Kılıçdaroğlu, seçimi göçmenler üzerinden iktidarı zora sokacak bir kutuplaştırmayla kazanmayı mı planlıyor sorusuna “olabilir” cevabını veriyorum.
Beni böyle düşünmeye sevk eden gelişmeleri biraz sonra sıralayacağım, fakat ondan önce son yıllarda bütün dünyada rağbet gören “toplumu ‘düşman’ üzerinden birleştirerek seçimi kazanma” yaklaşımı hakkında birkaç şey söylemek istiyorum, çünkü CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun bu seçim kazanma yöntemine yavaş yavaş gönül indirmeye başladığını ve bunu bir kez kafaya koyduktan sonra akla ilk Suriyelilerin gelmesinin ‘doğal’ olduğunu düşünüyorum.
“Popülizmin akıl hocası Birnbaum, Orban ve Netanyahu’nun seçimi kazanmasını nasıl sağladı?”
Yukarıdaki ara başlık, Serbestiyet’in 5 Temmuz tarihli haberlerinin başlıklarından biriydi. Spotta da şöyle deniyordu:
“Modern popülizmin mimarlarından George Birnbaum, ‘Bir düşmanınızın olması iyidir. Herkes tarafından sevilen birini çok nadir bulursunuz’ diyor. 30 yıldır siyasi danışmanlık yapan Birnbaum, Benjamin Netanyahu’nun 1996’da İsrail’de ve Viktor Orban’ın 2010’da Macaristan’da sürpriz bir şekilde iktidara gelmesine yardımcı oldu. Birçok ülkede müşterileri var ve bugünlerde New York, Dubai ve Harare arasında seyahat ediyor.”
BBC Doğu Avrupa Muhabiri Nick Thorpe’ün kaleme aldığı, Serbestiyet’in çevirdiği metin, “düşman yaratma ve kutuplaştırma temelinde seçim kazanma” taktiğinin mimarlarından birinin görüşlerini özetliyordu. Nick Thorpe, Birnbaum’un hocası Finkelstein’ın meselenin özünü açıklayan cümlesini de aktarıyordu makalesinde: “’Seçimi sizin işinize en iyi gelen konu etrafında kutuplaştırmaya çalışmalısınız’ diyor Finkelstein, ‘örneğin New York’ta uyuşturucu, suç, ırk…’”
14 ve 28 Mayıs seçimleri, “düşman yaratma ve kutuplaştırma temelinde seçim kazanma” sanatının yaşayan en büyük ustalarından birinin Türkiye’de mukim olduğunu bir kez daha ispatladı. Birnbaum’un (ve yaşıyorsa Finkelstein’ın) teorilerini geliştirmek için bu öğretici pratikten nemalanacakları muhakkak.
Türkiye’de başta Suriyeliler olmak üzere göçmenlere yönelik tepkinin toplumun bütün kesimlerinde geniş bir karşılık bulduğunu biliyoruz. Yani Finkelstein’ın “Seçimi sizin işinize en iyi gelen konu etrafında kutuplaştırmaya çalışmalısınız” tavsiyesi Suriyeliler üzerinden tam karşılığını buluyor. Bu apaçık bir gerçek de soru şurada: Kılıçdaroğlu gibi bir figür, bu ‘velût’ seçim kozunu kullanır mı? Ben bu soruya a) kullanabilir, çünkü seçim kazanmak için siyasi-ideolojik pozisyonunu esnetme marjının hayli geniş olduğunu gösterdi, b) kullanabilir, çünkü buna işaret eden çok alâmet belirdi, cevabını veriyorum.
‘Olmaz öyle şey’ faslı iki seçim arasında aşılmıştı, ikinci seçimden sonra yeni alâmetler de belirdi
Parantez: Kanaatimce Kılıçdaroğlu da bütün diğer liderler gibi Türkiye’deki Suriyelilerin çok büyük bir bölümünün Türkiye’de kalacağını, geri gönderilemeyeceğini biliyor. Kimsenin hayati bir zorluk yaşamadan ülkesini terk etmeyeceği ve bir kez göçenin, göçtüğü ülkeden ülkesine geri dönmesinin çok küçük bir ihtimal olduğu, göç ve göçmenler üzerine dünyada yapılmış bütün çalışmaların ortak bulgusu. Olgun ve cesur siyaset bu gerçeklikle yüzleşebilen, ardından da “peki ne yapabiliriz?” sorusunu kendisine sorup bunu toplumla paylaşabilen siyasettir. Ne yazık ki siyasetimiz bu kadar olgun değil, dolayısıyla ben burada siyasetçilerin inanarak telaffuz ettiği bir vaatten söz etmiyorum; sadece “Suriyelilerin gönderilmesi” talebini iktidara gelmek için araç olarak kullanan bir siyasetten söz ediyorum.
Bu rezervden sonra artık “Kılıçdaroğlu, seçimi göçmenler üzerinden iktidar aleyhine bir kutuplaştırma yaratarak mı kazanmayı planlıyor?” sorusunu bana sordurtan gelişmeleri hatırlamaya başlayabiliriz.
Soruyu 14 Mayıs seçimlerinden önce sorsaydım, Kılıçdaroğlu ve CHP’nin bu konudaki karnesi çok parlak olmasa da bana yöneltilebilecek “nereden çıkartıyorsun” sorusu haklı olurdu. Çünkü, Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’lilerin dilinde “Suriyelilerin gönderilmesi” 14 Mayıs’tan önce de vardı ama, bu hedef pamuklara sarılı bir biçimde sunuluyordu: “İki yıl içinde, davulla zurnayla, gönüllü olarak” gönderileceklerin adı da ‘Suriyeliler’ değil ‘Suriyeli kardeşlerimiz’di… Ayrıca Suriyelilerin gönderilmesi CHP’nin seçim propagandasının asli unsurlarından biri değildi. CHP’nin bu meseleyi, iktidarın mesela ‘terör’, mesela ‘LGBT’ istismarlarında uyguladığı tarzda kullanmadığı da apaçıktı.
Fakat 14 Mayıs’tan hemen sonra Kılıçdaroğlu’ndan alarm zili mahiyetinde bir çıkış geldi: “iki yıl içinde davulla zurnayla, gönüllü olarak uğurlayacağız” vaadi bir anda “hemen”e döndü: “Buradan ilan ediyorum, ben iktidara gelir gelmez tüm mültecileri evlerine göndereceğim, nokta.”
Konuşmanın devamında gelenler, ‘Suriyeliler’ meselesinin, 28 Mayıs’taki Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimi kampanyasının temeline oturtulacağını gösteriyordu:
“Sevgili halkım hakkınızın yenmesine müsaade edemezdim, etmedim. Göz yumamazdım, yummadım. Eziyetlere, haksız hukuksuz, adaletsiz bir düzene susup dilsiz şeytan olamazdım, olmadım. Milyonlarca göçmenin gelip de sizin ikinci sınıf vatandaş olmanıza susamazdım, susmadım. Evlatlarımız işsiz güçsüz, hayata tutunmaya çalışırken, onların sizin hakkınızı yemesine müsaade edemezdim, etmedim.”
Bu sözleri şöyle yorumlamıştım o zaman:
“Gerekirse zorla gönderilecekler”e sıçramayı da ima eden bu sözler ve benzeri milliyetçi angajman ifadeleri, bundan sonraki seçimlerde izlenecek hattı göstermesi açısından çok önemliydi. Yani açıkça, ikinci tur öncesinde ilan edilen milliyetçi dönüşümün galibiyet getirmemiş olması, yeteri kadar milliyetçi olunamamasına ya da seçmenlerin bu milliyetçiliğin samimiyetine inanmamış olmasına bağlanıyor ve bundan sonraki seçimde (28 Mayıs) daha sert bir milliyetçilik vaat ediliyor.”
24 saat içinde gelen bu yeni pozisyon ilanını CHP’li yetkililerin “Biz mülteciler konusunda Sinan Oğan’dan, Ümit Özdağ’dan farklı düşünmüyoruz” açıklamaları, onu da Ümit Özdağ’la imzalanan ortak protokol izlemişti.
Seçimlere böyle girildi ve seçim kaybedildi.
Göçmenleri “hemen” göndermenin temel bir koz olarak kullanılması esasına dayanan bu kötü pragmatizmin bir sonuç vermemesi üzerine, 29 Mayıs’ta şöyle bir soru çıktı ortaya: CHP yönetimi (özellikle de Kılıçdaroğlu) “işe yaramadı” deyip vaz mı geçecekti bu radikal göçmen politikasından, yoksa “o aceleye gelmişti, ikna edici olamadık, fakat şimdi daha güçlü bir propagandayla ve bazı uygulamalarla ikna edici olabiliriz” mi diyecekti?
28 Mayıs’ın ardından gelen bir dizi gelişme bu ikincinin hiç de uzak bir ihtimal olmadığını gösterdi. Bunlardan en önemlisi, Zafer Partisi’nin eski gençlik lideri Gökşen Anıl Ulukış’ın Kılıçdaroğlu’nun danışmanlığına getirilmesiydi. Olay, iletişim skandalı yönüyle öne çıktı fakat Ulukış’ın danışmanlık sürecine dair anlattıkları, onun ne amaçla transfer edildiğini açıkça gösteriyor. Bu transferin Suriyeliler konusundaki muhtemel radikal politikayla doğrudan bağlantılı olmadığını düşünmek zor.
İzmir’de Suriyelilerin açtığı mağaza ve dükkânlardaki Arapça tabelaların sökülmesi de yine dikkate değer bir gelişme olarak kayda geçti. Burada da “bizim belediye başkanlarımız bu konuda artık çok kararlı davranacak” gibi bir mesaj olma ihtimali yüksek.
AK Parti’deki ‘düzensiz göçmen’ kararlılığının bir yönü de CHP’yi boş havuza atlatmak mı?
Ben bu yazıyı yazarken iktidarın ‘düzensiz göçmenler”e karşı daha sert politikalar izleyeceğini duyuran haberlerle karşılaşmaya başladık. Serbestiyet, isabetli bir hatırlatmayla ve yorumla şöyle duyurdu haberi:
“Muhalefet vaat etmişti, iktidara ‘nasip’ oldu. Yerlikaya: ‘Talimat verdik, gönderiyoruz’ / İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Hürriyet’e konuştu: ‘Sadece İstanbul’da değil 81 ilde düzensiz göçle mücadele ediyoruz. Son bir hafta içinde önlemleri ve çalışmaları arttırma yönünde adımlar atmaya başladık. Bunu sürdüreceğiz. Düzensiz göçle mücadele kapsamında bu yabancılar tespit edilir, yakalanır ve sınır dışı edilir. Bizim yaptığımız da bu.’”
BBC, 2019’daki yerel seçimlerde AK Parti’nin İstanbul Fatih’teki ciddi oy kaybını analiz etmiş, Fatihli AK Partililerle konuştuktan sonra kaybı Fatih’teki Suriyelilerin yoğunluğuna bağlamıştı.
Şimdi seçimler yaklaşırken iktidarın göçmen politikasının sertleşmesinde hiç kuşkusuz 2019’un hatırası en önemli etmen… Fakat bunda, CHP’nin muhtemel ‘yeni’ politikasından haberdar olup bu kozu CHP’nin elinden alma ve onu boş havuza atlatma düşüncesi de etkili olmuş olabilir mi?
Biliyorum, hayli spekülatif şeyler yazdım, hatta argüman olarak sezgilerimi de kullandım. Fakat neticede bir iddiadır öne sürdüğüm. İnşallah tutmaz, inşallah ben yanılırım.