Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKız Kulesi gibi “sosyal anıt”lara yapılan müdahaleler erk sahipleri için kolay işler...

Kız Kulesi gibi “sosyal anıt”lara yapılan müdahaleler erk sahipleri için kolay işler değildir

Kız Kulesi gibi “sosyal anıt”lar yalnızca erk tarafından temsil edilen, şekil verilen, gösterilen, istedikleri gibi anlam verilen nesneler olarak değil, canlı imgeler olarak insanların belleğinde yaşamlarını sürdürürler. Bu tür kolektif bellekte yer alan anıtlarla ilgili projelere yapılan müdahaleler erk sahipleri için kolay işler değildir. Kız Kulesi restorasyonunda da böyle oluyor.

Erkin bakışıyla anıtlar “nesneler” olarak inşa edilir. Bu onların belli bir tarihin öne çıkarılmasına, gösterilmesine olduğu kadar bastırılmasına, dışlanmasına da işaret edebilir.

Erk, neyin değerli olduğuna, neyin değersiz olduğuna karar verme yetkisidir. Buna karşılık Kız Kulesi gibi “sosyal anıt”ların erkin bu nesneleştirici şiddetinden nispeten bağımsızlaşma potansiyeline sahip oldukları düşünülebilir.

Onlar, yalnızca erk tarafından temsil edilen, şekil verilen, gösterilen, istedikleri gibi anlam verilen nesneler olarak değil, canlı imgeler olarak insanların belleğinde yaşamlarını sürdürürler. Bir bakıma tıpkı diğer canlılar gibidirler. Onların da bu nedenle diğer canlılar gibi acı çektikleri, hissettikleri düşünülebilir. Çünkü onların yalnızca fiziki varlıkları ile değil, kolektif bellekteki canlı imgeleri ile insan emeğinin, hayal gücünün ürünü oldukları söylenebilir.

Bu yüzden erk sahiplerinin neredeyse her yerde, büyük bir pervasızlıkla gerçekleştirdikleri işaretsizleştirici eylemsellikler bunlarda ters tepebilir. Bunun farkında olan yöneticiler bu tür projelerde alışkanlıklarından mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışırlar. Kamuoyunu rahatlatmak için açıklamalar yaparlar. İşi ehline teslim ettiklerini, ne gerekiyorsa yapıldığını söylerler. Bu tür kolektif bellekte yer alan anıtlarla ilgili projeler, onlara yapılan müdahaleler erk sahipleri için kolay işler değildir.

İşte bu nedenle Kız Kulesi’nin tartışılmasının bir fırsat olduğunu, hatta şehirdeki birçok kötü yönetim uygulamasını iyileştirmek için üzerinde düşünülebilecek, farklı bakışlar geliştirilebilecek bir örnek olduğunu düşünüyorum.

Kız Kulesi her ne kadar bir kule olsa da, bir şehirsel simge. Geçmişteki kullanımı, işlevi, yapılma amacı farklı olsa da, günümüzde içerden bakılan değil, dışarıdan bakılan bir şehirsel simge. Hiçbir anıt onun gibi gözün önünde değil. Bu zannedersem onun için önemli bir ayrıcalık. Tarihte ona hangi işlevler yüklenmiş olursa olsun, bu böyle.

Diğer anıtlarda ne oluyor, tam bilinmiyor. Ama o öyle mi? Bir bakıyorsunuz, şiddetli rüzgâr inşaat iskelelerini kapatan örtüyü uçurmuş. Yok olduğunu fark edenler ayağa kalkıyor. Yöneticiler mecburen kamuoyuna açıklama yapmak zorunda kalıyor. “Daha önce yanlış müdahaleler yapılmış, özgün haline getiriyoruz falan” diyerek. Sonra bir bakıyorsunuz, yerine yenisi konmuş. Üzerinde de bayrak dalgalanıyor.

“Keşke” diyorum, “şehrin diğer projeleri de böyle gözün önünde olsa.”

Kız Kulesi zannedersem bu dersi çalışmak için bir fırsat.

Soru: Hangi dönemi esas alıyorsunuz?

Öncelikle yakın geçmişte restoran ve düğün salonuna dönüştürülen bir anıtyapı var, karşımızda. Bakanlık da zannedersem durumun farkında. Bu yüzden bu defa yap-işlet yöntemiyle bir yatırımcıya devretmiyor. 

Üzeri örtülmeye çalışılan ise neden bu hale geldiği ya da bugün neden adeta yeniden inşa edilmek zorunda kalındığı.

Dikkat ederseniz anıtın kullanım şekli, proje yönetimi, yapılanlar sorgulanmadan 1940’lardaki yanlış uygulamalardan söz ediliyor, sürekli. Ama bir önceki müdahaleden hiç ama hiç söz edilmiyor.

Bir de tam mimari uygulama bittikten sonra “sürprizlerimiz eksik kalmasın” diye yapıldığını tahmin ettiğim kazık çakma işlemi.

Proje uygulaması neredeyse tamamlanma aşamasındayken Kız Kulesi’nin çevresine 198 fore kazığın çakılması kafalarda birçok soru işareti uyandırıyor. Bakan’ın açıklamalarından bir önceki müdahale sırasında 12 metrelik kazıklar çakıldığını, bugünkülerin boylarının ise 22 metre olduğunu öğreniyoruz. Biz de vatandaşlar olarak bu radikal müdahaleye neden ihtiyaç duyulduğunu tahmin etmeye çalışıyoruz.

Eğer gerekli idiyse, neden projenin ilk aşamasında yapılmadı? Projede yoktu ama, diyelim ki geç de olsa zemini sağlamlaştırma ihtiyacı olduğu uzmanlar tarafından sonradan tespit edildi. Peki o zaman anıtın dış görünümünü değiştiren bir önceki müdahale, platformun genişletilmesi neden kalıcı hale getiriliyor? Çatısındaki kurşun kaplamanın altındaki taşıyıcılar sorun ediliyor da, görünüşünü değiştiren genişletilmiş platform neden sorun edilmiyor? Anıtın denizle ilişkisi, dış görünümü, çatısındaki kurşun kaplamanın altında ne olduğundan daha önemli değil mi? 

Kız Kulesi binlerce yıldır bir kayalığın üzerinde duruyor. Anıt Haydarpaşa Garı gibi kazıklar üzerinde inşa edilmiş değil. Çevresindeki platform Kız Kulesi restoran-düğün salonuna çevrildiğinde genişletiliyor, karolajlı bir platforma dönüştürülüyor, 2000’li yılların başlarında.

Madem “Kız Kulesi’nin 2. Mahmut dönemindeki görünümünü esas alıyoruz” diyorsunuz, neden onun dış görünümünü değiştiren platformu kalıcı hale getiriyorsunuz? 

Öyle değil mi, bunu siz söylüyorsunuz.

Karşımızda sanki her sahnesi sürprizlerle dolu bir tiyatro eseri

Şehir projelerinin uygulama aşamasında değil, kurgulama aşamasında şeffaflaştırılması, kavramsallaştırılması, geliştirilmesi, tartışılması kamusal niteliklerinin doğal bir sonucu. Kız Kulesi’ne yapılan müdahalenin önceden, kavramsallaştırma ya da proje aşamasında müellifleri tarafından yeterince şeffaf bir şekilde anlatılmadığı söylenebilir. 

Soru şu: Bu iş neden siyasetçilere bırakılıyor?

Oysa proje müellifliği, tespitlerin, sorunların kavranış biçimlerinin, çözümlerin geliştirilmesinin üstlenilmesi demek. Bu nedenle açıklamaları siyasetçilerin değil, müelliflerin yapmaları beklenir, uygulama öncesi ve esnasında. Ayrıca müellifliğin herhangi bir aracılığa ihtiyacının olmadığı, işlevi gereği bağımsız olduğu da söylenebilir. Müdahalenin kavramsallaştırma, çerçevelendirme aşaması tarafsız olan uzmanlar ve müellifler tarafından, kendi bağımsız mesleki perspektifleri, yaklaşımları, amaçları ile tanıtılır, çeşitli ortamlarda; müdahalenin kamusal niteliğinin oluşması için. Şehircilik ve mimarlık, sonuçta bir inşaat işi değil, onu temsil eden zihinsel bir faaliyet.

Bana göre öncelikli sorun proje müelliflerinin konumu. Önce ihale yapılıyor, sonra danışmanlar seçiliyor. Yani yapılması gerekenin tam tersi yapılıyor.

Burada işi üstlenen özne müteahhit, ona da işi veren bakanlık… Müellifler de “danışman” statüsünde. Zannedersem tuhaflık burada başlıyor.

Müdahale ilkeleriyle, gerekçeleriyle kurgu olarak değil, sahnelendiği şekliyle karşımızda. Ancak bir şeyler olduktan sonra senaryo şehir halkının önünde sahneleniyor. Karşımızda sahnelenen mimarlık değil, sanki her sahnesi sürprizlerle dolu bir tiyatro eseri.

- Advertisment -