Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKemalist Avrasyacılığın doğuşu ve yükselişi

Kemalist Avrasyacılığın doğuşu ve yükselişi

Avrasyacılar kendilerini sanki kapitalist emperyalizmin dışına çıkmış, sömürüsüz-adil bir dünya tasavvurunun bağlıları gibi sunsalar da bunun gerçekle bir ilgisi yok. Avrasyacılar Avrasyacı, çünkü arzu ettikleri disiplinli, dejenere olmamış, demokrasisiz rejimin yolunun buradan geçtiğine inanıyorlar. Bu ölçüyle baktığımızda, askerlerin Batıcılıktan Avrasyacılığa meyletmelerinin başlangıcını, Batıcılığın otoriterliğe cevaz verme esnekliğine sahip olmamaya başladığı 1990’ların başlarına kadar götürebiliriz. Avrasyacılığın yükselişi ise Gezi ve 17-25 Aralık’la başladı, 15 Temmuz’la zirveye çıktı.

Türkiye’de bariz vasfı Batı medeniyeti yanlılığı olan (ya da öyle bilinen) Atatürkçü-Kemalist asker-sivil kesimlerin bir bölümünün Avrasyacılığa meyletmişliği Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının ardından iyice açığa çıktı. Burada bir tartışma yok, fakat Avrasyalılaşma sürecinin ne kadar geriye gittiği konusu tartışmalı.

Hakan Şahin, Serbestiyet’te (“Emekli askerlerin Rusya yanlılığı yahut Kemalist Avrasyacılık”, 3 Mart) askerler arasında Avrasyacılığın bayraktarlığını emekli Kemalist askerlerin yaptığından yola çıkarak, onların muvazzaflık dönemlerinde karşı karşıya kaldıkları bazı olayların (Türk subaylarının kafasına çuval geçirilmesi, Balyoz ve benzeri soruşturmalar, mahkûmiyetler vb) bu dönüşümde etkili olduğuna inandığını yazdı. Hakan Şahin’e göre, bunun dışında, Avrasyacılık eğilimi muvazzaf askerlerde ya yok ya da varsa bile cılız:  

“Rus taraftarlığı muvazzaf askerlere değil, özel olarak emekli askerlere atfedilebilecek bir konumlanma gibi görünüyor. Elimde ampirik kanıtlar olmamasına rağmen, TSK’nın mevcut kurumsal yapısının ve liderliğinin, meslekî ‘muasır medeniyet’ nirengisi olarak halen NATO’yu ve NATO/Batı ordularını gördüğünü düşünüyorum.”

Hakan Şahin, sadece eski bir asker değil askerleri dışarıdan odaklanarak izleyen ve inceleyen biri olarak onların pozisyonlarını ve eğilimlerini tabii ki benden çok daha iyi biliyor, fakat ben yine de tartıştığımız konu açısından emekli askerlerle muvazzaflar arasında bu kadar net bir ayrımın yapılabileceği kanaatinde olmadığımı söyleyeceğim.

Beni böyle düşünmeye iten esas etken, Avrasyacılığın özüne dair kanaatim: Avrasyacılar kendilerini sanki kapitalist emperyalizmin dışına çıkmış, sömürüsüz-adil bir dünya tasavvurunun bağlıları gibi sunsalar da bunun gerçekle bir ilgisi yok. Avrasyacılar Avrasyacı, çünkü arzu ettikleri “disiplinli, dejenere olmamış, demokrasisiz” rejimin yolunun buradan geçtiğine inanıyorlar.

Sinan Ülgen, bunu 12 Mart’ta Perspektif’te yayımlanan, Serbestiyet’in de alıntıladığı bir yazısında şöyle ifade etmişti:

“Türkiye’de Avrasya-Rusya-Çin kanadını destekleyenlerin, maalesef bu desteklerin arkasında biraz da Türkiye’ye yönelik gelecek vizyonlarına dair işaretler alıyorum. Nedir bunlar? Türkiye’nin geleceği bu Avrasya tarzı yönetim anlayışı doğrultusunda şekillensin. Temel özgürlüklerin daha kısıtlı olduğu, daha bize özgü bir demokrasi anlayışı hâkim olsun.”

Bu paragraftaki “biraz da” hariç, mesele tastamam böyle. Avrasyacılar, “Temel özgürlüklerin daha kısıtlı olduğu, daha bize özgü bir demokrasi anlayışı”nda oldukları için Avrasyacı…

Halil Berktay da yine Sinan Ülgen’in bu cümlesine göndermeyle “Avrasyacıların özlemi (1) Demokrasiden, hukuk devletinden kurtulmak” başlıklı bir yazı kaleme almıştı.

Mesele buysa, askerler arasında Avrasyacılığın doğuşunu nereye kadar geriye götürebiliriz?

Bu ölçüyle baktığımızda, askerlerin Batıcılıktan Avrasyacılığa meyletmelerinin başlangıcının, Batıcılığın otoriterliğe cevaz verme esnekliğine sahip olmamaya başladığı yıllara kadar… yani hem Batılı hem darbeci olmanın mümkün olmamaya başladığı yıllara kadar… yani “yönetmeden yöneten” konumunu koruyabilmenin yolunun artık Batıcılıktan geçmediğinin idrak edilmesine kadar geriye götürülebileceği kanaatini taşıyorum (tarih vermek gerekirse Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1990’ların başına kadar).

Sovyetler Birliği dağıldığında Türkiye’deki bütün kesimler şu ortak noktada birleştiler: Bu çağ değiştiren travma, Türkiye’nin Batı nezdindeki vazgeçilmez stratejik önemine de ağır bir darbe indirmiştir.

Gerçekten de durum tam olarak öyleydi… Çünkü artık başta ABD olmak üzere Batı’nın “komünizme karşı bir koçbaşı” olarak Türkiye’ye ihtiyacı kalmamıştı. Bu yeni hakikat, Batı’nın Türkiye’deki darbeci müdahalelere eskiden olduğu gibi kolayca yol vermeyeceğini de ima ediyordu.

Dünya kamuoyundaki askerî diktatörlüklere karşı gelişen hassasiyet, ülke içindeki 12 Eylül karşıtı manevi ortam ve önceki darbelerin meşrulaştırıcısı “komünizm tehlikesi”nin ortadan kalkması, sözünü ettiğim güçlüğü daha da büyütüyordu.

Artık NATO’cu ve Batıcı kalarak ülke içinde vesayetçi bir otoritarizm kurmak mümkün görünmüyordu. Kanaatimce askerlerin bir bölümü bunun idrakine varmalarından itibaren Batı’dan soğuma sürecine girdiler ve Rusya ve Çin’in güçlenip Batı’nın karşısına bir güç odağı olarak çıkmaya başlamasından sonra da yeni rota olarak Avrasyacılığa meylettiler.

1990’lar; ABD’nin Irak’a müdahalesi, Çekiç güç, çuval hadisesi, ABD’nin ve Batı’nın PKK’yı koruyup kolladığına inanılması vb katalizörlerle Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşma yılları oldu.

AK Parti’nin iktidara gelmesi, Batı’yla iyi ilişkilerin yeniden kurulması, Avrupa Birliği üyeliğinde alınan yol, Kıbrıs, Kürt meselesi konularındaki Avrasyacılık açısından “can sıkıcı” gelişmeler, Avrasyacıların devlet içindeki etkilerini azalttı. Fakat bu dönemde toplumda yükselen Batı karşıtlığı, Avrasyacılığın bir akım olarak canlı kalmasını sağladı.

2012-2013’ten itibaren ise her şey onların istediği gibi gitmeye başladı. AK Parti içte Gezi ve 17-25 Aralık olayları nedeniyle sıkışmıştı ve çareyi “üst akıl Batı”ya karşı içeride bir cephe yaratmakta buldu. Balyoz ve Ergenekon davalarının bitirilmesi ve eski ‘düşman’larla kurulan Batı karşıtı yeni ittifak Avrasyacılığa yeni bir kapı araladı.

Fakat Avrasyacılık asıl atılımını 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra gerçekleştirdi. Bu süreci 17, 22 ve 25 Aralık 2021 tarihli “Devletle Erdoğan’ın simbiyotik ilişkisi” başlıklı yazılarda ele almıştım. Bunların, “15 Temmuz’u izleyen Misâk-ı Millî vurguları ve sonrasında olanlar” alt başlıklı sonuncusunda şöyle yazmıştım:

“Erdoğan’ın 15 Temmuz’dan hemen sonra yapmaya başladığı Misâk-ı Millî temalı konuşmalar, içeride izlemeye karar verdiği ve artık sonuçlarını net bir biçimde idrak ettiğimiz politikalarını devlet içinden destekleyeceğini umduğu en katı kesimlere bir ittifak çağrısıydı. Sonrasında olanlar bunu doğruladı: MHP ile ittifak; Kürt sorununu “terör sorunu” olarak tarif etmek ve ona uygun hareket etmek; Kürt siyasi hareketini meşruiyet sınırlarının dışına çıkarmaya gayret etmek; sınır ötesi harekâtlar; bu harekâtlara karşı çıkan yüksek rütbeli askerlerin tasfiyesi; Batı’dan uzaklaşmak, Rusya ve Çin’e yaklaşmak…”

Şimdi ekleyebilirim ve tanımlayabilirim: Yani Avrasyalaşmak…

Asker-sivil, Kemalistlerin bir bölümünün böyle bir tabloya ‘tav olmasından’ daha doğal ne olabilirdi?

Bugüne gelirsek; Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı her şeyi yeni baştan kuracak bir gelişme. Birçok şeyin yanı sıra Türkiye’deki Avrasyacılığın kaderini de bu savaşın dünyada yol açacağı değişimler belirleyecek.  

- Advertisment -