Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKimsesiz Cumhuriyet’in kimseleri…

Kimsesiz Cumhuriyet’in kimseleri…

Ordunun geri çekilmesi, CHP’nin zayıflamasıyla Cumhuriyet’e yön veren, ideolojik olarak onu bir çizgide tutan, giriş çıkışları engelleyen bir ev sahibi de kalmadı. İktidarın, zamanında uğruna ve adına çok dayak yediği Cumhuriyet’i parlatmak, ona sahip çıkmaktaki gönülsüzlüğüyle de kimsesizlerin kimsesi olduğunu iddia eden Cumhuriyet ideali de kimsesiz kaldı. Cumhuriyet Bayramı kutlamaları da. Ama son 10 yıldır Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve bu trendin zirvesi olan 100’üncü yıl kutlamaları gösterdi ki artık kimsesiz Cumhuriyet’in ve Cumhuriyet Bayramı’nın bir kimsesi var; Cumhur’un kendisi. Cumhuriyet nihayet 100 yıldır misafiri, projelerinin nesnesi olan, bazılarının zaman zaman içeri bile almadığı cumhura emanet.

1933 yılı 30 Ekim günkü gazeteler birinci sayfalarından bir gün önce Cumhuriyet’in 10’uncu yılı için Ankara ve İstanbul’da yapılan görkemli kutlamaları haber veriyordu.

Gazetelerin dünya haberleri sayfalarının manşetlerinde ise Filistin’de yaşanan olaylar vardı.

y4.jpg

Almanya’da güçlenen ve Ocak 1933’de Hitler’in Şansölye seçilmesiyle iktidara gelen Nazi partisinin ırkçı ayrımcı yasalarından, baskılarından kaçan Yahudiler 1929’dan itibaren Almanya’dan Filistin’e doğru göçe başlamıştı. Filistin’deki İngiliz yönetimi bu göçü destekliyordu. Başlarına gelecekleri anlayan Filistinli Araplar, sık sık gösteriler düzenliyor ve İngiliz koloni yönetimini protesto ediyordu. Ekim 1933’de Arapların tepkisi ayaklanmaya dönmüş, Filistin’in şehirlerinde İngiliz polisinin ateş açması sonucu onlarca Filistinli ölmüştü.

Cumhuriyet’in 25’inci yılı 1948 yılında kutlandı. 30 Ekim günkü gazetelerin birinci sayfalarında Milli Şef İsmet İnönü’nün hitabesi ve askeri geçit töreninden görüntüler yer aldı.

y1.jpg

İkinci manşetler ise BM Güvenlik Konseyi’ndeki Filistin görüşmelerine ayrılmıştı.

14 Mayıs 1948’de İsrail’in kurulması ile patlayan Arap-İsrail savaşında ateşkes üçüncü kez ihlal edilmişti. 24 Ekim’de Hiram Operasyonu’nu başlatan İsrail ordusu onlarca Arap Köyü’nü ele geçirmiş, 400 Arap savaşçı öldürülmüş, esir alınan 550 Arap mahkumun bir kısmı da idam edilmişti. Köylerinden kovulan 50 bin Filistinli mülteci Lübnan’a kaçmıştı.

Cumhuriyet’in 50’inci yılı 1973’de kutlandı.

Ertesi günkü gazetelerde bütün yurtta Cumhuriyet’in içtenlik ve coşkuyla kutlandığı yazıyordu.

y5.jpg

Gazetelerin birinci sayfalarında 6 Ekim’de başlayıp 25 Ekim’deki ateşkesle biten yeni Arap-İsrail Savaşı Yom Kipur’un ardından devam eden görüşmelerin haberleri yer almıştı.

Haberlere göre binlerce insanın öldüğü savaşın ardından Sovyetler ve ABD kalıcı barış için Filistin devleti kurulması önerisi üzerinde çalışmaktaydı.

Ve 1998. Cumhuriyet’in 75’inci yıldönümü. Cumhuriyet, meydanlarda büyük kalabalıklarla kutlandı. Gazeteler 30 Ekim günü coşkulu kutlama haberleriyle çıktı.

Bir de 23 Ekim’de ABD’de Arafat ve Netanyahu’nun el sıkışmasından bir hafta sonra Hamas’ın düzenlediği intihar saldırısı haberleriyle.

y3.jpg

Cumhuriyet’in 100. Yılı Pazar günü kutlandı.

Ne tuhaf tesadüf ki Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümü de 100 yıllık Filistin meselesi tarihinin en trajik ve kanlı olaylarından birine denk düştü.

Gazze’deki katliam yüzünden kutlamaların eğlence ve kutlama dozu düşürüldü.

100 yıl önce Cumhuriyet’i kuranlara bunu anlatmak kolay olmayabilirdi.

Çünkü onlar için Filistin, Osmanlı ordusunun dağıldığı, Anadolu’ya çekildiği, savaşın kaybedildiği bir bozgunun adıydı.

Cumhuriyet’i kuran kadrolar Filistin cephesindeki büyük bozgunun bizzat şahitleriydiler.

Suriye-Filistin Cephesi’nde Limon von Sanders’in komutanlığındaki Yıldırım Orduları’na bağlı 7. Ordu’nun Komutanı Mustafa Kemal’di. Onun 7.Ordusuna bağlı 3.Kolordu’nun başında Albay İsmet (İnönü), 20. Kolordu’nun başında Ali Fuat Paşa (Cebesoy), 22.Kolordu’nun başında ise Albay Refet (Bele) vardı.

Bugün adını acı dolu haberlerden duyduğumuz Nablus,Cenin, Gazze, Necef, Şeria’da ordularıyla İngiliz orduları ve Arap isyancılarla savaşmışlar, Halep’te, Beyrut’ta sokak savaşlarına girişmişler, büyük yenilgiye tanıklık etmişlerdi.:

“Müfrezelere saldırıyor, baskınlar yapıyor, birçoğunu öldürüyor ve hatta parçalıyorlardı. Elbiseleri soyulmuş, hakarete uğramış bir vaziyette canını kurtarabilen askerlerden pek çoğu bunun tanığıdır. Telefon ve telgraf hatları durmadan kesiliyordu. Orduda telsizlerin ağır arabalarını çekecek hayvan da bulunmadığı için, bunlardan da yoksunduk”

“19 Eylül öğleden sonra biz sanıyorduk ki, VIII. Ordu bir yandan geriye çekiliyor ve bir yandan da kendilerini izleyen düşman süvarisine karşı koyuyorlar. Yalnız bizimle bağlantı kuramıyorlar. Gerçekte ise durum şöyle imiş: Tulkarim’den Anabeta’ya giden yol İngiliz uçakları tarafından atılan bomba ve makineli tüfeklerle öldürülen insan ölüleri, hayvan leşleri ve parçalanmış nakliye araçları ile tıkalı bir vaziyette imiş” (Limon von Sanders- Türkiye’de Beş Sene)

Ordunun kaçarak geri çekildiği o topraklara uzun on yıllar boyunca yüzler dönmedi. Türkiye’de yüzyıldır okullarda Birinci Dünya Savaşı’nda esas yenilginin nedeni olan Suriye-Filistin cephesinde yaşananlardan birkaç cümle dışında bahsedilmedi.

Bizzat Mustafa Kemal Paşa’yı Atatürk yapan, Filistin-Suriye cephesinde daha fazla maceraya girmeyerek orduyu geri çekmesi, Anadolu’dan ibaret bir İstiklal Harbi vermesi oldu.

O yüzden kurduğu Cumhuriyet’in 100’üncü yılındaki kutlamaların Filistin için azaltıldığını öğrense herhalde çok şaşırırdı.

Geçen hafta boyu bu çok eleştirildi ve Cumhuriyet’in 100’üncü yılı kutlamaları için hazırlıklar bazı kesimlerde büyük hayal kırıklığı yarattı.

Cumhuriyet’in 100’üncü yılının sönük geçtiğinden şikayet edenler, kendi kutlamalarını organize ettiler, çağrılar yaptılar, evlere, arabalara bayraklar asıldı, bazı veliler özel okulları dahi daha büyük kutlamalar yapmadıkları için darladı,

Cumhuriyet’in Türk modernleşmesinin, saltanattan kurtuluşun, demokrasinin, kadın haklarının, modern hayatın başlangıcı olduğunu düşünmek gibi gönüllü bir cehalete sıkı sıkıya tutunmuş olanları, Cumhuriyet’e, Atatürk’e zaten yeterince büyük olan tarihsel değerinin dışında anlamlar, kutsiyetler, yetenekler atfedenleri tatmin etmek zaten hiç kolay değildi.

Ama 29 Ekim akşamı en büyüğü İstanbul olmak üzere Türkiye’nin bütün şehirlerindeki kutlamalardaki beklenmedik coşku, heyecan ve büyük kalabalıklar bu hayal kırıklığı havasını dağıtmış gözüküyor.

Peki Cumhuriyet’in 100’üncü yılı kutlamalarından tatmin olamama hissinin sebebi acaba sadece kutlamalardaki eğlence dozunun Gazze nedeniyle düşürülmesi miydi?

Bu sorunun cevabı için yeniden Cumhuriyet’in 10’uncu, 25’inci, 50’inci ve 75’inci kutlamalarına bir kere daha dönüp bakmak gerek.

Cumhuriyet’in 10’uncu yılı Atatürk’ün sağlığında Ankara ve İstanbul’da görkemli törenlerle kutlanmıştı.

Kutlamaların görkemi zamanın ekonomik şartlarına göre epey lüks sayılabilirdi.

Ülke ekonomisi 1929 krizinden çok etkilenmişti. Bu hoşnutsuzluğun üzerine Cumhuriyet’in ilk demokrasi deneyimi Serbest Cumhuriyet Fırkası 1930 yerel seçimlerinde CHP’yi korkutan bir başarı göstermişti. Menemen Olayları Ankara’daki tehdit psikolojisini büyütmüştü. Rejime sadakatin kaybolmaya başladığı hissine karşı Atatürk, bir yurt gezisine çıkmış, halkın sorunlarını dinlemiş, dönüşünde Serbest Fırka’yı kapatıp kendini CHP’ye, tarih, dil, üniversite meselelerine vermişti.

O yüzden 1933’deki 10’uncu yıl kutlamaları Cumhuriyet’e azaldığı düşünülen sadakati artırmak için iyi bir vesile olarak görülmüştü. Kutlamalarda en çoşkulu ve heyecanlı olan tabii ki ordusu ve CHP’si ile devletti. Devlet ev sahibiydi. Halk ise coşturulması, motive edilmesi gereken misafirlerdi.

1948’deki Cumhuriyet’in 25’inci yıldönümüne CHP tek parti iktidarının 25 yıllık yorgunluğu ve tahribatı damgasını vurmuştu. O günlerde bilançodaki başarı hanesine savaşa girmemek dışında yazacak başka bir şey pek yoktu.

Yoksulluk, işsizlik, tek parti uygulamalarına tepkilerle iktidarın çöküş sesleri duyuluyordu. DP kurulmuş, ilk seçimlerde sandıklardaki hileyle rağmen büyük bir varlık göstermişti. Bu yüzden Cumhuriyet’in 25’inci yılı kutlamalarında tam bir çoşku ve heyecan yoktu. Yine ev sahibi CHP ve orduydu. Halk yine misafirdi.

Cumhuriyet’in 50’inci yıldönümü 1973’de askerlerin 12 Mart darbesinden sonra siyasete vasilik ettiği günlere denk gelmişti. 15 gün önce yapılan seçimlerde sandıktan iktidar çıkmamıştı. Başbakan bugün artık kimsenin adını hatırlamadığı, askerlerin kurduğu teknokrat hükümetin ekonomi bakanı Naim Talu’ydu. Ülkenin aydınlarının önemli bir kısmı hapisteydi. Gençler idam edilmişti. Cumhuriyet’in yine kutlanacak pek hali yoktu. 50’inci yıla rağmen zayıf törenlerle kutlamalar geçiştirildi. En görkemli olay Boğaz Köprüsü’nün açılmasıydı. Sadece halk değil, siyasi partilerin liderleri bile kutlamalarda devletin misafirleriydi.

Bugün 100’üncü yıl törenlerinin sönüklüğünden şikayet edenlerin, karşılaşma yaptığı esas kutlamalar 1998’deki Cumhuriyet’in 75’inci yıl kutlamaları.

1998 yılındaki kutlamalarda meydanlarda yüzbinler toplanmış, dağ taş 75’inci yıl logolarıyla süslenmişti.

Peki neydi 75’inci yıl gibi o kadar da anlamlı olmayan bir yıldönümün büyük bir coşkuyla kutlanmasının sebebi?

Tabii ki kısa süre önce yaşanan derin rejim kriziydi.

28 Şubat 1997’deki MGK’yla başlayan ve Haziran 1997’de Erbakan hükümetinin ordunun tehdidiyle devrilmesinin üzerinden bir yıl geçmişti.

İktidarda asker destekli bir hükümet bulunuyordu.

75’inci yıldönümü rejime bağlılık için bir vesile olarak görülmüştü. Bütün kutlamalarda laiklik, çağdaş Türkiye, irticaya geçit yok mesajları verilmişti. Bayrak bu kutlamalarda bir kesimin diğerine karşı salladığı bir ideolojik sembole dönmüştü.

Kutlamalar cumhurun bir kesiminin diğerine karşı güç gösterisi, meydan okuması, boy göstermesi olarak yaşanmıştı.

Cumhuriyet’in ev sahibi yine devlet ve orduydu. Bu kez büyük bir kalabalık da ev sahibi rolünde kutlamalarda yer almıştı.

Bugün 75’inci yıldaki kutlamaları yad edenler, bu güçlü iktidar yıllarını da özlüyor.

Ama 25 yıl sonra artık bambaşka bir Türkiye var.

21 yıldır iktidarda Cumhuriyet’in kendisini bir numaralı düşman olarak gördüğü “irticacılar” var.

Atatürk’ün koltuğunda 9 yıldır 28 Şubat’ta devrilen iktidarın, hapse atılmış İstanbul belediye başkanı oturuyor.

Meclis’in üçüncü büyük partisi rejimin diğer büyük düşmanı “bölücüler.”

CHP’nin lideri devletin iki kez bombaladığı Dersim’den çıkmış, Dersimlilik kimliği güçlü bir Alevi.

Meclis’teki en Atatürkçü ve milliyetçi partinin lideri 28 Şubat’ta ordunun nefret objesi olmuş Refahyol’un İçişleri Bakanı.

Ülke siyasetindeki en Kemalist, laik alternatif Ayasofya Camii’nin açılışına seccadesiyle gideli iki yıl oldu.

25 yıl önce 28 Şubat’ı yapan ve 75’inci yıl kutlamalarına öncülük eden komutanların bir kısmı hala hapiste.

Cumhuriyet’in koruyucusu olan ordu, bundan 7 yıl önce üst düzey rütbelerinin yüzde 75’ini içki içip, vals yaparak Kemalist askerleri kandırıp ele geçirmiş bir dini cemaatin mensuplarının darbe girişimiyle bütün otoritesini kaybetti, sivil iktidara tamamen tabi oldu.

100’üncü yılında, 100 yıl önceki Cumhuriyet’i kuran kadrolarının aklına gelmeyecek bir Cumhuriyet var artık.

Peki bu Cumhuriyet, karşı Cumhuriyetçiler tarafından ele geçirilmiş eksik, yanlış, bir Cumhuriyet mi?

Hayır.

Cumhuriyet değerleri, kurucu idealleri 100 yıl sonra yenilmiş mi oldu?

Eğer Cumhuriyet’i 1920’li, 30’lu yıllarda en ideal formu, Altın Çağı yaşanmış bir kalıp olarak görüyorsanız, evet. Bu büyük bir yenilgi.

Ama Cumhuriyet’i “halkın kendi kendini yönetmesi” olarak görüyorsanız, halkımız kendi kendini artık böyle yönetiyor.

Cumhur neyse, Cumhuriyet de o.

Cumhuru dindar olan bir Cumhuriyet’in din yokmuş gibi davranması mümkün değildi, artık daha muhafazakar, daha dindar bir Cumhuriyet var.

Tarihiyle gurur duyan, milliyetçi bir cumhurun Osmanlı’yı lanetleme üzerine bir Cumhuriyet’i olmazdı. O yüzden artık daha Osmanlıcı bir Cumhuriyet var.

Kürtlerin görünmediği bir Cumhuriyet sürdürülebilir değildi, artık Meclis’inde Kürt partisi olan, bakanlıkları Kürtçe kitap basan, Kürtçe kanalı, Kürtçe fakülteleri olan bir Cumhuriyet var.

Kendi bölgesine, Araplara, İslam dünyasına yüz çevirmiş bir Cumhuriyet gerçekçi değildi, bugün Gazze’deki katliam yüzünden Cumhuriyet kutlamalarının ağırlaştırıldığı bir başka Cumhuriyet var.

Cumhur değiştikçe, Cumhuriyet de değişti.

Cumhuriyet’in cumhuruna göre değişmesine imkan veren de Cumhuriyet’in son 15 yıldır bir hamisi, ev sahibi kalmaması oldu.

Ordunun geri çekilmesi, CHP’nin zayıflamasıyla Cumhuriyet’e yön veren, ideolojik olarak onu bir çizgide tutan, giriş çıkışları engelleyen bir ev sahibi de kalmadı.

İktidarın, zamanında uğruna ve adına çok dayak yediği Cumhuriyet’i parlatmak, ona sahip çıkmaktaki gönülsüzlüğüyle de kimsesizlerin kimsesi olduğunu iddia eden Cumhuriyet ideali de kimsesiz kaldı.

Cumhuriyet Bayramı kutlamaları da.

Ama son 10 yıldır Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve bu trendin zirvesi olan 100’üncü yıl kutlamaları gösterdi ki artık kimsesiz Cumhuriyet’in ve Cumhuriyet Bayramı’nın bir kimsesi var; Cumhur’un kendisi.

Cumhuriyet nihayet 100 yıldır misafiri, projelerinin nesnesi olan, bazılarının zaman zaman içeri bile almadığı cumhura emanet.

Bu yüzden Cumhuriyet’in 100’üncü yılı kutlamalarının başrolünde organize olmayan kalabalıklar vardı.

Sadece Cumhuriyet’in geleneksel kalabalıkları da değildi sokaklardakiler.

Bugüne kadar bu bayramların müdavimi olmayanlar da artık ideolojik olarak güçlü sinyaller vermeyen, kimseye karşı sallanan bir bayrağa dönüşemeyen, herkesin içine sığabileceği kadar amorf, kimliksiz, geniş ve kimsesiz Cumhuriyet’in içine girmeye, ona sahip çıkmaya, hatta artık sevmeye çalışıp kalabalıklara karıştılar.

Çok az şeyin 100 yaşına kadar ayakta kalabildiği bir ülkede 100 yaşına gelmiş Cumhuriyet’e sahip çıkmak, bunu kutlamak, bir insanın kısa ömrüne denk düşmüş bu tarihi ana ortak olmak isteyenler de törenlere katıldı.

Artık bundan sonra ne yapacağına da cumhur karar verecek.

Cumhuriyet’i bayrak yapıp diğerlerinin üzerine mi sallayacak, ev sahipleri yeni dresscodelar belirleyip içeri kimseyi sokmayacak mı, kutlarken bile sağa sola laf mı atılacak, nostaljinin esiri mi kalınacak, yoksa herkesin içine girebileceği ortak bir kimliğe, çatıya mı çevirecek?

Dışlayıcı Cumhuriyet yerini kapsayıcı Cumhuriyet’e bırakabilecek mi?

Cumhuriyet’in yeni yüzyılının sorusu bu olacak.

- Advertisment -