Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKelimelerin önemi: Filistin ve Kissinger ile bir hatıra

Kelimelerin önemi: Filistin ve Kissinger ile bir hatıra

Sanırım 1976 yılında Nato Dışişleri Bakanları toplantısı vesilesiyle Çağlayangil ile Kissinger Brüksel’de buluştular. Kissinger bir mektup taslağı verdi. Mektup ABD’nin federe (federated) hale getirilmiş Kıbrıs çözümüne adeta garanti veriyordu. Benden mektubu incelemem istendi. Özellikle “federated” kelimesi üzerinde duruldu. Bütün gece , kelime ve anlamı üzerinde kafa yordum. Ertesi gün patronlarıma görüşümü anlattım. Federated kelimesi mevcut Kıbrıs Hükümeti'ne Kıbrıs Türklerini de katma anlamını taşıyordu. Türkiye’nin tutumu ise iki toplumun siyasal eşitliğine dayanan yeni bir Kıbrıs Federal Devletinin kurulması idi. Meslek hayatıma Kıbrıs dairesinde başlamıştım ve jargonların ne anlama geldiğini biliyordum. Kissinger’a federated yerine federal kelimesini kullanmasını önerdik. Kissinger 'İkisi de aynı şey' deyince 'O zaman bizimkini kullanın' diye önerdim. Kullanmadı tabii. Çünkü farkı biliyordu... Mektup gelmedi sonunda.

Hamas’ın 7 Ekim saldırısından hemen sonra İsrail’e giden ABD Başkanı Biden, Netenyahu’ya sarılıp görülmeyen  şekilde, adeta ‘Ne yaparsanız yapın arkandayız’ demişti. Bunu Netenyahu gibi birine söylerseniz, o da görülmeyen biçimde katliama girişir. Şimdi ABD şunu bunu yapmayın, insanları kollayın, zorla yerinden etmeyin,  Gaza’yı işgal etmeyin  demeye başladı. Aklı başına gelmiş gibi ama tam değil. Daha ateşkese razı olmadı. Demek ki siyasetçi veya diplomat olayın heyecanı içinde kendini kaybetmemeli. İsrail’de  halkın önemli bir kesimi bile bu kadar da olmaz diyor.

Ülkesini savunan Ukrayna’ya ise sınırlar koydunuz. İşgal edilen topraklarınız dışına harekata girmeyin demesini biliyorsunuz. Evvela şu-bu silahı vermem dediniz. Sonra zamanla evvela vermediğiniz silahları vermeye başladınız.  Tam bir çifte standart…

Kıbrıs harekatından sonra ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger Türk-Yunan ilişkilerine ve Kıbrıs meselesine önem veriyordu. ABD iki Nato üyesinin olası bir çatışmasından endişe ediyordu. Soğuk savaşın devam ettiği bir dönemde böyle bir durum NATO’nun sonu olabilirdi.

Sanırım 1976 yılında Nato Dışişleri Bakanları toplantısı vesilesiyle Çağlayangil ile Kissinger Brüksel’de buluştular. Kissinger bir mektup taslağı verdi. Mektup ABD’nin federe (federated) hale getirilmiş Kıbrıs çözümüne adeta garanti veriyordu. Benden mektubu incelemem istendi. Özellikle “federated” kelimesi üzerinde duruldu.

Diplomaside olsun, siyasette olsun kelimelerin önemi büyüktür. Nitekim, bir başka yazımda BM Güvenlik Konseyinin 242 saylı kararında “the” kelimesinin olmamasının nelere yol açtığını anlatmıştım. Kissinger’in mektup taslağındaki  “federated” kelimesi buna bir başka örnektir.

Bütün gece , kelime ve anlamı üzerinde kafa yordum. Ertesi gün patronlarıma görüşümü anlattım. Federated kelimesi mevcut Kıbrıs Hükümeti’ne Kıbrıs Türklerini de katma anlamını taşıyordu. Türkiye’nin tutumu ise iki toplumun siyasal eşitliğine dayanan yeni bir Kıbrıs Federal Devletinin kurulması idi. Meslek hayatıma Kıbrıs dairesinde başlamıştım ve jargonların ne anlama geldiğini biliyordum. Kissinger’a federated yerine federal kelimesini kullanmasını önerdik. Kissinger ‘İkisi de aynı şey’ deyince ‘O zaman bizimkini kullanın’ diye önerdim. Kullanmadı tabii. Çünkü farkı biliyordu… Mektup gelmedi sonunda.

Geriye bakınca, ‘Acaba federated kelimesini kabul edip belki Kıbrıs meselesinin çözümüne yol açsa mıydık’ diyorum. Ama rahmetli Rauf Denktaş kesinlikle kabul etmezdi. Zaten Denktaş ve Kıbrıslı Rum lider meseleyi çözmemek için adeta anlaşmışlardı. Kıbrıs meselesini Denktaş olmadan yürütemezdik. Ama Denktaş ile de meseleyi çözmek mümkün değildi.

Gene Kıbrıs’ta bir gerginlik dolayısıyla Rumlar bizi BM Güvenlik Konseyine Türkiye tehdit ediyor diye şikayet etmişti. Karar için bir türlü ortak metin bulunamayınca BM Genel Sekreteri Rum Dışişleri Bakanı ile Sefir Orhan Eralp’in beraberce çalışmalarını istedi. Orhan Bey benim de öğrenmem için görüşmeye götürdü. Rumlar metinde tehdidinin dışardan yani Türkiye’den geldiğini göstermeyi amaçlıyordu. Biz ise tehdidin içerden Rumların saldırısından geldiğini söylüyorduk. Sonunda Orhan Bey “in and around” yani içeri ve dışarıdan diye bir formül önerdi. Yani içerideki tehdit dışarıdan tehdidi doğuruyordu. “in and around “ bir tabir. Bakan Kyprianou “around and in” desek formülünü önerdi. Orhan Bey böyle bir İngilizce formül olmadığını vurguladı. Sonunda bizim öneri kabul gördü.

Netenyahu da bir Amerikan TV’sine Gaza’dan çıkmayacakları anlamına gelen ifadeleri takiben Biden’ın ihtarından sonra Gaza’yı yönetmeye niyetleri olmadığı, radikal unsurların elimine edilmesinden sonra çıkacaklarını söylemek zorunda kaldı. Biden da İsrail’in “kaya” gibi durmaktan sanki vazgeçti.

Siyasette de bir meseleyi   veya sorunu  nasıl ortaya koyduğunuz önemlidir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri geçenlerde bunu güzel bir şekilde ifade etti: 7 Ekim Hamas saldırısını belirttikten sonra bu terör olayının bir “boşlukta” gerçekleşmediğini anlattı. İsrail ve ABD hariç herkes durumu  gayet  iyi anladı…

Türkiye de 7 Ekim terör olayını BM Genel Sekreteri gibi farklı ifade etseydi derim…

- Advertisment -