Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKendini gerçekleştirebilecek kehanet: DEM-Cumhur İttifakı

Kendini gerçekleştirebilecek kehanet: DEM-Cumhur İttifakı

DEM’in ve Kürtlerin çözüm süreci dışında iktidara yanaştığı yok. Ama muhalifler çözüm süreci sorunsuz ilerledikçe öfkelerine hâkim olamıyor, Kürt meselesinde ideolojik özlerine dönüyor, dillerine hâkim olamıyor, her fırsatta DEM sitemlerin, imaların hedefi oluyor. Özel ve İmamoğlu’nun gayretleri bunu engelleyemeyebilir. Belki DEM ve Kürtler Cumhur İttifakı’na katılmayacak, en fazla kendi üçüncü yollarını inşa edecek ama muhalifler arasında ırkçılığa ve inkarcılığa varan fikirler ve sesler büyüdükçe “Kürtler bizi satıyor” kehaneti de kendini gerçekleştiren kehanetler arasına girebilir. Yani DEM ve Kürtler, Cumhur İttifakı’na katılmayabilir ama oraya doğru itilebilir. Doğrudan Cumhur İttifakı’na yanaşmazlar ama Erdoğan karşıtlığı Kürtler arasında hararetini kaybedebilir, üçüncü yolun cazibesi artabilir. Yani kehanet kendini gerçekleştirebilir.

“Büyük Yer Değiştirme”, Avrupa ve Amerikalı ırkçıların en popüler teorisi.

Bu teoriye göre, Batılı olmayan göçmenler Batı’ya göç ederek ve yüksek doğum oranlarıyla hızla çoğalıyor, beyaz Avrupalı nüfus düşük doğum oranlarının her geçen gün azalıyor. Yani, Avrupalı olmayan göçmenler beyaz Avrupalıların yerini alıyor.

2015 yılında milyonlarca Suriyelinin canını kurtarmak için Avrupa’ya göçü sırasında popülerliğinin zirvesine çıkan bu teoriye daha sonra Soros da eklendi. Yahudi işadamı,

Hıristiyan Avrupa’yı destek verdiği Müslüman göçmenlerle yok etmeye çalışmakla suçlandı.

Orban ve benzerleri seçimleri bu tezlerle kazanıyorlar.

Uzun süre Avrupalı aşırı sağcıların hezeyanları olarak bakılan bu fikirler, bir süredir Türkiye siyasetinde de dolaşımda.

Türkiye’ye göçlerle bir demografik saldırı olduğu, sessiz bir istila yaşandığı iddia ediliyor.

Tabii bunun doğal bir olay olmadığı, iktidarın demografiyi değiştirmek için bunu planladığı ve teşvik ettiği de iddia ediliyor.

Ümit Özdağ ve Zafer Partisi merkezli olarak yayılan bu fikirler, zamanla iktidara karşı muhalefetin argümanlarından biri haline geldi ve anakıma doğru ilerledi.

Yine de bu argümanlar dün sık sık Batı’daki aşırı sağın, illiberal demokrasilerin, popülizmin yükselişinin eleştirildiği liberal eğilimli bir sitede karşıma çıkınca şaşırdım ve ürktüm.

Haber 10 sitesindeki “Mayınlar Neden Söküldü? Arap Nüfusu Neden Kalıcılaştı?” başlıklı yazıyı yazan Mehmet Öğütçü’nün göz kamaştıran, bitmek bilmeyen bir CV’si var.

Eski diplomat, başbakan danışmanı, Uluslararası Enerji Ajansı’nın Asya-Pasifik Başkanı, OECD Uluslararası Yatırım Başkanı, British Gas Hükümet İşleri Direktörü, Genel Energy, Invensys, Yaşar Holding, Şişecam Bağımsız yönetim kurulu üyesi. Halen merkezi Londra’daki Global Resources Partnership şirketi ve The Bosphorus Energy Club ve The London Energy Club’ın icra başkanı…”

Böyle uzayıp giden titrler ve Ted Talks konuşması başlığı gibi çok sayıda kitap adı:

2023 Türkiye Rüyası, Yeni Büyük Oyun, Yaşam Bir Seyahattir, The New Geopolitical and Economic Journey: Turkey’s Next 10 Years…

Yani karşımızda taşralı komplocu, milliyetçi bir siyasetçi yok. Dünya görmüş bir beyaz yakalı üst düzey yönetici var.

Tam da bu yüzden ürkütücü.

Çünkü başlığından anlaşılacağı gibi yazıda Türkiye-Suriye sınırındaki mayınların bir plan dahlinde, Suriyelilerin Türkiye’ye göç edip, Türkiye’nin Araplaştırılması ve demografinin değiştirilmesi için temizlendiği iddia ediliyor.

Hiç saklamıyor bu tezlerini:

“Türkiye genelinde Arap kökenli nüfusun oranı artık %10 civarında ve bu oran, başta Güneydoğu olmak üzere bazı illerde etnik–mezhebi dengeleri belirgin şekilde değiştirmiş durumda. Bu Tablo Ne Anlama Geliyor?

Bu ölçekte bir nüfus hareketinin “kendiliğinden” geliştiğini söylemek güç. Dolayısıyla üç temel ihtimal karşımıza çıkıyor:

1.Bu, planlı bir “Yeni Türkiye” mimarisinin parçası mı?

2.Türk kimliğinin seyreltilmesi ve yerelleşmiş çoğulculuk hedefi mi güdülüyor?

3.Yoksa ümmet temelli, Sünni Arap eksenli yeni bir siyasal üst yapı mı inşa ediliyor?

Niyet ne olursa olsun, fiilî durum net: Türkiye, sessiz ama derin bir demografik devrim sürecine girmiştir.”

Bir kere Türkiye, Suriye sınırındaki mayınları, Esad’la ilişkilerin normalleştiği 2004 yılında Ottowa anlaşması kapsamında sökmeye başladı.

İki ülke arasındaki sınırları açan, geniş/verimli tarım arazilerini temizleyen barışçıl bir adım olarak bu herkes tarafından övülmüştü.

Bunu 2011’deki Suriye iç savaşı sonrası, savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyelilere bağlamak, kronolojiyi tepetaklak etmek sanki Türkiye’yi Araplaştırmak, nüfus mühendisliği için bunun yapıldığını iddia etmek için bayağı öfkeli bir muhalif olmak gerek.

Neresinden baksan dökülen böylesine ırkçı komplo teorilerinin bu kadar rahat beyaz ortamlarda dillendiriliyor.

Çünkü, bu ‘şeytani iktidara’ her biçimde muhalefet etmek meşru.

Peki, bunu şimdi ne vesileyle yazmış

Tabii Cumhurbaşkanı’nın PKK’nın silah bırakması sonrası yaptığı konuşmada söylediği “Türk-Kürt-Arap ittifakı” ve “AK Parti-MHP-DEM birlikte bu süreci yürüteceğiz” sözleri üzerine.

O da CHP’liler ve diğerleri gibi Cumhurbaşkanı’nın içeride bir Türk-Kürt-Arap ittifakından, ümmetçilikten, millet sisteminden bahsettiğini düşünmüş, içerideki Arap nüfusun böyle bir şeytani bir planla, mayın sökülerek artırıldığını ispatlamaya çalışmış.

Özgür Özel de MHP’nin Türk, DEM’in Kürt, Erdoğan’ın da Arapların temsilcisi olarak kendini gördüğünü söyleyip, içeride “Sünni ümmetçilik” paranoyasıyla bu cümleleri karşılamıştı.

Bu paranoyanın laik kesimin tamamında belli hassasiyetleri tetiklediği anlaşılıyor.

Peki, Türkiye’nin bölgedeki ittifakları için söylendiği açık olan “Türk-Kürt-Arap ittifakı” cümlelerinin tetiklediği hassasiyet tam olarak ne?

İktidarın otoriter uygulamaları ve yeni Anayasa tartışmalarıyla laik ve milliyetçi muhalefet, bir rejim değişikliği amaçlandığını düşünüyor.

Sandığın ortadan kalkacağını, Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğüne gideceğini düşünüyorlar. Çözüm süreciyle Kürtlerin de buna destek vereceğine inanılıyor. Tabii bunun karşısında Kürtler de ne alacak? Grup hakları. Bu da rejimin cumhuriyetçi, miliyetçi özünü bozacak. Bir de Araplardan bahsedilince resim yerine oturdu. Ümmetçi, millet sistemine dayanan neo-Omanlı bir rejim değişikliği olacak.

Olayın iki yönü var.

PKK ve Kürt meselesinin çözümü Kemalist ideoloji için itikadi sorunlara neden oluyor.

Çünkü Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin iki büyük düşmanı olageldi; Mürteciler ve Kürtçüler.

Devrimlerin çoğu bu ikisine karşı yapıldı. Laik ideolojik duruşun özünü laik ve milliyetçi fikirler oluşturuyor.

Bunlar pozitif fikirlerden çok, savunmacı refleksler ve tetiklenen korkulardan ibaret.

O yüzden çözüm süreci ciddiye bindikçe, “Kürt sorunu” inkarcılığı yayılıyor., Kürtlerin de ne derdi varmışlar daha fazla müşteri buluyor, “Bizim zamanımızda birine ırkını, mezhebini sormak ayıptı” gibi etrafta Kürtlerin, Alevilerin, başörtülülerin gez(e)mediği Kemalist asrı saadetin, örnek vatandaşları için yarattığı Truman Show seti özlemle hatırlanıyor.

Lozan, 1921-24 anayasaları, Şeyh Said isyanı, Cumhuriyet’in Kürt karnesi, millet sistemi, ümmet vb gibi kavramlar ortalığı çıktıkça korkular tetikleniyor, vatandaşlık tanımının değişme ihtimali, Kürtçe anadilde eğitimin önünün açılması gibi henüz portakal çiçeğinde vitamin olan ihtimaller bile herkesin çok mutlu mesut olduğu cumhuriyetçi Pleasantville’in tüm masumiyetini ortadan kaldıracak ahlakız öpücükler gibi görünüyor.

Ama esas tehlikeli duygu; Kürtleri iktidar cephesine kaybetme endişesiyle ortaya çıkıyor.

Seçimlerde kritik bir önemde olan Kürt oylarının muhalefet cephesinden kopacağı, DEM’in iktidarla işbirliği yapacağına dair endişe sürecin sağsalim ilerlemesiyle büyüyor ve bir tür hayal kırıklığından kaynaklı, ihanete uğramış olma hissiyle bir öfkeye neden oluyor.

Bu öfke de DEM, PKK ve Kürtlerle ilgili laik ve milliyetçi muhalefetteki dili değiştiriyor.

Daha dost olanlar; açıkça olmasa da Kürtlerin havuçla kandırıldığını savunuyor. Yokluktan ortaya çıkmış ve 50 yıldır varolan bir örgütün ve liderinin devlet tarafından aldatıldığı, kendileri için en rasyonel kararı veremeyecek durumda oldukları açık ya da imayla dillendiriliyor. Aldatan eski sevgiliye sitemler, hatta Aliye Ronavari film replikleriyle Kürtleri “ne diye silah bırakıyorsun oğul” diye tahrikler bile duyuluyor.

Daha CHP’li laik muhalif çevrelerdeki tepkiler daha sert.

Kürtler ve DEM, son 10 yıldır bazen sandıkta destek vererek, birlikte iktidarı sallayarak, seçimlere ittifakla girerek laik muhalefet çevrelerinden kazandığı dokunulmazlık zırhını kaybediyor.

İktidarın muhalefete dönük her baskısında iktidardan sonra dönüp laf edilen ilk DEM ve Kürt siyasetçiler oluyor.

“Biz size destek verdik, siz şimdi neredesiniz” gibi bir dökümü yapılsa laik muhalefetin borçlu çıkacağı iyilikler yüze vuruluyor.

DEMlilerin iktidar eleştirileri bir türlü yeterli bulunmuyor, biz burada ağlarken siz iktidarlarla gülümseyen pozlar veriyorsunuz, anlaşıyorsunuz tripleri atılıyor.

Bu tacizlerin ölçüsü ve açıklığı çözüm süreci ilerledikçe artıyor.

Özgür Özel ve İmamoğlu, bu tepkilere karşı sürece destek vererek karşı durmaya çalışıyor ama süreç ilerledikçe ve iktidar ve DEM arasındaki çözüm işbirliği somutlaştıkça bu öfke dalgası önünde onların durması da kolay olamayabilir.

Çünkü sadece DEM ve Kürtler, seçimleri bir daha iktidarın kazanmasına hizmet edeceler diye değil, çözüm süreciyle iktidara bir ahlaki üstünlük verdikleri için de öfkeden nasibini alıyor

Uzun süredir muhalefet medyasının en istikrarlı müşterileri olan Kürt seçmenler bu sitemleri, imaları, laf çakmaları, öfkeyi görüyor ve hissediyor.

Laik ve Kemalist muhalefetin Kürtlere, Kürt meselesine karşı ideolojik önyargılarının

pragmatik işbirliği bitince ortaya çıktığını düşünüyor.

Bu fikirler iktidarı ehveni şer görmeye, “çözüm sürecini yapan, TRT Kürtçeyi açan, beyaz Toroslardan, Erbil, Süleymaniye ile ittifaktan bahseden iktidar bunlardan iyidir”e dönebilir.

İktidarın bu kadar sertleştiği, Kemalizm’in haklı çıkığına dair inancın kuvvetlendiği, CHP’nin kendini güçlü ve haklı gördüğü bir ortamda, PKK, Kürt meselesi, Cumhuriyetin kurucu yıllarındaki sorunlar üzerine bir iç muhasebe, söylem değişikliği yaşanması da pek kolay gözükmüyor.

Aslında DEM’in ve Kürtlerin çözüm süreci dışında iktidara yanaştığı yok.

Hatta Kürtlerdeki Erdoğan karşıtlığı Batı’dakinden hep daha yüksek oldu.

Ama muhalifler çözüm süreci sorunsuz ilerledikçe ve kendileri iktidarla mücadele ederken DEM’liler iktidarla iş gördükçe öfkelerine hakim olamıyor, Kürt meselesinde ideolojik özlerine dönüyor, dillerine hakim olamıyor ve böylece kendini gerçekleştiren kehanet meydana geliyor

“Kendini gerçekleştiren kehanet” terimini ilk ortaya atan Amerikalı sosyolog Robert Merton’muş. Merton’un orijinal tarifi şöyle; “Başlangıçta yanlış olan bir tespit, yeni bir davranışa neden olduğunda, tespiti doğru hale getirebilir.”

Yani belki DEM ve Kürtler Cumhur İttifakı’na katılmayacak, kendi üçüncü yollarını inşa edecek ama muhalifler arasında ırkçılığa ve inkarcılığa varan fikirler ve sesler büyüdükçe “Kürtler bizi satıyor” kehaneti de kendini gerçekleştiren kehanetler arasına girebilir.

Doğrudan Cumhur İttifakına yanaşmazlar ama Erdoğan karşıtlığı Kürtler arasında hararetini kaybedebilir, üçüncü yolun cazibesi artabilir.

DEM ve Kürtler, Cumhur İttifakına katılmayabilir ama oraya doğru itilebilir.

Yani kehanet kendini gerçekleştirebilir.

- Advertisment -