spot_img
Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKentsel dönüşüm kavramını Neron mu icat etti?

Kentsel dönüşüm kavramını Neron mu icat etti?

Roma İmparatoru Neron’un 64 yılında tarihe “Büyük Roma Yangını” olarak geçen felaketten sonra şehri yeniden düzenlediği bilinir. İmparator Jüstinyen de 532 yılında yaşanan “Büyük Deprem” sonrası İstanbul’u yeni yapılar, meydanlar, caddeler ile yeniden düzenler. Günümüzdeki “kentsel dönüşüm”lerin bunlardan en önemli farkı, bir felaket olmadan gerçekleştirilmeleri. Buna karşılık zaman boyutundan arındırılmış, yalnızca binaları yıkıp yeniden inşa etmeye dayanan “kentsel dönüşüm” modelinin de depremi bir doğa olayı ya da fiziksel çevrenin sorunu gibi göstererek siyasal olduğu kadar “anayasal bir kriz”i de örtbas etmeye hizmet ettiğini söylemek mümkün.

İmparator Neron’un 69 yılında Roma’yı yaktırdığı rivayet edilir. Bununla da kalmadığı, yanmakta olan Roma’yı seyrederken eline bir de lir alıp şarkı söylediği tasvirlerde yer alır.

Kimilerine göre şehri Neron yaktırmıştır. Kimilerine göre bu sonradan uydurulmuş bir rivayettir. Ancak yangınlar Roma’da sıklıkla yaşanmaktadır. 

Neron’un, Roma’nın birçok bölgesini enkaz ve küle çeviren ve tam bir hafta boyunca söndürülemeyen büyük yangını, “kentsel dönüşüm” için bir fırsat olarak değerlendirdiği kayıtlarda yer alır.

Tarihe “Büyük Roma Yangını” olarak geçen ve şehrin dörtte üçünü küle çeviren bu felaketin ardından, şehrin yangınla enkaza dönüşen yerleşim bölgelerinde yeni konutlar inşa ettirdiği, geniş caddeler ve meydanlar açtırdığı, ayrıca 27 metre yüksekliğinde bir bronz heykelini diktirdiği ve dillere destan olan “Domus Aura” adı verilen bir de saray yaptırdığı bilinir.

Neron, felaketi bir fırsat olarak değerlendirmenin tarihteki tek örneği değildir.

Roma tarihi üzerine kitaplarıyla tanınan, Fransız Akademisi üyesi Jérôme Carcopino; tarihçi, asker, eğitmen Plinius (genç)’un o tarihlerde Roma sokaklarında dolaşmanın insanlar için korkulacak bir durum halini almaya başladığından söz ettiğini belirtir (*).

Plinius “dolaşmak”tan söz eder, “yaşamak”tan söz etmez. Çünkü kolayca tahmin edileceği gibi kendisi bir soylu olarak bu tür sokaklardaki çok katlı binalarda yaşamıyordur. 

Carcopino’nun anlattıklarına göre göçlerle Roma dolup taşmıştır ve inşa edilen binalar imparatorun koyduğu yedi kat yapılaşma (imar) sınırını dahi çoğu zaman aşmaktadır. Günümüzdeki mühendislik teknolojisi ile dahi olağanüstü denebilecek yükseklikteki bu ahşap yapıların taşıyıcıları zamanla çürümekte ve binalar bir anda, büyük bir gürültüyle sokaktaki insanların üzerine yıkılabilmekte ve sık sık yangınlar çıkmaktadır.

Koskoca Akdeniz dünyasına hükmeden Roma imparatorları göçlerle nüfusu kalabalıklaşan Roma’ya söz dinletememektedir. Bunun bir nedeni de bu çok katlı konutları gelir elde etme amacıyla inşa ettirenlerin gene soylular olmasıdır.

Plinius’un söz ettiği yapılar “insula” adı verilen ahşap taşıyıcılı, çok katlı halk konutlarıdır. O tarihlerde göçlerle nüfusu yüzbinleri bulan Roma’da halkın oturduğu çok katlı, çok kiracılı 45 bin ahşap apartman (insula) ve yaklaşık bin beşyüz kadar taştan yapılmış soylu konutu (domus) bulunmaktadır.

(Şimdi tarihe “Büyük Roma Yangını” olarak geçen felaketin şehrin hangi bölgelerini kül ettiğini tahmin etmeye çalışalım.)

Tasvirlerde (bir de karikatürlerde) İmparator’un bu felaketi şehrin bir tepesinden seyrederken şarkı söyleyip, “lir” adı verilen çalgıyla resmedilmesinin nedeni bu olmalıdır.  Felaket karşısında “zil çalıp oynayan bir deli” olma halinden çok.

İstanbul da tarihte yangınlar ve depremler nedeniyle yeniden düzenlenmiştir. İmparator Jüstinyen zamanında, 532 yılında yaşadığı büyük deprem sonrası İstanbul’da meydanların, yolların yeniden düzenlendiği tarihi kayıtlarda yer alır. Tarihte buna benzer bir dolu örnek var. İstanbul’un eski şehir dokusunun içinde, haritalarda da ızgara planlı “yamalar” dikkati çeker.

Modern “kentsel dönüşüm” kavramının tarihtekilerden farkı

Modern “kentsel dönüşüm”lerin bunlardan farkı mevcut yerleşim alanlarında, herhangi bir felaket olmadan gerçekleştirilmeleri.

Bu kavramın 19. yüzyılın ortasında, III. Napolyon tarafından görevlendirilen ve Paris’i yıkıp yeniden inşa eden Seine valisi Georges Eugène Haussmann’ın icraatları ile ortaya çıktığı söylenebilir. Bu büyük dönüşüm şehrin rant haritasını değiştirmeyi amaçlayan ve spekülatif yöntemlerle gerçekleştirilen yeni bir şehircilik uygulamasıdır.  Haussmann’a o tarihlerde yakıştırılan lakap “majestelerinin kazması”dır.

Paris’ten başlayan ve bütün Avrupa şehirlerine yayılmaya başlayan, onların Ortaçağ’dan kalma dokusunu, surlarını yok eden, sonrasında da büyük itirazlara (ve kitle hareketlerine) neden olan bu kentsel dönüşüm modeli başlangıçta daha çok yapı adaları, caddelerin düzenlenmesi ile sınırlıdır. Ayrıca modern “koruma” kavramının ve pratiklerinin de Avrupa’da bu dönüşüm modeline karşı güçlü bir direnişle ortaya çıktığı ve kurumsallaştığı, yıkımların durdurulmasına yol açtığı bilinir.

Bu nedenle günümüzdeki Avrupa şehirlerinin, Paris, Viyana, Londra, Brüksel gibi şehirlerin zannedildiği gibi “tarihi şehirler” olmadıklarını söylemek mümkün. Onlar 19. yüzyılda katedraller gibi büyük anıtlar dışında Ortaçağ izlerini imha eden bu spekülatif dönüşümün kalıntıları. Bunlara bir de savaşlardaki yıkımları eklemek mümkün. Ancak o tarihten sonra İstanbul’da olduğu gibi bir dönüşüm yaşamış değiller. Korunmalarının temelinde şehircilik deneyimlerindeki sınıfsal çelişkileri örtbas eden değil, açığa çıkaran politik ve entelektüel gelişmeler var.  Günümüzün şehir planlama, mimarlık faaliyetlerinin, sanat etkinliklerinin arka planında bir yerelleşme deneyiminin olduğunu söylemek mümkün.

Buna karşılık bu kısa süreler içinde Türkiye’de şehirler büyük bir yıkım yaşadı. İstanbul’da çocukluğumun geçtiği mahalleyi örnek olarak verirsem, son elli yıllık süre içinde tam dört kere yıkılıp yeniden inşa edildi. Önce burada Cumhuriyet zenginleri Levantenleri örnek alarak modern villalar ve aile apartmanları yaptırmışlardı. Geri kalanı ahşap yapılardı. Bu sağlam ve kaliteli binaların hepsi yıkıldı. Yerine 2,5 katlı apartmanlar yapıldı. Sonra onlar yıkıldı, yerlerine 5-6 katlılar yapıldı. Şimdi onlar yıkılıyor.

Bu “kentsel dönüşüm” modeli “anayasal bir kriz”i örtbas etmeye hizmet ediyor

Türkiye’deki “kentsel dönüşüm” modelinin bu 19. yüzyıldaki vahşi dönüşümün gecikmiş bir örneği olduğunu söylemek zannedersem mümkün. Şehrin plansız gelişen bölgelerindeki riskli yapılar için hiçbir şey yapılamaz iken, sağlam olanlar imha ediliyor. Çıkar sahipleri, yatırımcılar tarafından ve parası karşılığı “çürük raporu” alınabiliyor. Bu “kentsel dönüşüm” modeli siyasal olduğu kadar “anayasal bir kriz”i örtbas etmeye hizmet ediyor. Bu gelişmeyi düzenleyemeyen, yerle temas kurmayan, karşılıklı öğrenmeye dayanmayan, insanları terörize eden, zora dayalı rıza imal etmeye yönelik bir dönüşüm modeli.   

Bunun en iyi göstergesi herhalde yerelle temas ve ilişki kurmayan, gelişmeyi düzenleyemeyen, uzaktan ve yukarıdan kontrole dayanan temsil teknikleri. Hangi yapının sağlam olduğunu, hangi yapının riskli olduğunu belirleyen değerlendirme yöntemleri.  “Hızlı tarama” gibi zaman boyutundan arındırılmış, kapalı uçlu yöntemlerle şehirlileri travmatize eden kavramlar kullanılıyor. Böylece binaların durumu, performansı değerlendirilecekmiş gibi yapılarak, kamu görevini neden yerine getiremediğini, riskleri neden engelleyemediğini perdelemeye çalışıyor. Böylece aynı asimetrik, yerle temas ve ilişki kurmayan, şehri araçsallaştıran imar rejimini sürdürmeyi amaçlıyor. Şehrin spekülatif dönüşüm modeline terk edilmesi ise refah sağlamayı, bilgi ve deneyim biriktirmeyi değil, eşitsizlikleri, riskleri yeniden üretiyor.

Yeni yasal düzenlemelerle sanki “şehri bütünüyle yıkıp yeniden yapacağız” diyen bir imar rejimi var var karşımızda.

Yeni yasal düzenlemenin “kuluçka” alanının Antakya’nın depremle yerle bir olan bölümünün olması manidar. Bunun zannedersem afetler sonrası şehirlerin otoriter yönetimler tarafından yeniden düzenlenmesinden hiçbir farkı yok. Tarihteki afet sonrası “kentsel dönüşüm modeli” ile örtüşüyor. Bu yereli askıya alan, işaretsizleştirici imar rejimi toplumları tasarlama ideallerinin yıkımına değil, tam tersine hayali var oluşuna, çelişkileri örtbas eden gücüne işaret ediyor.  Bunu fark edememenin maliyeti ise çok yüksek.

https://archive.org/details/dailylifeinancie035465mbp

- Advertisment -