Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKılıçdaroğlu’nun adaylığı

Kılıçdaroğlu’nun adaylığı

Siyaset, o Saadet Partisi önündeki kalabalıklarla, onları tohumlayıp sonra yeşerince de onlara istikamet vererek yapılır. Kılıçdaroğlu ise kendisini, CHP önündeki kalabalıkların, o kalabalıkları toplayıp düzenleyenlerin arasında/yanında rahat hissediyor.

Söylenecek çok şey var ama şimdi sırası değil.

Yine de iki hususa değinmeden duramayacağım.

Birincisi…

Dün Saadet Partisi Genel Merkezinin önünde bir kalabalık vardı, izledinizse görmüşsünüzdür. Pankartsız, örgütsüz —yani kendiliğinden “birikmiş”— bir kalabalık. “Kendiliğinden” dedimse, günün biraz daha erken saatlerinde, toplantı nihayet başlarken, CHP’nin ve İYİP’in “kadroları”, birbirleriyle rekabet halinde orada yerlerini almışlardı. Ancak kalabalık büyürken, o başlangıçtaki pankartlı, sloganlı kadroların çizdiği çerçeveden taştı, bambaşka, aslında benzerlerini çokça görmüş olduğumuz, son zamanlarda sahneye çıkmaya her teşebbüs ettiğinde tepesine binildiği için mümkün olduğunu unuttuğumuz bir karaktere kavuştu. Sahici bir endişe, merak ve heyecan vardı sıkışık alanda, Karamollaoğlu çıkıp da muhalefetin adayı olarak Kılıçdaroğlu’nun adını verince, sahici bir coşku ortaya çıktı.

Çok geçmeden, az ileride, çok daha imkânlı bir mekânda, “imal edilmiş” bir başka kalabalık düştü ekranlara. Sanki SP önündeki kalabalığın nasıl bereketli, nasıl güzel, nasıl yapıcı, nasıl saygıdeğer olduğunu herkes görsün, “kendiliğinden” olanın “mühendislik eseri” olana kıyasla neden kıymetli olduğu görünsün istenmiş gibi… Elbette öyle bir arzusu olan bir özne yok, kendiliğinden oldu olan. Kılıçdaroğlu ortaya çıkana kadar sesi çıkmayan, sonrasında komutla slogan atan, bütün yakın plan çekimlerde enerjisizliği ayan beyan görünen sentetik kalabalık, belki de Selvi hanımın, İmamoğlu ve Yavaş’ın enerjisizliğinin/heyecansızlığının da müsebbibi idi.

Buradan ikinci hususa geçeyim.

Eğer şu son üç gündeki dalgalanmalar yaşanmasaydı, SP önündeki kalabalık olmayacaktı. Esasen sadece CHP önündeki kalabalık tasarlanmıştı. Günler öncesinden planlanmış, örgütlemiş olduğunu tahmin edebiliriz. Akşener arıza çıkarmasa altı imzayla Kılıçdaroğlu dün aday olarak açıklanacaktı. Partinin önündeki bu tasarı ürünü kalabalıkla ele güne duyurulacaktı Kılıçdaroğlu’nun adaylığı.

Planlar öyleydi ama hayat başka bir güzergâhtan akmayı tercih etti. Akşener arıza çıkardı. Muhalif kamuoyu —ki ikiye bölünmüştü, bir bölümü “Kılıçdaroğlu olmasın” derken, bir bölümü “Kılıçdaroğlu olmazsa olmaz” demekteydi, arada “hadi ama açıklayın her kimse” diyenleri saymazsak— eşeğini kaybetti, bir nevi. Sonra dün, eşeklerini buldular, semersiz olarak. SP önündeki kalabalık, işte o eşeğin sahipleri idi, sahiden canları yanmış, sahiden endişeli, sahiden merak içinde. Sonra “sahiden” sevindiler, sevinmeleri için bir cazgırdan direktif almalarına ihtiyaçları yoktu.

Hayatın cilvesi işte, eşeği kaybetmeden önce muhalif kamuoyu, birbirinin gırtlağına sarılacak kadar bölünmüş unsurları barındırıyordu içinde. Semersiz de olsa eşeği bulduklarında ise hep birlikte Kılıçdaroğlu’nun adaylığına razı hale gelmişlerdi. Hani, “kimi Kılıçdaroğlu’nun adaylığını isteyen kimi ise ona karşı olan muhalif kesimleri bir araya getirmek için bir şeyler yapılmalı” dense, ancak bu kadar başarılı bir tezgâh kurulabilirdi. Biraz komplocu bir aklım olsa ve Akşener ile Kılıçdaroğlu’nda o kadar akıl vehmetsem, bütün olay bir siyaset mühendisliğiymiş diyebilirdim.

Net bakiye, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı hakkında tereddüt uyandıracak laflar etmenin, muhalif kamuoyu nezdinde vatana ihanetle eşitlendiği bir atmosfer ortaya çıktı. Ben yine de söyleyeceğimi söyleyeyim. Siyaset, o SP önündeki kalabalıklarla, onları tohumlayıp sonra yeşerince de onlara istikamet vererek yapılır. Kılıçdaroğlu ise kendisini, CHP önündeki kalabalıkların, o kalabalıkları toplayıp düzenleyenlerin arasında/yanında rahat hissediyor. Mesele nerelerde rahat hissettiğiyle sınırlı olsa yine idare edebiliriz ama SP önündeki kalabalıklardan rahatsız oluyor.

Başka bir deyişle Kılıçdaroğlu, vatandaşın, Kılıçdaroğlu ve ekibi tarafından planlanıp organize edilmemiş heyecanlarını bertaraf etmeden rahat edemiyor. Kalabalıkları CHP önündeki somurtuk ve heyecansız yığınlar haine getirmek konusunda üstüne yok. Şu atmosferi dağıtmak, heyecanı ve hayalleri bastırmak konusunda muazzam bir performans sergileyeceğinden şüphem yok yani. Cevabını bilmediğim soru, kalan zaman bu işi başarmasına yetecek mi, yoksa 14 Mayıs’a gelindiğinde hâlâ Erdoğan’ı yenecek ölçüde heyecan kalacak mı?

Cevabını bilmediğim bir soru daha var. “Çok kaygan bir zemindeyiz, bugün ayağımızı bastığımız zemin bir hafta sonra geçerliliğini kaybedecek” deyip duruyorum, birçok kişi gibi. Acaba şimdi ayaklarımızı bastığımız zeminde 14 Mayıs’a ulaşabilecek miyiz?

- Advertisment -