İnternette yapacağınız bir araştırmada hakkında bulacağınız şeyler şunlardır: Özel Harp Dairesi Başkanlığı, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı ve bu görevi sırasında isminin karıştığı Diyarbakır Cezaevi işkenceleri, Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürüldüğü Kızıldere olayındaki rolü, Kara Kuvvetleri Komutanı olması, Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde Genel Sekreterliğini yapması ve Özal öldüğü gün bu görevden istifa etmesi…
Ancak Yamak aslında bunlardan daha fazlasıdır ve bu fazlalık daha yakından bir incelemeyi hak eder.
Ve yine bu hayat hikâyesi, taşıdığı kimi ortak özellikler bakımından bugünün TSK’sını yöneten figürlerin çoğunu anlayabilmek için önemli ipuçları sunar; Yamak bu hususta adeta bir stereotiptir.
Gerçekten de Yamak, 27 Mayıs’ın hemen sonrasından itibaren yapmaya başladığı görevlerle askerî eğitim sisteminin reorganizasyonundan gayri nizami harbin Türkiye’deki uygulamalarına, büyük karargâhlardaki iş görme biçimlerinden kurmay subay ve generallerin zihniyet dünyalarının inşasına kadar uzanan bir yelpazede kritik, hatta kurucu diyebileceğimiz bir rol üstlenmiştir.
Gölgedeki Yamak
Yaşamı sağ-muhafazakâr ve anti-komünist siyasi iktidar stratejileriyle derin bir etkileşim içinde geçmesine rağmen Kemal Yamak, ismi pek bilinmeyen, az tanınan, bir bakıma “gölgede kalmış” bir figürdür.
Ama aslında Yamak için “gölgede kalmış” yerine “gölgede kalmayı amaçlamış ve bunu başarmış” demek daha doğru olur. Bunun gayet bilinçli bir strateji olduğunu, Doğan Kitap’tan 2006’da çıkan gayet hacimli (867 sayfa) anı kitabında amiri albay Turgut Sunalp’in ağzından şöyle vurgular:
“Kıbrıs’ta iki kişiye ihtiyacımız var. Bunlardan biri resmi temsilci olarak görev yapacak ve görüntüde görünen olacak; diğeri ise geride, gölgede kalan ama daha aktif, gerektiğinde mücadeleci ve gelecek için hazırlanan bir lider olacak.”
Hayatını anlattığı ve ölmeden üç yıl önce yayımlanan kitabına seçtiği isim de buna yönelik istencini vurgular: “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler.”
Subay ve general olarak üç askeri darbe gören, ABD ve NATO ile ilişkilerin serpildiği, solun ezildiği, Türk-İslam sentezinin, komünizmle mücadele derneklerinin yükseltildiği yıllarda etkin görevlerde bulunan Yamak, tüm bu süreler boyunca parmakla gösterilmeyen; ve akla hemen değil, biraz düşünülünce gelen bir isim olmayı başardı.
Yamak’ın birbirinden önemli görevlere giden yolunun başlangıcı ise 27 Mayıs askeri darbesi oldu. Bu hikâyedeki rolü gerçekten ilginçtir.
27 Mayıs askeri darbesinde Yamak
1945’te Harp Okulundan mezun olan Yamak’ın ilk subaylık yılları Demokrat Partili yıllarda geçti, 1958’de Harp Akademilerini bitirerek kurmay oldu, Genelkurmay’a tayin edildi. 59 yılının sonlarında Afganistan’a, oradaki Harp Okuluna taktik öğretmeni olarak gönderildi. Darbe gerçekleştiğinde Afganistan’da idi. Darbeyi gerçekleştiren kliklerin hiçbiriyle ilişkisi yoktu. 1950-60 arasında ordu içinde kaynayan politik kazanların içinde yer almamış, buralardan özenle uzak durmuştu.
Darbe haberini aldığında yorumu şu oldu: “O günlerin heyecanı içinde biz de Türkiye’deki bayrama katılmış, ne olacağını bekliyorduk. Bekliyorduk çünkü Türk ordusunun geleneklerine aykırı düşen bu durumu çözemiyorduk. Orduda hiyerarşi bozulmuştu.”
İşte Yamak’ın temkinli mesafesini ele veren renksiz-kokusuz-dumansız ve iki yöne de çekilebilir bir cümle örneği!
Bu cümle onun bir başka özelliğini de gösterir: Yamak kargaşadan hep kaçınacak ve her zaman “düzen içinde ilerleme”den yana olacaktır: Ordre et progres!
Darbeden birkaç ay sonra, Türkiye’den Afganistan’a resmi bir yazı gelir. Gönderen, 27 Mayısçıların egemenliğindeki Genelkurmay Başkanlığı, alıcı Kurmay Binbaşı Kemal Yamak’tır.
“Binbaşı; bu sene Türkiye’de kıta görevine çıkmanız gerekiyor, eğer dönmeyi kabul etmezseniz, terfiinizde meydana gelecek bir gecikmeyi kabul etmiş sayılacaksınız” demektedir bu resmî mektup.
Yamak “çok şaşırdığımı ve üzüldüğümü belirtmem gerekiyor” diyor bu yazı için. “Beni altı ay önce buraya gönderen devlet, şimdi dön diyor, eğer dönmezsem terfiimde olacak bir gecikmeyle beni cezalandırıyordu.”
“Sonuç böyle olacaksa, terfiimde gecikmeyi kabul ediyorum” diyen bir dilekçeyle cevap verir Yamak.
Bu tercih bir risk taşır ama Yamak, gerektiğinde hesaplı risk almayı bilen biridir.
Birkaç hafta sonra ikinci bir yazı daha gelir Ankara’dan. Meşhur EMİNSU olayına yol açacak emeklilik kararlarına ilişkindir bu yazı. Yamak bu yazıya da olumsuz cevap verir, yani kendi isteğiyle emekli olmayı kabul etmez.
Burada altı çizilmesi gereken yer şurasıdır: Bu emeklilik önerisinin gönderildiği tüm subaylar gibi Yamak da 27 Mayısçıların gözünde, emekli edilmesi gereken subaylar kategorisindedir. Ya da başka bir şekilde söylersek, emekli edilmeyecek subaylar kategorisinde değildir.
Derken, bir yıl Afganistan’da geçer. “Dönüş tarihimiz yaklaştıkça, Türkiye’de tayin olacağımız yer hakkında yardımcı olmak isteyen arkadaşlarıma, mümkünse Ankara’ya tayinimizin sağlanmasını rica etmiş, Ankara’ya tayinimizin olamayacağının haberini de almıştık.”
Yamak, kariyerist eğilimler gösterir ama bunu açık etmeyecek bir dil kullanma hünerine sahiptir.
Fakat sonra her nasılsa tatlı bir sürprizle karşılaşır: “Olamaz denilen Ankara’ya tayinimiz olmuş ve ben Harp Okulu Eğitim ve Öğretim Şube Müdürlüğüne atanmıştım.”
“Her nasılsa” dediğim bu tayin fazlasıyla ilginçtir. Çünkü o günlerde Kara Harp Okulu, kendisi olmadan yapılan 27 Mayıs’ı yeterli görmeyen ve yeni bir askerî darbeyi zorlayan Albay Talat Aydemir’in kalesidir.
“Harp Okuluna gidip göreve katıldım. Okul Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir’di. Hoşgeldin sözlerinden sonra ‘Seni bu göreve ben seçtim. Seni nereden tanıyorum biliyor musun?’ dedi. ‘Harp Akademilerinde oryantasyon kursunda iken aldığımız müşterek bir görevden’ diye cevap verdim. ‘Doğru, orada dikkatimi çekmiştin’ diye cevap verdiler.”
Politik etkinlikleri arşa çıkmış bir Aydemir’in, Yamak gibi bu konuda renksiz bir ismi okulun önemli bir kurmay kadrosuna seçmiş olması düşündürücüdür.
Peki acaba gerçekten böyle midir? Yani acaba olay gerçekten burada yazıldığı gibi mi olmuştur?
Benim akıl yürütmem, böyle olmama ihtimalinin daha yüksek olduğu yönünde. Yani muhtemelen Yamak’ı Talat Aydemir değil, Aydemir’i Harp Okulunda mümkün olduğunca yalnızlaştırmak ve/veya yaptıklarından haberdar olmak isteyen Genelkurmay Başkanlığı seçmişti bu görev için. Tabii ki Aydemir’e rağmen ve muhtemelen zorlu bir emrivaki biçiminde. Karizmasının ezilmesini istemeyen Aydemir de Yamak’a böyle söylemeyi seçmiş olmalı…
Her ne olursa olsun, bu görev Yamak’ın kendisini kanıtlaması gereken bir görevdir artık. Çünkü Yamak bir düşman birliğinin içine helikopterle bırakılmış tek başına bir asker gibidir.
Yamak o anki Harp Okulunun havasını ve Aydemir’in kudretini şöyle anlatır: “Albay olan okul komutanıyla her gün görüşmeye gelen 1-4 yıldızlı resmî arabaların sayıları belli olmuyordu.”
Şubat ayına yaklaşıldığında Harp Okulu “toz duman içindedir.” “Ardı arkası kesilmeyen toplantılar gece yarılarına kadar sürmektedir. Bazı arkadaşlar, yani Talat Aydemir’le en sık temasta olanlar, memleketin gidişatının iyi olmadığını ve müdahalenin şart olduğunu söylüyordu.” Yamak ise bu durumlarda şöyle dediğini söylüyor: “Bugünkü şartlar içinde böyle bir teşebbüs muallakta kalır.”
Bu sözleri Aydemir’in kulağına gider ve neticede Talat Aydemir Yamak’la ilgili kararını verir: “Onu devre dışı bırakın, atlayın ve bu konularda ilişki kurmayın.” Aydemir gibi orgenerallere kafa tutan bir albayın, emri altındaki binbaşı Yamak’a yönelik bu çekingen sayılması gereken tavrı ilginçtir ve nedenini anlamamız bugünkü bilgilerimizle mümkün değildir.
Harp Okulunun reorganizasyonu
22 Şubat’taki başarısız darbe girişiminden sonra Talat Aydemir görevden alınıp Harp Okulunda Tümgeneral Semih Sancar komutasında yeni bir ekiple yeni bir düzen kurulunca Yamak’ın yıldızı iyice parlamaya başlayacak ve Yamak müteakip yıllar boyunca burada görev yapacak, bu yıllar içinde genç rütbesine rağmen Harp Okulu eğitim sisteminin gelecek 30 yılının ana çizgilerinin belirlenmesinde önemli rol oynayacaktır.
Harp Okulu komutanı olarak görevi devralan Semih Sancar “bu emirlerimi bizzat sen yapacaksın” diyerek Yamak’a şu emirleri verir: “Subay taburu hemen dağıtılacak, ya kıtalara ya sınıf okullarına gidecek ama mutlaka okuldan ayrılacaklar. Subay taburunun bütün subayları emekli edilecek. İkinci sınıfın bütün subayları emekli edilecek. Okul içinde olaylara karışan subay, astsubay, öğrenci, sivil kim varsa, bunları tespit için devam eden soruşturmaya yardımcı olacaksın.”
Sancar’ın “okul içindeki olaylara karışan subay, astsubay, öğrenci ve sivillerin tespiti” konusundaki emrinin, Yamak’ı Aydemir’in değil Genelkurmay’ın seçtiği yönündeki tezimi desteklediğini düşünüyorum.
Bu emri uygulamaya koyulduğunda yaşadığı bir olay, TSK’nın kendi kadrolarını temizlemeye yönelik hamlelerindeki genel çerçeveye ve “mutfağa” işaret etmesi bakımından önemlidir. Olay şudur: “Birkaç arkadaşım yanıma gelerek ‘Subay taburunda bulunan üsteğmen ….. topçu sınıfının en iyi subaylarındandır. Olay sırasında da senelik izindeydi. Olanları tasvip etmiyor ama üsteğmen olarak da bir şey yapamıyordu. Bu çocuğu kurtarmalısın. Aksi halde vebal altında kalırsın’ dediler. O üsteğmeni tanıyor ve takdir ediyordum. Olay esnasında izinde olduğunu da yeni öğrenmiştim. Gidip durumu komutana arz etmeyi uygun buldum. Sayın Sancar ile Alay Komutanı Albay Ceylan birlikte oturuyordu. Ceylan hışımla ayağa kalktı. ‘Bana bak binbaşı Yamak, o tabur ve subayları hakkında olumlu bir şey söylersen, listenin başına senin ismini yazarım’ diye çok sert bir tepki gösterdi. Sancar onu teskin etti ve bana ‘bak Kemal, topçu sınıfı bir subayın varlığı veya yokluğunu hissetmeyecek kadar büyük bir sınıftır. Uygulamanın bütünlüğünü bozmayalım. Böyle bir istisna yaparsak, başka isteklere kapı açılmış olur’ dedi. Ben arz etmekle haklıydım, Albay Ceylan belki tepkisinde haklıydı. Tümgeneral Sancar soğukkanlı muhakemesinde haklıydı. Üsteğmen o yıl emekli edildi, bu olaydan üsteğmenin belki hiç haberi olmadı, o da kendi düşüncelerinde haklıydı.”
O günden sonra “yeni çıkarılması düşünülen Harp Okulları kanunlarına esas olmak üzere reorganizasyon çalışmalarına devam ediliyordu. Bu maksatla on-on iki devletin Harp Okullarıyla ilgili kanunları ve dokümanları getirtilmiş, bunlar da tetkik edilmişti. Bunların içinde en çok ilgi çekeni Amerikan Harp Okulu ile Japon Harp Okuluydu.”
Kendisi açıkça dile getirmese de Kara Harp Okulu eğitiminde bir model olarak West Point etkisi işte o yıllarda Yamak’ın da katkılarıyla başlayacaktı.
Yamak’ın bu çalışmalara ilişkin uzunca anlatımlarına bakılırsa, yeniden yapılanmada iki önemli amaç olduğu anlaşılıyor. Bunlardan birincisi, Talat Aydemir döneminde adeta Yeniçerileşen Harbiyelileri kontrol altına almak için, öğrencilere uygulanan günlük programın nefes almayı dahi zorlaştıracak biçimde yoğunlaştırılması, akademik dersler dışındaki vakitlerin askerî eğitim ve tatbikatlarla doldurulması, orantısız bir sertliğin yürürlüğe sokulması, ve Yamak’ın kendisi dahil olmak üzere kurmay subayların da bazı derslere girerek öğrencilerin birinci elden takibi. İkincisi de okulda yükselen sol dalganın kırılması için milliyetçi-mukaddesatçı bir laiklik yorumunun egemen kılınması.
Kemal Yamak çalışmalarıyla sadece Harp Okulunda değil, Kara Kuvvetleri ve Genelkurmay Karargâhlarında da tanınan ve aranan bir subaydır artık. Öyle ki Harp Okulu Komutanı başka bir yere tayin olunca kendisini yanında götürmek ister, ancak Genelkurmay Başkanı buna karşı çıkar ve tayin subayına şu emri verir: “Yamak Harp okulunda kalacak ve benim haberim olmadan başka bir yere tayin edilmeyecek.”
Harp Okulunda geçirdiği yılların sonunda rütbesi albay olacağı yıl tayini çok önemli bir göreve çıkar: Genelkurmay General ve Amiral Şubesinin General Kısım Amiri olur. Bütün generallerin sicilleri ona açıktır artık. Çok önemli bir görevdir bu. Ancak her nedense bu önemli görevde teamüllerin aksine sadece bir yıl kalır ve tayini tekrar Harp Okuluna, bu sefer kurmay başkanı olarak çıkar.
O yıllarda Amerikan Yardım Kurulu Başkanlığının (JUSMAT) TSK’daki atamalarla ilgili Genelkurmay Başkanlığı nezdinde telkinlerde bulunduğunu biliyoruz. Elimizde somut kanıt olmamasına rağmen, Yamak’ın dönüp dolaşıp Harp Okuluna tayin edilmesine bakılırsa isminin JUSMAT tarafından önerilenler arasında olma ihtimali epey yüksek görünüyor.
Ertesi yıl Yamak Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayına tayin olur. İki sene sonra Türkiye’ye döner. Tayini, yine Harp Okuluna, bu sefer Öğretim Başkanlığı emrine çıkmıştır. Bu tayin de ilginçtir. Çünkü Öğretim Başkanlığı, Yamak seviyesindeki bir kurmay subay için âtıl bir pozisyondur. İşin aslı daha sonra anlaşılır. Bu tayinin esas amacı onun “klas” bir görev olan Harp Okulu Öğrenci Alay Komutanı olarak atanmasını sağlamaktır. Zira mevcut Alay Komutanı o yıl bir kalp krizi geçirmiştir; sağlığının yerinde olmadığı düşünülmekte ve kendi isteğiyle emekli olması beklenmekte, hatta beklemenin de ötesinde bu konuda teşvik edilmektedir. Ondan boşalacak yere de Yamak geçecektir. Fakat mevcut Alay Komutanı canını dişine takarak çalışmakta, emekli olmaya yönelik bir izlenim vermemektedir. Yamak Öğretim Başkanlığında bir taktik öğretmeni olarak geçirdiği o günlerden şikâyetçi olmadığını ve ne görev verilirse verilsin yapacağını söylese de satır aralarından sezdiğimiz duygu başkadır.
Aradan iki ay geçip artık o albayın emekli olmaya niyetli olmadığı anlaşılınca, Yamak için birdenbire olağandışı bir tayin çıkartılır: Genelkurmay Seferberlik Tetkik Kurulu Kurmay Başkanı olmuştur; ilerideki adıyla Özel Harp Dairesi.
Bugünkü TSK’yı yöneten orgeneraller kuşağının Harp Okuluna giriş tarihlerinin 1970’li yılların başı olduğunu dikkate aldığımızda bu kuşağın okuduğu Harp Okuluna ruhunu veren çalışmaların kotarılmasında büyük payı olan Kemal Yamak, bu tayinle birlikte Kızıldere’ye, Maraş’a, Diyarbakır’a gidecek yeni bir alana açılmaktadır artık.
(Devam edeceğim).