinceye kadar fiili-pratikte verili olan sınırlar dahilinde yaşayan bir kavmin, diğerlerine göre sosyal ve ekonomik refah seviyesi “geri” ise, bölgeler arasındaki adil denge sağlanıncaya kadar, “geri bölge”ye dönük takip edilecek sosyo ekonomik politikalarda pozitif ayrımcılık yapılması. Adalet bunun gerektirir (4/Nisa, 58). Adaletin yargı versiyonu kadar sosyal adalet versiyonu da amir hükümdür.
Belirlediğimiz dört temel hak, her türden politik çözüm arayışın özünü ve nihai maksadını teşkil eder. Bu konuda hiçbir kavmin diğerlerinden daha fazla veya eksik hakkı düşünülemez.
Bağımsızlık, federasyon, konfederasyon, üniter yapı, güçlendirilmiş yerel yönetim, yerinden yönetim, özerk bölge veya devletler topluluğu ya da birleşik devletler vs. Bunların tümünün kritiğini yaparken, her kavmin dört temel hakkına hangi düzeylerde gerçekleştirebilme kabiliyetine sahip olduklarına bakmak lazım. Konumuzla ilgisi bakımından İslam dünyasında Türklerin, Arapların veya başka bir kavmin hakkı ne ise, Kürtlerin de kavim olarak hakları o kadardır; ne eksik ne fazla!
Sorun, kavimlerin temel haklarının tespiti ve te’yididir. Eğer bu sağlıklı yapılabilirse ikinci aşamada söz konusu temel haklar hangi sosyo politik form (yönetim biçimi, modeli) ile hayata geçebileceği sorusuna cevap aramaya başlanır. Öncelik kurucu fikre, temel bilgiye aittir.
Kürt sorunu dahil, yeryüzünde mutsuz olan kavimlerin ve toplulukların tümünün sorunu son tahlilde politiktir. Politik olan sorunu tabii ki politik tercih ve kararlar çözer. Fakat öyle can yakıcı sorunlar var ki, bunların karar süreçleri ve karar mekanizmaları sadece politikalara bırakılamayacak kadar hayatidir. Politikayı ve politikacıyı geriden besleyen güçlü sosyal ve fikri/entelektüel kaynaklar olmalı. Sorunları çözen her politik tercih ve kararın öncesinde derinlemesine analizi yapılmış kelami-felsefi ve fıkhi/ahlaki zihni mesai yatar. Teoriden ve ideal politikten yoksun her reel politik karar ve icraat, politik bezirganların, ideolojik-doktriner militanların ve muhteris kanaat satıcıların elinde sorunu kangrene dönüştürür. Müslüman dünyanın içine girmiş olduğu sosyo politik krizin yol açtığı çatışma çemberinden çıkış arayışları sürerken eksik olan söz konusu zihni mesai eksiğidir (2).
Şimdi yeni bir paradigmanın değişimini yaşarken, her sorunu yeniden düşünme fırsatı çıkmış durumda, Kürt sorununu da bu perspektiften yeniden ele alınmayı hak eder, önümüze çıkan söz konusu tarihi fırsatı heba etmemeli.
Notlar:
1.Belirtmek gerekir ki. kavimler kendilerini zoraki yöntemlerle “uluslaşma süreci”ne soktuklarında, başlangıçta yerel/yöresel giyim ve renklerini öne çıkarmakta, ulus aşamasını geçince kavim olarak özelliklerini kamusal ve sivil alanlardan arındırıp modernizasyon politikalarla tek tipleşmektedirler. Bu durumda bir Çinli ile bir İngiliz, bir Türk ile bir Kenyalı arasında fark kalmamaktadır. DEM ve önceki Kürt partilerin Nevroz vb. özel günlerde Kürt kadınlarının mahalli kıyafetleriyle görünür olmaları buna somut örnektir. Modern ulus devlet formu içinde kavimlerin kendilerine özgü haslet ve renklerini koruyup devam ettirmeleri mümkün değildir, modernite dünyanın tamamına kendi rengini ve suretini vermektedir. Batı modernitesinin kılık kıyafetinde ısrar eden Araplara, İranlı mollaların cübbesine ve sarığına, Afganlıların giyimine, bilhassa kadınların burkasına nefret yaymasının sebeplerinden biri geleneğin bu üç havzada kültürün çölleşmesine ve modern zorbalığa gösterdiği dirençtir. Batı modernitesi beşeri hayatı homojenleştirirken farklılıktan nefret eder.
2.Söz konusu temel haklar konusunda yazdıklarımla ilgili bkz. Ali Bulaç, Kürt sorunu Kafkasya ve Balkanlardaki etnik çatışmaların mukayesesi, (Kürt Sorunu Formu-Mazlum-Der. (28-29 Kasım 1992-Ankara). Sor y. İstanbul-1993, s. 25-38. Ali Bulaç, “İslami bir perspektiften Kürt sorunu” (Kürt Soruşturması içinde-) (2. Bsm, Sor y. Ankara-1992, s. 89-110). Ali Bulaç, Kürtler nereye? 3. Bsm, Çıra y. İstanbul-2021, s. 382 vd. (Kürtler ırk mı, kavim mi? (1-2), Dinve Siyaset, 5-9 Ağustos 2024). Kavimlerin hakkı, Din ve Siyaset, 12 Ağustos 2024.